1.1. Altan Deliorman’ın Millet ve Milliyet Anlayışı
Muharrem Ergin, milleti tabii cemiyetlerin en büyüğü olarak görmüştür. Ona göre millet aile gibi tabii bir topluluktur. Milleti meydana getiren fertler birbirlerine tabii bağlarla bağlandığı gibi, fertlerin milleti teşkil etmesi de kendiliğinden, tabii bir şekilde vuku bulmuştur. Milleti oluşturan fertler ortak vasıflardan oluşmaktadırlar (Ergin, 1988: 4).
İbrahim Kafesoğlu’na göre “Millet, aynı dili konuşan, bir ortak kültüre bağlı ve aralarında manevi rabıtanın duygu yolu ile yaşadığı fertler mecmuudur. Millet belirli bir kültürün bazen resmi devlet sınırları dışında kalan, mensuplarının umumi heyetini ifade eder.” (Kafesoğlu, 1970: 149).
Millet kavramı günümüzde Türkçede, Arapçadaki anlamından farklı anlamdadır. Arapçada “mell” kökünden türetilmiş bir kelime olan “millet,” bir dinden olanların oluşturduğu topluluk anlamına gelmekteydi. Denilebilir ki “millet” ve “milliyet” kavramlarının farklı siyasi eğilimlerce, farklı ideolojilerce, farklı biçimlerde tanımları yapılmıştır. Bu tanımlarda kimi yazarlar din, dil, ırk gibi nesnel ögeleri, kimileri ise millet olma bilincini, bağlılık duygusu gibi öznel ögeleri ön plana çıkarırlar. Bazı uzmanlarca millet ve milliyet kavramları sosyal, kültürel ögeler, dil, gelenek ve görenekler, tarihi semboller, kahramanlar, zaferler yenilgiler, ortak duygu ve değerler çerçevesinde tanımlanmıştır. Kimi uzmanlar ise sosyopolitik ve yurttaşlık ögelerini temel alan tanımlar yapmışlardır. Ancak, millet kavramı konusunda uzmanların çoğu nesnel ve öznel ya da sosyal, kültürel ve sosyal-politik ögelerin birlikte kullanıldığı tanımı yeğler. Diğer yandan milleti sosyal bir bakış açısı ile tanımlayanlar olduğu gibi, kültürel ve etnik açıdan tanımlayanlar da olmuştur. Maddeci anlayış milleti, üretim ilişkileri açısından değerlendirmiştir. Bütün bu tanımların ortak paydası, tarihin içinde yerini bulan milletin, insanların oluşturduğu bir yapı olmasıdır. Ancak milleti oluşturan yapı taşlarının neler olduğu noktasında tanımların farklılıklar gösterdiği söylenebilir.
Afet İnan’a göre millet, “Dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve içtimai heyettir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” (Afetinan, 1998: 18). Afet İnan, milletin genel bir tarifini şöyle verir: “Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.” (Afetinan, 1998: 23-24).
Ahmet Kabaklı milleti, “gözle görülmeyen manevi bir varlık” olarak tanımlarken, halk mefhumunu ise, “teker teker sayılabilen fertlerin meydana getirdiği bir topluluk” olarak tarif etmektedir. Kabaklı’nın tespitlerine göre, milletin bir geçmişi ve geleceği vardır. Halk, hâlen yaşamakta olan nüfus demektir. Millet, tarihi devam ettirme fikri, nesiller arasında sürekli dayanışma, maddi manevi büyük cemiyet menfaatlerine mirasçı olma şuurudur (Kabaklı, Bozkurt, 3 Mayıs 1972: 13).
Atsız, Türkçülük ile milliyetçiliği aynı paralelde görmüştür. Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Türk sevgisi ve taraftarlığını ifade eder. Türkçülük bir ülküdür. Türkçülük, “Büyük Türkeli’nde Türk uruğunun (ırkının) kayıtsız şartsız hâkimiyeti ve bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.” (Atsız, 1992: 29).
Altan Deliorman’a göre ise millet, “Dil, din, tarih, sanat, estetik, aile, hukuk ve ahlâk anlayışı, dayanışma, ortak değerlerin paylaşılması, birlikte yaşama iradesi, müşterek bir millî ülkü, soy birliği bilinci gibi bağlarla bir araya gelen ve bu vasıflarla yaşayan insanların oluşturduğu topluluk” demektir. Millî ruh, aynı duyguları paylaşma aynı acıyı hissetme durumudur. Bu duygular topluluğu birbirine bağlayan etkenlerdir. Milletin temelini “millî kültür” oluşturmaktadır. Millî kültür ise toplumun yaşayış tarzı, alışkanlıkları, gelenekleri, örf ve âdetleri gibi maddi ve manevi pek çok unsurlardan oluşmaktadır. Manevi bağlar, milleti bir arada tutan, her milletin kendine özgü, din, ahlak, anlayışıyla da farklılık gösteren bir yapıyı arz etmektedir. Altan Deliorman’a göre Türk millî kültürünün en önemli unsuru Türkçedir. Türkçe konuşup yazmak, Türk olmanın en önemli ayırt edici yönünü oluşturmaktadır. Türk milleti de binlerce yıl aynı dili konuştuğu için Türkçe süreklilik göstermektedir. Zaten Türk olup da dillerini kaybetmiş topluluklar varlıklarını da kaybetmişlerdir. Altan Deliorman, dilimizdeki lehçe ve şive farklılıklarını, Türk milletinin farklı coğrafyalarda uygarlık oluşturmasına bağlamaktadır (Deliorman, Orkun, Sayı: 36, Şubat-2001: 14).
Altan Deliorman’a göre Türk milleti, tarih sahnesine büyük bir imparatorluğun kurucuları olarak çıkmıştır. Asya Hunları, Sarı Deniz’den Hazar’a kadar olan Asya topraklarını hâkimiyetleri altına almışlardır. Avrupa Hunları ise Atilla idaresinde neredeyse Avrupa’nın tamamına hükmetmişlerdir. Avarlar, Tuna ve İdil Bulgar devletleri, Hazarlar, Akhunlar, Uzlar, Kuman (Kıpçak)lar, Peçenekler, Gazneliler, Harezmşahlar, Memlûkler, Hindistan Türk devletleri, Timur, Altın Orda ve Babür devletleri, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı, nihayet Türkiye Cumhuriyeti Türk tarihinin birer koludurlar (Deliorman, Gurbette Bayrak, Sayı:1, Nisan 1985: 4).
Altan Deliorman’a göre Türkler çok geniş coğrafyalara yayıldıkları, kıtalardan kıtalara yürüyüp yeni medeniyetler oluşturdukları için dinamik bir millettir (Deliorman, Gurbette Bayrak, Sayı: 3, Haziran 1985: 5).
Binlerce yıl süren bu hareketlilik, daha ziyade batı yönünde gerçekleşmiştir. Orta Asya’dan başlayan göçler, Maveraünnehir, Harezm, Horasan üzerinden Orta Doğu’ya, Anadolu’ya, Kafkaslara, Rumeli’ye, İdil boylarına, Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara kadar uzanmıştır. Altan Deliorman’a göre siyasi sınırlar zamanla genişleyip daralmış, fakat buralardaki Türk nüfus kalıcı olmuştur. Bu bakımdan, Türk milletini siyasi sınırlara mahkûm etme imkânı bulunmamaktadır. Altan Deliorman, milliyeti, “bir milletin sahip olduğu ayırıcı özellik ve niteliklerin bütünü” olarak algılamaktadır. Tarihsel bir bütünlük içerisinde gerçekleşen bu algıya göre, milliyet, “Dün, bugün ve yarınla bütünleşen, bir duygu ve şuur meselesidir.” Ayrıca, “bir millete ait olma bilinci” de milliyeti meydana getirmektedir. Bütün bunlara dayanarak, Altan Deliorman, Türkçülüğün millet görüşünü şöyle açıklamıştır: “Türklüğün maziden gelip geleceğe akan tarihî seyrinin maddi ve manevi bütün değerlerini taşıyan ve bunları benimseyen fertlerin meydana getirdiği topluluğa Türk milleti denir.” (Deliorman, Orkun, Sayı: 36, Şubat-2001: 17).
Altan Deliorman’a Göre Milleti Oluşturan Unsurlar
Din Unsuru
Din, Arapçada “deyn” kelimesinden isimdir. Dinin anlamını, Cevheri ve İsfahani, âdet, durum, ceza, mükâfat, itaat olarak görmüştür. Kur’an’da zül, yönetme, itaat, tapma, tevhit olarak geçmektedir. Cürcani, din kavramını, akıl sahiplerinin peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilahî kanunlar olarak görmüştür. Elmalılı Hamdi Yazır, akıl sahiplerini nimete sevk eden yol, kanun şeklinde tanımlamıştır (TDVİA, c. 9, 1994: 312). Ali Fuad Başgil’e göre din, aklın kabul ettiği ilahî kanundur. Yüksek sanat ahlak ve insanlık duygusudur (Başgil, 1982: 67).
Altan Deliorman bir makalesinde din konusunda şunları söylemektedir: “Millet olarak kâinatı yaratan yücelerin yücesine inanıyoruz. Türk İslam inanıcına sahibiz. İftiharımız Kur’an’a, ay yıldızlı al bayrağa, Ezan-ı Muhammedi ve İstiklal Marşı’nadır.” Altan Deliorman’a göre dinimize ve millî kültüre bağlılık çağın hamlelerine uzak kalmak anlamına gelmemektedir (Deliorman, Gurbette Bayrak, Sayı: 1, Nisan 1985: 5).
Altan Deliorman’a göre Türkler, 10. yy.de İslam’ın getirdiği ahlak ve fazilet ölçülerine çabuk uyum sağlamışlardır. Türklükle İslamlık kaynaşmıştır (Deliorman, Gurbette Bayrak, Sayı: 2, Mayıs 1985: 4). İbrahim Kafesoğlu’nun da dediği gibi “İnsanları kardeşlik hâlesi içinde kader birliğine sevkeden din, Türk milletinin tarihinde İslamiyet olarak tecelli etmiştir.” (Kafesoğlu, 1970: 278). Bu anlamda Altan Deliorman din konusunda İbrahim Kafesoğlu ile aynı fikirleri paylaşmaktadır.
Altan Deliorman’a göre din, yaşadığımız çağı hâlen etkilemektedir. Tarih boyunca din temelli devletlerin neden oldukları savaşlarda soykırımlar yaşanmıştır. Altan Deliorman’a göre Türkler, en eski dinleri olan Gök Tanrı dinine olan bağlılıklarını 10. yy.e kadar devam ettirmişlerdir.[1] Dinlerinden ayrılarak başka dinleri benimseyen topluluklar ise, zamanla milliyetlerini kaybetmişlerdir. Çin’de devlet kuran Tabgaçlar, Budizm’in etkisiyle Çinlileşmiş, Museviliği benimseyen Hazarlar, Hristiyanlığı kabul eden Bulgarlar ve Macarlar Türk kültür dairesinden uzaklaşmışlardır. Ortodoks Hristiyan Gagauzlar ve Şamanist geleneklerinden vazgeçmeyen Altay Saha Türkleri, Türklüğe bağlı kalmışlardır. Altan Deliorman’a göre Türklerin İslâmiyet’e girişi Türk kültürünün yeni değerlerle zenginleşmesine neden olmuştur. İslâmiyet’in kabulünden sonra, bu dinden ayrılıp başka bir dine giren Türk topluluğuna rastlanmamıştır. Sovyetler’de “ateizm” propagandasının etkisi ile dinî inancı olmayan Türklerde Müslüman nüfus içinde gösterilmiştir. Hristiyan Avrupa, asırlar boyunca “Türk” ile “İslam”ı eş değerde tutmuştur. Altan Deliorman’a göre İslamiyet, Türk millî kültürüyle yoğrulmuştur. Diğer yandan Altan Deliorman, son yıllarda İslamiyet’te ruhban sınıfı bulunmamasına rağmen, bazı grupların kendilerini bu sınıfın yerine koyarak, dini Allah ile kul arasında bir inanç ve vicdan konusu olmaktan çıkartıp sosyalleştirme ve siyasileştirme çabalarına girişmelerini yanlış bulmaktadır. Altan Deliorman’a göre Türk toplumu her zaman doğmalardan ve sapmalardan arındırılmış saf ve berrak bir dinî anlayışı tercih etmiştir (Deliorman, Orkun, Sayı: 36, Şubat 2001: 15).
Aile Unsuru
Altan Deliorman’a göre millî geleneklerimizi hâlâ en canlı şekilde muhafaza eden müesseselerden biri de aile kurumudur. Türk çocukları okul çağına kadar aile içinde millî terbiye almaktadır (Deliorman, Millî Işık, Sayı: 17, Eylül 1968: 8).
Kafesoğlu’nun tespitlerine göre Orhun Kitabeleri’nde “oğuş” diye geçen aile kurumu, Türk sosyal yapısının çekirdeğini oluşturmuştur. Kafesoğlu’na göre evlenme, kan akrabalığına dayalı, erkek ve kızın ana baba ocağından ayrı bir ev (aile) kurduğuna işaret etmektedir. Aile içi düzende çocuğu yetiştiren anaya saygı ile temellenen, baba otoritesinin geçerli olduğu bir hukuk düzeni ve tek zevcelilik hâkimdir. Zaten ailenin genişlemiş bir mekanizması Türk devletidir (Kafesoğlu, 2008: 56). Kafesoğlu, aileyi toplumsal hayatın merkezinde ve toplumsal bütünlerin çekirdeği olarak görmektedir. (Kafesoğlu, 1970: 109).
Toplumun temelini aile kurumuna dayandıran Altan Deliorman’a göre aile, öz itibarıyla bütün toplumlarda aynı karakterdedir. Ancak, fertlerin aile içindeki yerleri, aile hayatındaki anlayışlar bakımından, toplumdan topluma çok belirgin farklar görülebilmektedir. Altan Deliorman aileyi, kültürün nesilden nesle aktarılmasında en etkili kurum olarak görmüştür. Çocuk ana dilini, dinî terbiyesini, gelenek ve göreneklerini, ahlâkı, fazileti bu ortamda öğrenmektedir. Türk ailesi, fertler arasındaki bağlılık, dayanışma, himaye ve kollama duygularının varlığı ile kendisini göstermiştir. Önceleri genellikle, geniş aile biçiminde olan Türk aile yapısı zamanla küçük (çekirdek) aile tipine dönüşmüştür. Günümüzde ise, sosyal ve iktisadî şartların değişmesiyle küçük aile anlayışı yaygınlaşmıştır. Millet, bir bakıma, fertlerden çok ailelerden meydana gelmektedir. Altan Deliorman, milletin ana karakterini aile hayatı içerisinde görmüştür. Aile hayatı da millet hayatı gibi sürüp gitmektedir (Deliorman, Orkun, Sayı: 36, Şubat 2001: 15-16).
Sanat ve Politika Unsuru
Altan Deliorman’a göre sevinç, keder, öfke, heyecan, umut gibi duygular, olaylar karşısındaki tepkiler ve düşünceler sanat yoluyla aktarılmaktadır. Altan Deliorman’a göre sanat millî karakteri yansıtmaktadır. Ancak sinema, tiyatro, heykel gibi kısmen teknik imkânlara ihtiyaç gösteren sanat alanlarında, milletler arası unsurlar bulunabilmektedir. Sanatı iklim, coğrafya, çevre şartları da etkilemiştir. Bu anlamda Türklerin eski sanatları “bozkır” kültürünün etkisinde kalmıştır. Bu yüzden de buluntularda hayvan figürleri oldukça fazladır. Hayvan figürleri halı motiflerine süs eşyalarına yansımıştır. Eski Türkler bozkırlarda sürekli hareket hâlinde olduklarından, daimî barınaklar yapmamışlardır. Eski Türklerle, Çinlilere, Mayalara, Mısırlılara ve Grekler ile Romalılara ait heykeller millî karakterleri itibarıyla birbirlerinden farklıdır. Uygur, İran, Osmanlı ve Batı minyatürleri kendine özgü üslûplara sahiptir. Müslüman ülkelerde cami mimarisi de farklılıklar göstermektedir. Her ülkenin kendine özgü millî zevki vardır (Deliorman, Orkun, Sayı: 36, Şubat 2001: 16).
Politikayı, ülke yönetiminde bir araç olarak gören Altan Deliorman, 1980’li yıllardaki bir makalesinde, milletin hür, müreffeh ve mutlu olması için politikanın gerekli olduğunu vurgulamıştır. Ancak bütün hayatı politikaya bağlamamak gerekir. Politik kurumlar geçicidir ancak sanat eserleri paha biçilemez varlıklar olup uzun süre ayakta kalabilmektedir. Altan Deliorman’a göre millî politika[2], millî kültür değerleri üzerine oturtulmalıdır. Toplumun, millî kültür değerleri varken, yabancı kültür ögeleriyle donanmasını aykırı bulan Altan Deliorman, sanata ters düşen bir politikanın da karşısında yer alacağını belirtmiştir (Deliorman, Boğaziçi, Sayı: 4, Ekim 1982: 13).
Altan Deliorman, bir makalesinde politikaları “millî politika” “devlet politikası” ve “hükûmet politikası” olmak üzere üç katagoride değerlendirmiştir. Bu değerlendirmeye göre, Millî politika, milletlerin yüzlerce yıllık geleceği düşünülerek düzenlenir ve kısa zamanda değiştirilemez. Devlet politikası, içte ve dışta Anayasa çerçevesinde, devletin izleyeceği politikaları, yetkilerini ve yükümlülüklerini ortaya koyar. Hükûmet politikası ise, hükûmet programlarının, esasını oluşturur, kısa vadeli hedefler içindir. Hükûmetler değiştikçe, hükümet politikaları da değişir. Bazen, koalisyon hükûmetlerinin tabiatına göre bile değişiklik gösterebilir. Altan Deliorman’a göre Türk devleti yıllarca, millî politika oluşturamamıştır. Millî politika oluşturabilmek için de yabancı modeller aramaktan vazgeçmek gereklidir (Deliorman, Orkun, Sayı:41 Temmuz 2001: 8).
Hukuk ve Ahlak Unsuru
Altan Deliorman’a göre “hukuk” ve “ahlak” milletin kültürünü oluşturan iki ögedir. Hukuk ve ahlak ilkelerin millî nitelikte olması önem taşımaktadır. Bu duruma göre bir milletin kültürüne yabancı özellikler taşıyan ahlak veya hukuk anlayışı kabul edilemez. Hukuk ve ahlak ilkeleri, yozlaşmaya açık bir durum arz eder. “millî karakter” kaybedildiği zaman toplumun ahlaki ve hukuki düzeni çökebilmektedir. Ahlaki vecibelere ve faziletlere yabancılaşmış toplumlarda yolsuzluk, soygun, vurgun, rüşvet, iltimas, suiistimal gibi durumların ortaya çıkması muhtemeldir. Altan Deliorman’ın tespitlerine göre milletlerarası değerler olarak görülen hukuk ve ahlak anlayışı, milletler arasında farklılıklar göstermektedir. Eski Türklerin hukuk ve ahlak anlayışı, Eski Yunan ve Roma’dan farklıdır. Eski Yunan ve Roma’da “zina fiili” olağan bir durum sayılıp ceza gerektirmez iken, Eski Türk toplumunda en büyük ahlâksızlık sayılmakta ve idamla cezalandırılmaktadır. Altan Deliorman’a göre, bugünkü Türk toplum düşüncesi, Batı tipi aile hayatını, Türk toplumunun ahlaki karakterine uymadığı için yadırgamaktadır. Türk toplumunda ahlak ve hukuk bütündür. Başkalarının malına, canına saldırmamak ahlaki bir vecibe olmakla beraber, yapılacak saldırılar kanunlarca suç sayılmıştır (Deliorman, Orkun, Sayı: 36, Şubat 2001: 16).
Görüldüğü gibi Altan Deliorman, hukuk ve ahlak ilkelerini, Türkçülüğün ahlak ilkelerine göre açıklamıştır. Bu ilkelerin işlememesi veya yozlaşması durumunda toplum sıkıntıya düşmektedir. Toplumsal ahlak ve hukuk sisteminin zarar görmesi ile toplumsal barış da bozulacaktır.
Altan Deliorman’ın toplumdaki ahlaki yozlaşma ile ilgili olarak, 2000’li yılların başında kaleme aldığı bir makalesine göre, toplumda bir soygun düzeni sürüp gitmektedir. Bu düzende, manevi hayat da büyük yara almış, toplumda namuslu dürüst insanların davranışları kabul görmeyerek, soygun düzeninin mimarlarının davranışları yüceltilmektedir. Altan Deliorman’a göre ahlaki yozlaşma sonucunda görülen bu durum siyaseti de etkilemiştir. Siyasette önemli bir mevkii tutma, aynı zamanda soygun düzeninden bir pay kapmakla eş anlamlı hâle gelmiştir. Devlet hazinesinden para kaçırarak devleti soyanların meydana getirdiği ekonomik tahribatın bedelini de vergi mükellefi halk karşılamaktadır. Altan Deliorman’a göre bu gelişmelerin sebeplerini araştıracak sosyologlara ihtiyaç vardır. Bu durum, Türk milletinin karakteriymiş gibi hüküm sürmesi hâlinde, devlet payidar olamayacak, arazi, çek senet, ihale, orman vb. mafyası her alanda baş gösterecektir. Herkesin dilinden düşmeyen demokrasi bu gibi sahte düzenlerle zedelenecektir. Türk ekonomisi bundan zarar görecektir. Altan Deliorman, devlet kurumlarının zedelendiği böyle bir durumda Türkçülüğün ahlak ilkelerinin sert ve müsamahasız olduğunu, devleti soyanların, halkı sömürenlerin, hoş görülmesinin Türkçülükle bağdaşmayacağını, soygun düzeninden kurtulmanın tek çaresinin de Türkçülük olduğunu ifade etmiştir (Deliorman, Orkun, Sayı: 29, Temmuz 2000: 4).
1.2. Altan Deliorman’ın Millî Ruh, Millî Şuur ve Millî Vicdana Bakışı
Altan Deliorman’a göre, “millî ruh,” milletin manevi dünyasıdır. Sevinçte, kederde, coşkuda, tasada ortaya çıkan reflekslerle kendini göstermektedir. Ona göre Kurtuluş Savaşı’ndaki direnme ve zafer azmi, millî ruha örnektir. Yine Kıbrıs Barış Harekâtı’nda (1974) millî ruh ayağa kalkmıştır. Millî şuur, millî değerlerin fertler tarafından gerektiği gibi anlaşılıp benimsenmesiyle ortaya çıkmaktadır. Millî şuurla hareket eden toplumlar, dış etkilere karşı daha duyarlı davranır, tehdit ve tehlikeleri isabetle teşhis ederler. Millî şuur, milletin bütün fertlerini kapsayan dayanışma ruhunu güçlendirir. Böylece, birlikte yaşama iradesi yaygınlaşır ve kuvvet kazanır. Altan Deliorman’a göre millî vicdan, “kişinin içinde bulunduğu topluma aidiyetinin bir sonucu olarak, yaptığı davranışlar hakkında bir yargıya varma” duygusudur. Toplumca benimsenmiş kabullere aykırı davranışlar, niyetler, tutumlar millî vicdanı incitir ve toplu tepkilere sebep olur. Millî benliğinden uzaklaşmış aydınlara, milletimiz tepki gösterir. Bütün bu durumlar karşısında kişilerin, toplum sorunlarına çözüm üretmeye dönük, adalet anlayışına, sosyal ve iktisadi dayanışmanın sağlanmasına, yönelik eylemleri millî vicdanın sonucudur. Olağanüstü durumlarda toplumun bireylerinin maddi ve manevi değerlerini korumak ve savunmak amacıyla yaptığı davranışlar da toplumun millî vicdanı ile açıklanmaktadır. Millî vicdan, toplumun güvenlik, birlik ve beraberlik ihtiyacını karşılamaktadır. Topluma genel bir mutluluk havası veren millî vicdan, yine toplum tarafından nesilden nesile aktarılmaktadır (Deliorman, Orkun, Sayı: 36, Şubat 2001: 16-17).
1.3. Altan Deliorman’a göre Türk Adı, Türk Milleti, Türk Birliği ve Bütün Türklük İdeali
Türk Adı
Altan Deliorman’a göre Türk kelimesi eskiden “Törük” şeklinde ifade edilmiştir. 6-8. yy.de “Türük” ve daha sonra “Türk” şeklini almıştır. Orhun Yazıtları’nda “Türük ve Türk” söylenişlerinin her ikisine de rastlanmaktadır. Türk sözünün türemekten geldiğini iddia edenler olmuştur. 5. yy.e ait bir Pers metninde Türkler için “Turanlı” kelimesi kullanılmıştır. “Türk” sözcüğünün eski bir belgede “kuvvet” anlamına geldiği ortaya çıkmıştır. Türk adını ilk kullanan devlet, Göktürkler’dir (Deliorman, 2010b: 20).
Türk Milleti ve Türk’ün Özellikleri
Altan Deliorman’a göre Türk milleti, tabii ve sağlam unsurlardan meydana gelmiştir. Altan Deliorman, Türkçülüğün millet görüşünü şöyle açıklamıştır: “Türklüğün maziden gelip geleceğe akan tarihî seyrinin maddi ve manevi bütün değerlerini taşıyan ve bunları benimseyen fertlerin meydana getirdiği topluluğa Türk milleti denir.” (Deliorman, Orkun dergisi, Sayı: 36, Şubat 2001: 14-17).
Altan Deliorman’a göre Türk insanı nizamsever, meşruiyete taraftar, hak ve hukuka riayet eden, barıştan yana ve verdiği sözü namus sayan bir yapıya sahiptir. Türk insanı bu durumu gerek şahsi hayatında ve gerekse devlet politikasında en büyük prensip olarak algılamaktadır. Altan Deliorman’ın aktarımlarına göre Türk töresi, en geçerli olduğu zamanlarda bile, sözlü olarak kalmış, yazıya geçirilmemiştir. Töreye uyulmaması durumunda, ağır cezai müeyyideler uygulanmıştır. Türkler teşkilatçı bir yapıya sahip millet idi. Türk toplumunda ayrıcalıklı kimselere de rastlanmamaktaydı. Bu yüzden Kağan’dan basit bir yurttaşa kadar, herkes eşit idi. Bu yüzden de Türk toplumunda kölecilik, derebeylik, sınıf mücadelesi gibi durumlar görülmemiştir. Altan Deliorman’a göre Türk devletlerinde Türk olsun, olmasın toplumun bütün farklı unsurlarının sükûn içinde yaşamaları arzulanmıştır. Bu durumun sonucu olarak Türkler kolay devlet kurup, yönetmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman milletin siyasi adı “Türk” olarak kanunlardaki yerini almıştır. Bu kanunlarda “Türkiye sınırları içinde yaşayan herkes Türk’tür.” denilmekteydi. Altan Deliorman’a göre bu adlandırma “toplayıcı” niteliktedir. Yoksa Kürt, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Gürcü vb. soylardan gelenleri kendi soylarını inkâra zorlayan bir uygulama değildir. Onlar yakın veya uzak geçmişin kalıntıları ile soylarının hatıralarını devam ettirebilirler. Bunu önlemenin gereği olmadığı gibi bunu uygulamak da zor bir iştir. Esasen bu gibi topluluklar bir iki nesil sonra kendilerini tamamen “Türk” hissedeceklerdir. Devlet bu gelişmeyi sağlayacak tedbirleri almakla yükümlüdür (Deliorman, Dünden Gelen Sesler Türk’ün Öz Rejimi 148. sayı, Orkun Türkçü İnternet Dergi Sayı:175, http://www.orkun.com.tr/ 13.05.2013).
Bu duruma göre Altan Deliorman, Türk milliyetçiliğinin Türk devleti içinde yaşayan diğer unsurların varlığını asla inkâr etmediği gibi, bu unsurların varlıklarını devam ettirmelerinin engellenmesinin söz konusu olmadığı inancındadır. Türk kelimesi bütün bu unsurların ortak paydasını oluşturmaktadır. Kanımızca bütün unsurların kendisini Türk hissetmesi, aidiyeti güçlendirecek, birlik ve beraberliği sağlayacaktır. Yoksa tek tek bütün unsurların soylarını öne sürerek ayrımcılığa yönelmeleri durumu, milletin topyekûn çöküşüne neden olacağı söylenebilir.
Altan Deliorman Türk’ün özellikleri açısından “şahsiyet” kavramını önemli görmüştür. Altan Deliorman’a göre şahsiyet, doğruları gönülden ifade edebilme ve savunabilme gücüdür. Ona göre şahsiyetli insan maddeye değil, maneviyata önem verir. Şahsiyetli insan yiğit (Alp) tir. Ancak asla kabadayı değildir. Şahsiyetli insan “diktacı” ve özgürlük düşmanı bir karektere sahip olmayan, müsamahalı, saygılı, medeni cesarete sahip örnek bir insandır (Deliorman, Şahsiyet ve Ülkü 147. sayı, Orkun Türkçü İnternet Dergi Sayı: 175, http://www.orkun.com.tr/ 26.05.2013).
Dr. Alexis Carrel (1873-1944), şahsiyete ilişkin olarak şöyle demekteydi: “Bencillik, cimrilik ve ihtiras; şahsiyeti kısırlaştırır, manevi duyguyu karartır, zekâyı söndürür.” (http://www.edebiyatkultur.com/yabanci-yazarlar-sairler/76-yabanciyazarlar-sairler/321-dr-alexis-carrel.html/ 24.11.2013). Altan Deliorman da şahsiyetli insanın diktatör olamayacağı yönündeki düşüncesi ile Carrel ile aynı paralelde düşünmektedir. Çünkü Carrel bu sözüyle bir diktatörde var olan nitelikleri de ifade etmiş olmaktadır. Bu anlamda medeniyetin şahsiyet sahibi insanlara ihtiyacı bulunmaktadır. Şahsiyet sahibi insanların çabaları ile medeniyet sürekli ilerleyecektir. Aksi durumda maddi menfaatlerine sımsıkı sarılmış maddiyatçı kişilikler elinde şahsiyet de yok olacaktır.
Türk Birliği
Altan Deliorman’a göre Türk birliği ve Türkçülüğün ilk izlerine Türk destanlarında rastlanmaktadır. Türk destanlarında doğal afetler, göçler, savaşlar anlatılmıştır. Sonradan yazıya dönüşen Türk destanları, toplum hafızasında yeniden şekillenerek, motif ve sembolleri zaman içinde değişerek kuşaktan kuşağa intikal etmiştir. Oğuz Destanı’nda Metehan’ın seferleri, Bozkurt Destanı’nda Türk milletinin nasıl kurtulduğu, Ergenekon Destanı’nda Demirdağ’ın nasıl eritildiği işlenmektedir (Deliorman, 2010b: 13).
Altan Deliorman’a göre, birçok tarihçinin de ittifakla teyit ettiği gibi, Orta Asya Türk tarihinde “Türk birliği” ilk kez, Mete Han tarafından Asya’daki bütün Türk boyları birleştirilerek gerçekleştirilmiştir. İkinci kez Türk birliği, Batı Göktürk hükümdarı Tardu zamanında gerçekleştirilmiştir. Kapağan Kağan, Türk birliğini üçüncü kez gerçekleştiren Türk hükümdarıdır. Zaten Turancılığın ülküsü, “Türk birliği”dir. Altan Deliorman, Çinlilerin himaye teklifine karşı İşbara Kağan’ın verdiği cevabı, Türklerde millî şuura örnek olarak göstermektedir. İşbara Kağan, Çinlilerin, “Kıyafetlerinizi ve dilinizi değiştirin.” önerisine “Bizim âdetlerimiz ve geleneklerimiz o kadar eskidir ki, ben şimdiye kadar bunları değiştirmeye cesaret edemedim. Bütün millet aynı kalbi taşıyor.” demiştir (Deliorman, 2010b: 25). Hohanyeh devrinde Çiçi’nin Çin’in himaye teklifine verdiği cevap bir başka millî şuur örneğidir. Altan Deliorman bu durumu şu şekilde aktarmıştır:
“Çiçi şöyle demişti: Cesarete karşı hayranlık duymak, bağımsızlığın feda edilmesini ise yüz kızartıcı bir şey saymak bizim geleneğimizdendir. Atalarımızdan toprağıyla beraber devraldığımız devletimizi, bağımsızlığımızı feda edemeyiz. Mücadele edecek savaşçılarımız hâlâ varken devletimizi korumalıyız. Göktürkler döneminde yaşanan “Kürşad İhtilali” millî şuurun diğer bir örneğidir. 630 yılında Eski Göktürk Kağanı Yehu’nun oğlu olan Kürşad ve otuz dokuz arkadaşının, Türklerin ana yurtlarına dönmelerini sağlamak için Çin Sarayı’na yaptıkları baskın, Türklerde bağımsızlık ateşini alevlendirmiştir.” (Deliorman, 2010b: 21-22). Bu olaydan sonra, Çinlilere karşı verilen mücadelenin ardından Kutluk Devleti’nin kurulması, millî şuurun sonucudur.
Türk devlet hayatında İlteriş “millî kahraman” olarak görülmüştür. Ancak Türk devletlerinde Kağan’ın dışında bazı devlet adamlarının ileri görüşlü olmaları, millî şuuru ayakta tutmuştur. Altan Deliorman’ın aktarımlarına göre bu durumun bir örneği Kutluk Devleti zamanında yaşanmıştır. Bilge Kağan’ın Çin saldırılarına karşı tedbir olarak düşündüğü “Şehirlerin etrafına sur çekelim.” önerisine, Vezir Tonyukuk, “Kalelerin surların içine kapanırsak Çin bizi kuşatır. Bizim hayat tarzımız bozkırdır. Bu da bizi devamlı savaş egzersizi içinde tutar.” demiştir. Bilge Kağan’ın Budizme girme önerisine de karşı çıkan Tonyukuk ise, “Bu dinlerin her ikisi de insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zayıflatır. Kuvvet ve savaşçılık yolu bu değildir. Türk milletini yaşatmak istiyorsak bu öğretilere ve bunların tapınaklarına ülkemizde yer vermemeliyiz.” demiştir. Bilge Kağan Yazıtı’nda geçen “Türk Oğuz beyleri, milleti işitin. Üste gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilir?” şeklindeki sözler, Türklük sevgisinin, Türk milletine duyulan güvenin ifadesidir. (Deliorman, 2010b: 23-24).
Altan Deliorman, Türkçülüğün asli unsurlarını bazı ölçütlere bağlamıştır. Bunlardan ilki, Türk milletinin bir ve bütün olarak tek bayrak altında toplanmasıdır. İkinci ölçüt, Türk milletinin hiçbir dış etkinin etkisinde kalmadan mutlak surette hür ve bağımsız yaşamasıdır. Üçüncü ölçüt, Türk milletinin ekonomik bakımdan çok güçlü olarak yaşamasıdır. Dördüncü ölçüt, Türk milletinin tabiat şartlarına bağlı kalmaktan kurtulup refah içinde yaşamasıdır. Ekonomik bakımdan güçlü olmak, askeri ve siyasi bakımlardan da güçlü olmanın temel şartıdır. Askerî ve siyasi bakımdan güçlü olmak ise bağımsızlığın korunmasında en önemli etkendir. Altan Deliorman’a göre Türkçülüğün temel hedefi, Türk milletinin varlığının sonsuza dek devam etmesini sağlamaktır. Türkçülük, Türk devleti sınırları dışındaki Türk topraklarının Osmanlı Devleti’ne veya Türkiye Cumhuriyeti’ne katılması iddiasında da bulunmamıştır (Deliorman, 2010b: 9).
Altan Deliorman’a göre, Türk birliğini gerçekleştirme ideali, Türk dünyası dışındaki ülke yazarlarının da dikkatini çekmiştir. 26 Kasım 1965 tarihli Newyork Times gazetesinde, gazetenin sahibi ve yazarı C. Sluzberger tarafından yayımlanan “Büyük Türk” adlı makale o günlerde Altan Deliorman tarafından anlamlı bulunmuştur. Altan Deliorman’a göre makale, Sovyet ve Çin emperyalizmi üzerinde durmakta, Çin’in ve Türklerin durumuna işaret etmekteydi. C. Sluzberger, milliyetçilik akımının Sovyetler’de ilerde bir Türk problemi doğuracağını iddia etmekte, geçmişte Enver Paşa ve Türk ihtilalcilerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Balkanlar’dan Çin’e kadar uzanan yerlerde “Pan Türk” devleti kurmayı hayal etmiş olmalarını bu iddisına kanıt olarak göstermektedir. Altan Deliorman’ın aktarımlarına göre Sluzberger, “Bugün bile Türkçe konuşan bir insan, Bulgaristan’dan at ile Doğu Türkistan’a kadar gitse yol boyunca derdini anlatabilir.” demektedir. Sluzberger, bir Macar Şarkiyatçısının “Balkanlar ile Çin arasında Türk ahdi için, Anadolu ve Azarbaycanlılar, Türkmenler, Özbekler, Kırgızlar, Tatarlar, büyük bir Türk devleti oluşturabilecek bir gruptur.” dediğini ifade etmekteydi. Sluzberger’e göre, Panturanizm Türkiye’de unutulmuş da olsa Türkler arasında devam etmektedir. Türk millî şuuruna, eski bir dünya devleti olma düşüncesi hâkimdir. Moğolistan’dan Avrupa’ya ağır ve emin adımlarla ilerleyen, önüne çıkan kapalı toplumları ezip, eyerlerinin altında at çatlatan eski Türkler, hep gittikleri yöne batıya bakmışlardır. Ayrıca yazar, büyük Türk’ün Asya’daki varlığının unutulmaması gereğine dikkati çekerek o yıllardaki Amerikan-Sovyet rekabetine dayalı dönemin yerini, gelecekte Çin’in ağırlığının hissedileceği bir dönemin alacağını ifade etmiştir. (Deliorman, Millî Işık, Sayı:17, Eylül 1968: 14).
Çin’in bugünkü durumu dikkate alındığında 1960’lı yıllardaki bu tespitlerin anlamlı ve isabetli olduğu kanısındayız.
Altan Deliorman, Sluzberger’in bu tespitlerine karşılık, şimdiki ortamda Enver Paşa tarzı bir Turancılığın olmadığını, dünyadaki tutsak Türklerin bağımsızlığını savunmak Turancılık olarak görülüyorsa, aklı başında her Türk’ün her Türk aydınının, her Türk milliyetçisinin “Turancı” olduğunu ifade etmektedir.[3] Altan Deliorman’a göre Türkiye’de Turancılık bir bakıma hükûmet politikalarına da girmiştir. Türk hükûmetlerinin, Kıbrıs, Bulgaristan ve Batı Trakya’da yaşayan Türklerin meseleleri ile ilgilenmesinin, bu durumun bir göstergesi olduğu kanaatindedir. Ona göre Türkiye dışındaki Türklerle ilgilenmeyi neredeyse vatan hainliği sayan, kültür emperyalizmi ile beyinleri yıkanmış bir yığın “sözde aydın”, Türklerin hakiki bir güç oluşturabileceğini “haince bir aşağılık duygusu içerisinde” kabullenmemektedir (Deliorman, Millî Işık, Sayı:17, Eylül -1968: 15).
Bütün Türklük İdeali
Altan Deliorman, Türklüğü sadece “Misak-ı Millî” sınırları içerisindeki bir nüfus toplamı olarak görmemekte, Türkiye sınırları dışında da Türklerin yaşadığı gerçeğinin inkâr edilmesinin, millî menfaatler açısından tehlikeli ve zararlı ve sonuçlar doğuracağı düşüncesini taşımaktadır. Ona göre “Bütün Türklük” idealinin dayanağı, Türklerin çok geniş bir coğrafyada, başka milletlerin tahakkümü altında yaşamasıdır. Asya’nın doğusundan Balkanlar’a kadar uzanan coğrafyada Türklerin hepsi bağımsız bir şekilde yaşama imkânına sahip değildirler. Bütün Türklük ideali, geniş bir coğrafyada yaşayan Türklerin bağımsızlıklarına kavuşmalarını, mutlu ve müreffeh bir şekilde yaşamalarını amaçlamaktadır. Birlik ve beraberliğin sağlanmasında, milleti meydana getiren ögelerin başında dil unsuru gelmektedir. Topluluklar farklı soylardan gelseler bile aynı dili konuşurlarsa kendilerini aynı milletten sayarlar. Fakat dil farklılaşırsa yüzyıllar sonra topluluk kendini farklı milletten saymaya başlayacaktır. Farklı milletlerin egemenliğinde yaşayan Türklerin, Türklüklerini unutturmak için yapılan faaliyetlerin başında hâkim milletin dilinin öğretilmesi gelmektedir. Sovyetler Birliği’nde çeşitli etnik topluluklar Rusçanın zorla kabulü ile temsil edilmeye çalışılmaktadır. Durum Çin, İran ve Irak’ta da aynıdır. Altan Deliorman’a göre dil birliği olmadan siyasi birliğin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu anlamda Gaspıralı ömrünü Türkleri ayrılıklardan kurtarmaya ve Türk birliğini sağlamaya harcamıştır. Altan Deliorman’a göre, Türkiye sınırları dışında kalmış Türkler bir soy birliğine sahiptir. Balkanlar’a yayılmış Türkler “Evlad-ı Fatihan” diye anılmıştır. Rumeli Türkleri, Avrupa’nın Türkleşmesi için çalışmışlardır. Evlad-ı Fatihan bu Türklerin çocuklarıdır. Yugoslavya ve Bulgaristan’da komünist zulme dayanamayıp, oralardan ayrılmak zorunda kalan Türklerin Anadolu’ya göç etmeleri Türkiye’de kendilerini güvende hissetme inancından kaynaklanmıştır. Altan Deliorman’a göre, “Türklük bir bütündür, parçalanamaz.” Bütün Türklük deyimi yapıcı, birleştirici ve toplayıcı bir anlam zenginliğine sahiptir (Deliorman, Millî Işık, Sayı: 12, Nisan-1968: 22-24).
1.4. Altan Deliorman’a Göre Gelecekte Türkçülük
Altan Deliorman, geleceğin Türk toplumunun yapısına ahlak ve fazilet değerlerinin egemen olacağı anlayışını taşımaktadır. Gelecekte, Türkçülüğün sert olan ahlak anlayışı uygulandığı zaman Türk milletinin sahibi olduğu yer altı ve yerüstü zenginlikleri daha iyi korunabilecektir. Bir başka ülke devlet adamları Türkiye’nin iç işlerine karışma cesareti bulamayacaklardır. Bayan Miterand’ın Türkiye’ye bir müfettiş edası ile gelip Güneydoğulu vatandaşlar hakkında nasihatler vermesi örneğinde olduğu gibi, bu tür gelişmeler yaşanmayacaktır. Asgari müştereklerin alanı genişleyecektir. Böylelikle millî birlik daha da güçlenecektir. Gelecekte demokrasi anlayışı da düzelecektir. Altan Deliorman’a göre günümüzdeki demokrasi halkın gerçek iradesini temsil edememektedir. Seçilen milletvekillerinin parti üst yönetimlerinin sözünden çıkmaması da demokraside olmaması gereken bir durumdur. Altan Deliorman’a göre demokrasinin evrensel olan değerlerinin millî karektere uygun olması gerekmektedir. Bu anlamda Türkiye’de de bu yapının oluşturulmasını talep etmektedir. Altan Deliorman’a göre gelecekte millî onur titizlikle korunacaktır. Ermeni ve Kıbrıs konusundaki iddialar karşısında devlet olarak millet olarak iddialara ilmen cevap verecek düzeye gelinecektir. Politikadaki bütün yanlışlıklar düzelecektir. Altan Deliorman’a göre bütün yanlışlıkların düzelmesi için gereksirse Türkçülerin her biri, bir “Atatürk” olmaya mecburdur (Deliorman, Orkun, Sayı: 41, Temmuz-2001: 9).
Altan Deliorman, Türkçülüğün geleceğe bakışını, “Bütün Türklük” ideali için tarih şuuru, millî kültür ve millî çıkar anlayışları temelinde değerlendirmektedir. Bu değerlendirmelere göre Türkçülüğün gelecekte nihai hedefi ve Türk birliğinin asıl gayesi “Tek millet, tek devlet” olmaktır. Ancak, yabancı hâkimiyetinin kültür birliğini zayıflatmış olmasından dolayı bunun gerçekleşmesi zor bir süreçtir. Dil birliği büyük ölçüde korunmuş olmakla beraber, lehçe farklılıkları devam etmektedir. Alfabe birliğinin sağlanması, ekonomik iş birliğinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Doğalgazı Türkmenistan’dan daha ucuza almak varken Rusya’dan daha pahalıya almak gibi ekonomik yanılgılara düşülmemesi gerekmektedir. Siyasi ittifaklar, federasyonlar ve askerî paktlar, büyük Türk devleti yolunda aşılması gereken safhalardır. Bu da devlet yönetiminde ciddiyet, irade sürekliliği ve kararlılıkla sağlanacaktır (Deliorman, Orkun, Sayı: 41, Temmuz 2001: 7-9).
[1] Ziya Gökalp’e göre eski Türklerin dinleri ile ilgili dört tasnif vermektedir. Fezanın her yönü şarkta, garpte, şimalde, cenupta, her yön bir hayvanı ifade etmekteydi. Yine bu yönlerin her biri mevsimleri ifade etmekteydi (Gökalp, 1976: 24-34).
[2] Kafesoğlu’na göre millî siyaset, millet tarifine uygun olarak hem devlet coğrafyasının hem de devlet siyasetinin hudutlarını aşar yapıda, her zaman değişmeyecek hükûmet ve devlet siyasetinin çok üstünde bir politika anlayışıdır. Devlet, bu millî siyasetin sözünden çıkamaz (Kafesoğlu, 1970: 151). Bir millî siyasetin oluşturulamadığı kanısında olan Altan Deliorman’ın politikalar konusundaki açıklamaları İbrahim Kafesoğlu’nun bir eserinde açıkladığı bilgilerle aynı paraleldedir (Bk. Kafesoğlu, 1970: 149-155).
[3] Bilindiği gibi Enver Paşa’yı “Turancı” düşüncelerinden dolayı “hayalperest” olarak adlandıranlar olmuştur. Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa’nın ihtiras adamı mı yoksa hayal adamı mı olduğu noktasında ruh yapısında hepsinin var olduğu görüşündedir. (Aydemir, 1972: 688).