Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Kırk Asırlık Türk Yurdu „ dediği ve anavatan topraklarına katmayı arzuladığı Hatay 23 Temmuz 1939’da, politik yollarla kesin sonuca ulaşmış ve anavatan sınırları içine alınmıştı.
Ankara Antlaşması
Osmanlı Ordusu, 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinden sonra, İngilizler, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak 25 Kasım 1918’de İskenderun Sancağı’na bir miktar asker çıkarıp 5-6 gün kentte kaldıktan sonra çekilerek 7 Aralık 1918 tarihinde, Antakya’ya giren Fransız askerlerine işgali devrettiler. Ankara hükûmeti ile 9 Haziran 1921 tarihinde başlanan görüşmelerin, 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile bir uzlaşma ortamına girmesi üzerine, Antakya’da Fransız yönetimine karşı sürdürülen direniş faaliyetine bir süre ara verildi. Ankara Antlaşması ile Suriye sınırları içinde kalan İskenderun sancağına özel bir idare şekli tanınmıştı. Türk parası orada resmi niteliğe haiz olacak ve Sancak halkı millî kültürlerinin korunmasında her türlü kolaylıktan yararlanacaktı.
Misak-ı Millî sınırları içinde olmasına rağmen Millî Mücadele sırasında Fransa ile silahlı çatışmanın durdurulması pahasına Hatay’ın Türkiye sınırları dışında bırakılmasına göz yumulmuştur. 16 Ekim 1921 günü Meclisin gizli oturumunda tartışılan söz konusu İtilafname ile ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa ‘’Misak-ı Millî’mizde muayyen ve müspet hat yoktur. Kuvvet ve kudretimizle hat, hatt-ı hudut olacaktır.’’ Sözleriyle ileride gücümüz doğrultusunda gerekeni yaparız demek istemiştir.
Yeni Türkiye devletinin sınırlarını çizen, bağımsızlığını sağlayan Lozan Antlaşması’nda esaslı bir şekilde ele alınmayan ve bu nedenle yöre halkının umutsuzluğa sevk eden Hatay’ın çilesi yalnızca Hatay’da değil, ana vatanda da çekilmekteydi.
Atatürk 15 Mart 1923’te Adana’ya yaptığı seyahat esnasında Antakya ve İskenderunlular kendisini siyah giyinerek karşılamış, bu grubun arasında dört kadın “Gazi baba bizi de kurtar!” yazılı bir pankartla yolunu kesmişlerdi. Atatürk o esnada söylediği “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz.” sözünü söyleyerek oradaki kalabalığı duygu seline boğmuştur.
Bölgedeki huzursuzlukların Milletler Cemiyetinde yaptığı etkiler sonucu 1926 yılında Fransızlar, İskenderun’da bir hükûmet kurulması teklifini gündeme getirdiler. Başkanlığına da Ahmet Türkmen'in adaylığına karşılık, İskenderun Sancağı‘nda Fransız olağanüstü komiserinin delegeliğini yapan H. Duriex'in getirildiği bağımsız İskenderun hükûmeti, gördüğü tepkiler karşısında kısa bir süre sonra ismini Kuzey Suriye hükûmeti olarak değiştirme kararı aldı.
Fransa Çekiliyor
Fransa’nın 1936’dan itibaren Suriye ve Lübnan’dan çekilmesi ve buraların yönetimini Suriye ve Lübnan’da yeni devletlere bırakması Hatay sorununu Türkiye’nin gündemine taşıdı. Suriye ile Fransa arasındaki Suriye’ye bağımsızlık veren antlaşmada, Suriye’de Fransız mandasının son bulduğu belirtiliyor ancak İskenderun’un durumundan söz edilmiyordu.
Türkiye’de bu durum sancağın kaderi hakkında genel bir kaygı uyandırdı. Türk hükûmeti Sancak Meselesinin önemini vurgulayarak Milletler Cemiyeti toplantısında 6 Ekim 1936’da ve daha sonra da 9 Ekim 1936’da Fransa’ya nota vererek “durumun kabul edilemeyeceği ve sancağa otonomi verilmesini” istedi. Atatürk de Hatay’ın Türk ulusal politikasındaki önemini sürekli vurgulamış ve bu davanın takip edileceğini, mutlaka millî çıkarlara uygun olarak çözüleceğini konuşma ve direktiflerinde belirtmiştir:
“Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun- Antakya ve havalisinin mukadderatıdır.. Bunun üzerinde, ciddiyetle ve katiyetle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler.”
Bu sırada Hatay’daki Türkler de hareketlenerek Türkiye’ye büyük destek verdiler, Türk kamuoyu ayağa kalktı ve gösteriler düzenlendi. Mustafa Kemal Atatürk davaya destek vermek amacıyla Ocak 1937’de Konya’ya ve oradan Ulukışla, Mersin ve Adana’ya geldi.
1937 yılı başında Hatay’daki huzursuzluğu gündemine alarak görüşen Milletler Cemiyeti, “Her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey vermek hakkına sahiptir.“ maddesini içeren Türk tezini kabul etti ve yapılacak halk oylaması için Antakya’ya bir gözlemci heyeti gönderdi. Sayım işlerine 22 Temmuz 1938 tarihinde başlandı ve sayım işlemi 1 Ağustos 1938 tarihinde tamamlandı. Sayım sonucunda seçmen sayısı: Türkler 35.847, Aleviler 11.319, Ermeniler 5.504, Araplar 1.845, Ortodoks Rumlar 2.098, diğerleri ise 395 kişi olarak tespit edildi. Bu sayılara göre Millet Meclisi için: Türklerden 22, Alevilerden 9, Ermenilerden 5, Araplardan 2, Ortodoks Rumlardan 2 olmak üzere toplam 40 milletvekilleri adayları, seçilecek milletvekili sayısı kadar olduğundan, bunlar için seçim yapılmadı ve bu adayların tümü, 2 Eylül 1938 günü toplanan, Hatay Millet Meclisi milletvekili olarak meclise girdiler ve daha önce Atatürk tarafından aday gösterilen Tayfur Sökmen’i Hatay Devleti Cumhurbaşkanı olarak seçtiler. Dr. Abdurrahman Melek başbakanlığa atanırken, Abdülgani Türkmen Meclis Başkanı oldu. Beş bakandan oluşan Hatay Devleti hükûmeti, Hatay Millet Meclisinin 6 Eylül 1938'deki oturumunda güven oyu aldı.
Hatay Devleti
Hatay Devleti Millet Meclisi ilk açıldığı günden (2 Eylül 1938) Türkiye’ye katılma kararının alındığı 30 Haziran 1939 tarihine kadar 40 toplantı yapmış, bu toplantılarda 67 kanun çıkarmış ve hükûmet 203 kararname yayınlamıştır. Hatay Devleti’nin verdiği en son ve en önemli karar ise Türkiye’ye katılma kararı olmuştur.
Bir süre sonra Fransız idaresindeki Suriye Devleti ile Hatay Devleti arasında bazı konularda yetki ve yönetim açısından başgösteren anlaşmazlıklar giderek büyüdü. Manda yönetimi zamanından bu yana görev yapan bütün Fransız ve Suriyeliler, Türk yönetimince işten çıkarıldılar. 20 Ekim 1938 gece yarısı Fransızlar, kendilerine çıkarılan güçlükleri bahane ederek, Suriye Devleti'nin Hatay Devleti ile var olmayan sınırını kapattılar ve Hatay Devleti ile olan ilişkiyi dondurdular. Suriye hududunun Fransızlar tarafından kapatılması, öteden beri düşlenen, Hatay'ın ana vatana katılması hedefi için pek olumlu bir ortam yaratmıştı. Fransızların bu durumu sezip özür dileyerek Hatay Devleti ile olan sınırı tekrar açmalarına rağmen Hatay Devleti, Suriye Devleti ile olan sınırını açmadı. Bu gergin ilişkiler içinde, ana vatana katılma arzusu ile dolu sekiz ay geçti.
Türkiye Cumhuriyeti’nde 1939 yılında yapılan milletvekili seçiminde, Hatay Devlet Başkanı Tayfur Sökmen Antalya’dan, Başbakan Abdurrahman Melek ise Antep’ten milletvekili seçilerek TBMM'ye girdiler. Bu olay Hatay'ın ana vatana katılması hedefinin bir diğer adımını oluşturmakta idi. Zaten Fransa da bu konuya son zamanlarda ılımlı bakmakta, kamuoyununda da bu çözümün bölgedeki istikrar ve her iki devletin geleceği için en uygun yol olacağı görüşü ağırlık kazanmakta idi.
1939 Mart’ından itibaren Avrupa’da olayların savaşa doğru yön alması, Türk-İngiliz ittifakının ilk adımlarının atılması ve Batılıların Barış Cephesi çabaları dolayısıyla Fransa, Türkiye’nin ve Hataylıların isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. 23 Haziran 1939’da iki devlet arasında yapılan ile Fransa Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etti. Buna karşılık Türkiye de Suriye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı gösterecekti. Fransız askerleri de bir ay içerisinde Hatay’ı terk edecek, Hatay Devleti vatandaşları ülke değişikliği sebebiyle uyrukluk seçme hakkına sahip olacaktı. Temmuz ayında da Hatay Türkiye sınırları içine katılmasını tamamladı. Bu başarı, Türk dış politikasının ve Türkiye’nin yöneticilerinin kararlılığı, Avrupa’daki mevcut ortamın Türkiye tarafından başarı ile kullanılması, İngiltere ile Fransa’nın o dönemdeki dış politikalarının Türkiye’nin çıkarları ile uyuşması ile sağlanmıştır.
Böylece, Atatürk’ün sağlığında neticesini göremediği, büyük ülküsü olan Hatay meselesi, arzuladığı gibi politik yollarla kesin sonuca ulaştı.
Ancak Suriye 1950 yılından sonra yeniden politika değiştirerek Hatay konusunu gündeme getirmiş, Hatay’ın Suriye’den zorla alındığı konusunda propagandalara başlamıştır. Hatay topraklarını her türlü haritada kendi millî sınırları içinde göstermeye devam etmektedir. Yine Hatay konusunda Suriye 1983 yılından beri Suriye coğrafyası ders kitaplarında ülkenin kuzey sınırlarını ülkemizin güneydoğu sınırları içine kadar dayandırmış, Türkiye-Suriye sınırını, Dicle-Habur kavşağından başlatarak Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana ve İçel illeri çekinmeden gösterilebilmiştir.
Suriye bununla da kalmamış tıpkı Yunanistan’ın megalo-ideası gibi bu toprakların Türkiye tarafından silah zoru ile ele geçirildiğini iddia edebilmesi ve yayılmacı politikasının bir sonucu olarak bizden toprak talebinde bile bulunmuştur.. Bu çerçevede “Büyük Suriye” hayali ile hareket ederek Hatay konusunu sürekli iç kamuoyunda canlı tutmuştur. Suriye’nin bu politikasının temeli, bir kısım Arap ülkelerinin ve Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin de desteğiyle Türkiye’nin Orta Doğu’da güçlü ve etkin bir konuma gelmesini engellemek olduğu düşünülmektedir.
Suriye daima kendi sınırları içinde gösterdiği Hatay’ın Türkiye ‘ye geçmesini içine sindirememiş, 1970’li yıllarda Ermeni terör örgütü ASALA’yı, 1983’ten sonra da açıkça PKK’yı açıkça desteklemiştir. Günümüzdeki süreçte bir iç savaşa sürüklenmiş olan Suriye’nin artık epey bir süre Hatay ile ilgili bir taleplerinin olmayacağı açıktır. Suriye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Başta Atatürk olmak üzere Türk Devlet adamları, II. Dünya Savaşı eşiğinde, Orta Doğu ve Balkanlar’daki güç dengesinde Türkiye’nin taşıdığı ağırlığı yani jeopolitik konumunu çok iyi değerlendirmiş, herhangi bir savaşa yol açmadan Hatay’ı elde etmeyi başarmıştır.
Bu sonucun elde edilmesini sağlayan, hiç şüphe yoktur ki Hatay sorununu şahsi meselesi olarak gören, orada yaşayan halkın Türkiye vatandaşı olması yolunda verilmesi gereken en kararlı ve akılcı politikayı izleyen ve maalesef mutlu sonucu yasamaya ömrü yetmeyen Atatürk’tür.
Bu vesile ile vatan toprağı Hatay’ın ana vatana katılmasında rol oynayan herkesi rahmet ve minnetler anıyoruz. Darısı henüz sınırlarımız dışında olan diğer vatan topraklarının başına diyoruz.