İKTİBAS:
Müjgân CUNBUR
Türk milletinin, uzun tarihi boyunca, devlet kurma, bazıları yüzlerce yıl süren devlet yaşatma geleneğine sahip olduğu bilinmektedir. Kurulan her devleti koruma, ebet-müddet kılma ideali denilebilir ki Türk milleti için en büyük amaç olmuştur. Devlet düzeninin sarsılması, çoğu dış tesirlerle bu devletlerden birinin çöküp yıkılması hâlinde ardından, eskisinden çok daha güçlü ve büyük yeni bir Türk devletinin tarih sahnesinde beliriverdiği de bir gerçektir. Millet fertlerinin bu devlet denilen büyük değeri, canını feda edecek kadar sevip saymasında, eskinin yerine yenisini kuracak kuvveti her zaman kendisinde bulmasında, her hâlde birtakım fikirlerin ve bunların yanı sıra bir kısım derin hislerin bulunduğundan da şüphe edilemez.
Devleti devlet yapan şartlar üzerinde, Orhun Kitabeleri’nden beri durulduğu, Yusuf Has Hacib’in önemi her geçen gün biraz daha anlaşılan “Kutadgu Bilig” adlı abide eserinde devlet, devlet düzeni, devlet adamının yetiştirilmesi, şahsiyeti, ruh ve ahlak yapısının nasıl olması gerektiği hakkında geniş bilgi verildiği de görülmektedir.
Anadolu, Türklerin yurdu olduktan sonra, bu yeni vatanda kurulan Türk devletlerinin temelinde, onları güçlü ve uzun ömürlü kılacak hangi fikir ve düşüncelerin, ne gibi duygu ve değer hükümlerinin bulunduğu araştırıldığında, yine bir büyük abide insanın mısralarıyla karşılaşılır. Yüzyıllar boyu yalnız Türklüğün değil, bütün insanlığın fikirlerinden, görüşlerinden, duygusunun zenginliğinden, sonsuz sevgi hazinesinden yararlandığı, şefkatine, hoşgörüsüne sığınıp huzur bulduğu bu Türk büyüğü Mevlana Celaleddin Rumi’dir.
Bu büyük gönül eri, bu yeni yurdun bütün sakinlerine birtakım mukaddes değerleri öğretmek, aralarında birliği, bağlılığı, huzur ve güveni, sevgiyi, saygıyı sağlamak üzere, sanki Tanrı tarafından gönderilmiştir. Nitekim O’nu, “Divan-ı Kebîr” inde bir sayfanın kenarına çıkmayla kaydedilivermiş bir beytinde “vatanından koparılıp o güzel yolunu mezhebini, öğretebilmek için bu illerin kucağına atılmış olduğu”ndan dolayı yakınırken buluruz. Şöyle diyor:
“Onlar arasında olayım, güzel mezhebimi öğreteyim diye beni ta Horasan’dan Yunanlıların kucağına kadar getirdin.”[1]
Onun o güzel yolundan öğrenilecek değerler manzumesinin bir kısmı da devlet fikri üzerindedir. “Divan-ı Kebîr”ini gözden geçirdiğimizde birçok beyitte devletten söz edildiğini, bazı sembollerle devletin değerinin, yüceliği ve yücelticiliğinin bir şiir havası içinde okuyanların beynine işlendiğini görürüz. Bu büyük eserin ikinci cildinde şu beyitler insanı derin düşüncelere daldırır:
“İçinde ay gibi güzel ve aydınlık bir Türk’ün oturduğu nice (kara) çadır vardır. İhtiyar olduğun için neden gamlanıyorsun, devletin genç ya…
İhtiyar şeklin dökülür gider, devletin doğar görünür, kara buluttan doğar ama dünyanın güneşidir o.”[2]
Türk milletinin çadırla münasebetine temasla Türk’ü ay gibi beyaz ve güzel yüzü ile içinde oturduğu çadırın karanlığı arasında bir tezat sanatı yapıyor. Türk’ün karanlıkları aydınlatan ay gibi bir ışık kaynağına benzetiyor. Türk’ün tarihi eski fakat devletinin yeni, genç güçlü olduğu yorumlanırken devlet hem asli manasında, hem de baht anlamında kullanılıyor. Bu beyitle millet ve devlet birbirine yaklaştırılıp âdeta birleştiriliyor. İkinci beyitte ise sanki tarihte yer almış her yaşlanan Türk devletinin yerine bir yenisinin doğduğu ve dünyayı bir güneş gibi ışıklandırdığı ifade olunmaktadır. İlk beyitteki ayın yerini bu beyitte daha bol ışıklı, daha aydınlık güneş almıştır. Güneşin kara bulutlar arasında sıyrılıp görünmesiyle Türk’ün kara çadırdan çıkışı, aydın aydın yüzünü göstermesi dile getirilmek istenmektedir.
Yine Divan’ın ikinci cildindeki Şems-i Tebrizî’nin kayboluşu ile ilgili şu beyitler de aynı derecede düşündürücüdür.
“Devlet, gönlün kulağına eğildi de (Can, bizim aşkımızla kurtuldu.) dedi, şu gönülde o (kurtuldu) sözüne binlerce can feda etti.
Can kıskançlıkla düşüp yerlere serilince devlet ( Artık kolay kolay sıçrayıp kalkamaz, şu gönülle canımsa oturmuş da onun sıçramasını bekliyor.) dedi.
Devlet canın ömür fermanını elli kere altmış kere okudu, onu düzdü, koştu, altmışıncıda da (ebedîdir) diye tomara yazdı.”[3]
Bu şiirde Şems-i Tebrizî’nin ebediyete kavuştuğu altmış yaş üzerinde durulduğu, “Devlet-i ebet-müddet” kavramının da fikir olarak ne kadar eskilere dayanabileceği tespit edilmektedir.
Aynı şiirdeki “Canım da aşkını görünce (Devletle yalnız yücelere değil, aşağılara da yüceliş verdi.) ifadesiyle yücelik buldu.”[4] beytiyle devletin yüceltici gücüne işaret olunmuştur.
Devletin kuruluşunda bulunması gerekli dört şarttan söz edilmesi âdet olmuştur. Bu şartlardan ilki “ülke”dir. Ülke, bazen asıl manasıyla çok defa tasavvufu bir sembol olarak vatan, mülk kelimeleriyle Mevlana’nın deyişlerinde yer almıştır. Bir beytinde “Vatanımızdan ayrılmışız, o yüzden yorgunuz, denenmedeyiz. Vatanından ayrılan nasıl kendine güvenebilir.”[5] diyen Hazret-i Mevlana’nın ikinci devlet şartı insan unsurudur. Bu şarta Mevlana şiirlerinde Türk ve Türk boyları olarak hem de şuurlu millet yapısıyla yer vermiştir.[6]
Üçüncü şart istiklaldir. Para bastırma, hutbe okutma, bayrak ve tabıl dövdürme gibi istiklâl unsurları da Mevlana’nın beyitlerinde ifade olunmuşlardır. Bayrak için bir beytini örnek verelim:
“Saltanat elinden çıktı mı ordun da dağılır gider; ordun, bayrağının dikili olduğu yere gelir, asker bayrağın altında toplanır.”[7]
Dördüncü devlet olabilme şartı hükûmet yani iktidar ve icra gücü, hakan, kağan, bey, şah ve padişah kelimeleriyle sık sık Mevlana’nın şiirlerinde yer alır. “Divan-ı Kebîr”i o devrin toplum yapısı bakımından incelediğimizde, Anadolu’nun fetih yüzyıllarının havasının büyük bir coşkunluk içinde o mısralara sindiğini görürüz. Başlarında sancakların, bayrakların dalgalandığı ordular, otağlar, çadırlar, hanların, beylerin, emirlerin ordugâhları, belleri kılıçlı, elleri oklu, yaylı, Mevlana’nın deyimiyle “Türkçesine at süren” gaziler, alplar beyit beyit ses verirler. İşte bir örnek:
“İlahî bayraklar dağ altından belirdi, ne sultan bu, ne hakan, ne çeşit vali, ne büyük er bu…”[8]
İşte yazıyı yabanı kanla dolduran bir savaş manzarası, padişahın adına okunan hutbe ve buyruklarla dolu bir divan bir mecaz perdesinin ardından seçiliyor:
“O odunun kılıç vuruşundan, padişahın düşmanlarını öldürüşünden yazı da kanla doldu yol da; yol gönlümün kanını içmede artık.
O saflar yaran saldırışlardan beden şeytanlarının başları ezildi, hutbe padişahın adına okunmaya başlandı, divan gönlün buyruklarıyla doldu.”[9]
Ve en umulmadık yerde devlet bulunabileceğini öğreten bir gazi:
“O gazi, o padişahın saçlarına ip gibi kova şile oynamayı öğretti, yani Yusuf’a kuyu dibinde bir mevki, bir devlet bulunduğunu belletti.”[10]
Hazreti Mevlana arada bir töreden, özellikle Bugra Kaan töresinden, Türkmen töresinden söz eder. Bir beytinde de Şems-i Tebrizî’nin yol ve töresinden bahisle “Dinin yıkıklığını da dünyanın yıkıklığını da Şemseddin’in yolu, töresi düzene sokabilir.” der.[11] Bir başka beytinde de ebedî devlet iktidarına kavuşmak için; “Şu balçıkta kalsaydın ebedî saltanat bağışlayan, ezelî taca sahip bir gönül erine yüz tut.” öğüdünü verir.[12]
Bahsedilenler gerçekte bir mana saltanatı ve mana tacıdır. Ancak bu beyitte de dünya saltanatı ve dünyevi taçla manevileri arasında incecik bir mecaz perdesi vardır. Mevlana’ya göre yüz tutulacak gönül eri Şems-i Tebriz’i’dir. Bir beytinde de onu Şems-i Tebrizî’nin devlet bayrağı altında hizmete çağırır buluruz:
“Âlemin kul-köle olduğu Şemseddin’in devlet bayrağı geldi, çattı. Ey doğan huylular koşun hizmetine girin.”[13]
Bir beyitte de Tebrizli Şems’in devlet eteğine yapışılması öğütlenmiştir:
“Tebrizli Şems’in devlet eteğine yapış, yapış da olgunluğun onun lütfuyla, onun himmetiyle bezensin.”[14]
Gerek devlet bayrağı gerekse devlet eteği, insanı varlıktaki birlik idealine kavuşturacak iki vasıta olarak kullanılmaktadır. “Alem-i devlet”, “damen-i devlet” en yüce hedefi bulduran iki unsur olarak “Divan-ı Kebîr” de yer almaktadır:
“Davud’u mülk ve devlet tuzağı ile aldatırsın, Eyyub’u bir başka şekilde belalarla kandırırsın.”[15]
Mevlana’nın şiirlerinde arada bir karşılaşılan “devlet bahçesi” terkibinde ise varılan hedefin büyüklüğü, o hedefte insanın kavuşacağı ruh haleti anlatılmak istenmiştir.:
“Beğim bu can ülkesini, bu devlet bahçesini, bu bahtı, bu büyüklüğü görmüyor musun?”[16]
“Devlet denizleri” terkibi de aynı hedefi ifade eden bir sembol olarak kullanılmıştır:
“Dilek gemileri, yücelik ve devlet denizlerinde akıp gideli bir gün bile durmadan onu gezdirmede, ne mutlu ona…”[17]
Mevlana, en önemli resmî belgelerin üstüne vurulan, çağın hükümdarının hiçbir şekilde bozulmayacak hükmünü ifade eden “devlet tuğrası”nı ise “Tanrı aşkı”nın üstüne vurulup karanlıkları dağıtan insanları aydınlığa kavuşturan müjdecisi olan “şafak”a benzetir:
“Güneşin fermanı geldi. Şafak, Tanrı aşkının devlet tuğrasıdır. Visal falından ders al, çünkü bu falları aşk çözdü.”[18]
“Devlet neyi” ile “ devlet zurnası” ise varlıktaki birlik âleminin sesini duyuran iki vasıta olarak “Divan-ı Kebîr” de yer almaktadır:
“Devlet neyinden yine bir ses geldi, ey can el çırp, ey gönül ayağını yere vur, oynamaya başla…”[19]
“Ey Tebrizli Tanrı Şems’i, devlet zurnan, can rebabının kulağını burmuş da can rebabı onun sesini duymuş, işitmiş.”[20]
Bir beytinde de doğrudan “devlet hedefi”nden söz eden Mevlana:
“Devlet hedefine varmak için oka döndü şu yaydan fırladın, o hedefe uçtun” der.[21]
Devlet ışığı[22], devlet günü,[23] devlet güneşi,[24] devlet gecesi,[25] devlet yıldızı,[26] devlet yeli,[27] devlet yurdu,[28] devlet dolabı,[29] devlet kehribarı,[30] devlet madeni,[31] devlet sakisi,[32] devlet satrancı[33] ve devlet atı[34] gibi terkipler türlü mecazlarla Mevlana’nın şiirlerini süsler.
Bunlar arasında “devlet kuşu” Mevlana’nın çok sık kullandığı sembollerden biridir. Bazen “Murg-ı devlet” veya çoğul şekliyle “murgan-ı devlet” diye şiirlerinde yer alan bu sembolü daha çok sadece “Hüma” veya “Zümrüd-i Anka” kelimeleriyle de karşıladığı olur. Başına gölgesi düştüğü zaman insanların en büyük devlete kavuşacaklarına inanılan bu kuşun özellikle gölgesi Mevlana’nın şiirlerinde geçer. Devlet kuşu kimi, beyitlerde Şems-i Tebrizî’nin sembolü olarak kullanılmış ve bu beyitlerin birinde “Efendimiz, arşın devlet kuşu Tebrizli Şems, öyle bir adamdır ki, yedi deniz bile ona karşı ancak bir katredir.” denmiştir. Mesnevî şarihleri arasında “Devlet kuşundan murat Hazret-i Peygamber’dir.” diyenler vardır.[35]
Mevlana “Orada devlet kuşu da gölgesi de bir karartıdan ibarettir. Işığın karşısında karanlık, yok olmaktan başka bir çare bulabilir mi?”[36] diye soracak kadar kurbiyet makamına ulaşmış, varlıktaki birlik makamının yakınlığına erişmiş olanlardandır. “Keşke bir gün gölgesinde düşüp ölsem, gerçekten de bu türlü ölüm umulmaz bir devlettir bana.”[37] diyebilmişlerdendir.
Divan-ı Kebîr’de sık sık devlet gölgesinden söz edilip hem de dünya devletinden bahsolunarak “Sultanımızın devleti sayesinde kalpler ferahladı, insanlar birbirine eş oldu, zahmetler sıkıntılar çıkıp gitti.”[38] Ve “Arifler dünya padişahının o canlara can katan padişahımızın sayesinde raksedin, insaflılar çark urup oynayın.” denildiği görülür.[39]
Tabii olarak “ilahî devlet” de söz konusudur:
“Tecelli devleti sayesinde bir kadeh şarap içmekle (Beni kesin olarak söyleyeyim göremezsin.) kınaması olmaksızın güneş olur gidersin.”[40] Derken Huruc suresindeki tecelli-yi ilahî ve Hazret-i Musa bahsine temas eder.
Hazret-i Mevlana sık sık “devlet sahibi” veya “devlet sahipleri” terkiplerini kullanır. Bir şiirinde:
“Devlet sahiplerinin zevki veresiyedir amma zevk-neşe peşin olarak gelsin ona. Devlet sağında solunda yürüsün, hem kuzeyinde olsun hem güneyinde. Beden, can derler iki il var ya, her ikisinde padişah da o olsun, veli de o.” beyitlerini söyledikten sonra sözlerini:
“Tebrizli Şems peşin devlettir, eldeki ikbal olarak o yeter bana, ondan başkası, sözden ibaret olsun isterse.” diye tamamlar.[41]
Bir beytinde gönlünü bilgilerden arıtıp, kendini kendinden gafil kıldıktan sonra “devlet sahibi sevgili”nin huzuruna çıkmak ister. Çünkü o huzura bilgili-hünerli olarak bir başka deyişle benlikle ulaşmanın yakışık almayacağına kanidir. Bu konuda:
“Ey mertebesi (Aralarında iki ok atımı kadar yer kaldı.) ayetiyle belirlenen, ey o yücelik devletine sahip olan, ey padişah sana kimse mahrem olamaz. (Belki de daha yakın.) makamından (gel)” diyerek çağırır.[42] Yahut da padişahın ihsan ve vefa sofrasında onun konuğu olarak devleti için dua eder.[43]
Bir beytinde de kendi eteğinden tutanların devlet sahibi olduklarını söyler:
“Yürü, yürü, devlet sahibisin, yaşayışa cansın zevksin, işretsin. Rıdvan’sın, hurisin, cennetsin sen, çünkü eteğimi tuttun benim.”[44]
Mevlana bir beytinde baharın getirdiği taze canı, sevgilinin güzel yüzünü devlete benzetirken bir diğer beyitte bedeni Kadir Gecesine, canı da dolunaya nispet edip sonra her ikisini de insana verilmiş devlet sayar.”[45]
“Gönül devleti” terkibi sevgili karşılığı kullanır. Sevgilinin dağınık saçlarını dünya devleti, kutlu cennet diye vasıflandırır.[46] Bir beytinde “devletinin geçim devleti olduğunu, kahvesinin arştan geldiğini, meclislerinde badem helvası saçılmış olduğunu” ifade eder.[47] Bir şiirinde şekerler döken devletten, başka şiirinde kırmızı güle gülmeyi öğreten ölümsüz devletten,[48] diğer birinde uyanık devletten,[49] öbüründe gülen devletten söz eder.[50]
“Tembelleriz biz, sen yüzlerce haccımız, yüzlerce işimizsin, biz uykuya dalmışız sen yüzlerce uyanık devletimizsin.”[51] Ve “Hem zindanda dostsun bana hem gülen devletlimsin, andolsun Tanrı’ya, bunların da yüz mislisin. Ey benim övdüğümden daha fazla övüşe lâyık sevgilim.” der.[52] “Bidar-ı devlet” terkibi Mevlana’da sıkça geçen bir deyim olup umumiyetle “baht” karşılığı kullanılmıştır. Devlet kelimesi bazı beyitlerinde “ikbal” ve “baht”la birlikte yer alır.
“Padişahın kıblesini buldu isen, sen de devlet-ikbal kıblesi ol, kadehinden ilk yudumcuk içtiysen, devleti de bahtı da kendine dost bil.”
Bir niyaz şiirinde: “Devlet-ikbal Kâbe’si ancak bu halkadır, ümit Kâbe’sini yıkma.” diye yalvarır. “İkbal ayağına, devlet huzuruna gelir, onların kudûmiyle kutlanırsın, sabır sıkıntının anahtarıdır.”[53] Derken devlet ve İkbalin getireceği sıkıntıya sabırla tahammülü tavsiye eder. Bu konuda şu örnek beyitler de verilebilir:
“Devlet-İkbal Kâbesi canımdır, ama binlerce can Kâbesi, senin çevreni dönmede, seni tavaf etmede.”[54], “Şu lûtf ve merhameti ve bu taht ve devleti seyret, kötü yıldızlıların çaresini bulmak için ay gibi çıka gel.”[55]
“Ne devlettir bu, ne ihsandır.”[56] redifli gazelde olduğu gibi Mevlana devleti ihsanla eş değer tutar. Yine devleti zaferle aynı sayıp “Delilik ordusunun atlıları, ne de neşeli ne de muzaffer ve devletlidir.” der.[57]
O geçici devlet karşısında aldırmazlık içinde nazlıdır:
“Lûtfunla, kereminle nazlanır varlık âlemine bakar-dururum, ey padişahım, geçici devlet, beni nereden aldatacak?” diye sorar. (C.1, s. 248).
“Mihnet yoluyla devlete çekiyorsun.” (C.1, S.244) derken eskilerin “Her nimetin bir mihneti vardır.” sözünde olduğu gibi “devlet” nimet yerine kullanır. “Mademki mihnet baştanbaşa devlet kesildi, neden sınanıp duracakmışım?”[58] diye hâlinden memnun sorduğu olur. Çünkü onun için “Mihnet güneşinin her yakışı, aşk âleminde, bir devlet kuşunun gölgesindedir.”[59]
Devlete erme, devlete ulaşma Hazreti Mevlana’nın sık sık dile getirdiği bir bahistir. “Devlete ermenin de övünmenin de padişahlara lâyık olduğunu, kulların bu kayda düşmemesi gerektiği” inancını ileri sürdüğü beyitteki devletten kasıt, “dünya devleti”dir. Ancak o çoğunlukla “Devlete erme” tabirinden “Tanrı’ya kavuşma”yı ifade ve kasteder. Bir beytinde “Tanrı güzelliği, Tanrı alımı hangi yüzde varsa, o yüze bak. Olur ya, ansızın o yüzden devlete erersin.”[60] diyen Hazreti Pir: “Dışardaki nur bu olursa, devlete ulaşan nasıl temkine kavuşur Ya Rabbi, nasıl ay gibi parlayıp gider Ya Rabbi.”[61] diye sorar.
Bir şiirinde devletten kaçmamayı öğütler, zaten istense de kaçılamayacağını, çünkü bir kere tuzağa düşülmüş olduğunu ifade eder.[62]
Devletin, bahtın tersine dönmesini bir beytinde şöyle kaleme alıp “Eyvahlar olsun, o buluşma devleti gene kürkünü ters giydi.” derken kürkü ters giymek deyimini korkutmak ve bozuşmak anlamlarında kullanır.
Bazen kavuştuğu üstün devlete:
“Ey ışığımız, ey düğünümüz, ey üstün devletimiz, bizim döğüşümüzü üzümümüz olgunlaşıncaya kadar coştur.” der.[63]
İnsanın yüzüne gülen, ancak kararsız olan devleti bir beytinde şöyle dile getirir:
“Gülen kararsız devlet gibi her gün bir yandan çıkagelirsin.”[64]
Onun için gerekli olan ilahî aşka ulaşmanın, o aşkı bulmanın, o aşkla bir olmanın devletidir:
“Ne mevki düşünürüm, ne sultanlık, ne de ululuk, mevki olarak da rütbe olarak da bana aşkının devleti yeter.”[65] beytinde bu husus açıkça görülür. Bir beytinde o devlet evine erişmişliğin, o devlet evi olmanın şükrü içinde görürüz Cenabı Mevlana’yı:
“Biz o devletin eviyiz ve o devlet evinin çevresindeyiz. O evin nimetini unutmadık biz.”[66]
Sonuç olarak denilebilir ki Hazreti Mevlana, devlet fikrini çoğunlukla mecaz ve sembollerle işleyip değerlendirmiştir. Istılahat-ı Sofiye sözlüklerinde “devlet” kelimesine rastlanmıyor. “Devlet”in müteradifi “ikbal” karşılığı olarak “meyl” kelimesi veriliyor ve varlıktaki birliğe meyil, yönelme anlamında kullanılıyor. Mevlana’nın saltanatla birlikte kullandığı Zümrüd-i Anka “vücud-ı mutlak” sembolü oluyor, “Hüma=devlet kuşu” ise “insan-ı kâmil” karşılığını buluyor. Hazret-i Mevlana devlet kuşunda bazen Şems’i, çoğunlukla da Hazret-i Peygamberi sembolleştiriyor. Onun fikir ve ruh yapısında İslam’ın büyük kurucusunun ve Şems-i Tebrizî’nin yerleri, üzerinde açıklamayı gerektirmeyecek belirginliktedir. Baht, iyi ve güzel talih anlamıyla da kullanılsa, bu iki büyük değerin “devletli”nin gölgesinde oluşun kazandırdığı mertebe başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir parlaklıkla bir beyitte şöyle dile getirilmiştir:
“Bir baba duası değil, yüzlerce Peygamber duası almışım ki böyle bir devlete kavuştum, böyle bir devlete ulaştım.”[67]
Hazret-i Mevlana’nın devleti değerlendiren daha pek çok beyit ve şiirleri vardır. İşte onun devletin daimi olması için dua edişi:
“Onu iste sabr u kararı sorup durma, onun yüzü gönlümde ne sabır ne karar bıraktı. Tek onun devleti daim olsun.”[68]
İşte Anadolu Türk devletlerinin temelinde devleti Tanrı’ya ulaştıracak bir üstünlük ve yücelikte gören bu ilâhi devlet anlayışı yatmaktadır. Bir diğer dua beyti ile sözüme son vereyim:
“Padişahım, Farsça söyleyelim, gönülden haberin var senin, ayın parıl parıl parlasın dursun, devletin ebedî olsun.”
Evet, devletimiz bir ilahî yücelikte ebet-müddet olsun.
*Selçuk Üniversitesi - Konya 1. Millî Mevlana Kongresi’ne bildiri olarak sunulmuştur.(3-5 Mayıs 1985)
**İktibas eden: Coşkun Bağır
[1] Divan-ı Kebir (Mevlana Müzesi No. 68), s. 214.
[2] Divan-ı Kebir (Mevlana Müzesi No. 68), s. 46 b.
[3] Divan-ı Kebir (Mevlana Müzesi No. 68), s. 47 b.
[4] age. (Mevlâna Müzesi No. 68), s. 47 b.
[5] age.(Mevlana Müzesi No. 68), s. 18.
[6] M.Cunbur. Mevlana’nın Eserlerinde Türk Boyları ve Türk Kelimesinin Değerlendirilmesi, Uluslar arası Mevlana Semineri (15-17 Aralık 1973) Bildiriler, Ankara 1974, s.55-93.
[7]Divan-ı Kebir, Gölpınarlı çevirisi, 5. C., İstanbul, 1957, s. 258 (Mev. Müz. No.68), s. 169.
[8] Divan-ı Kebir, Gölpınarlı çevirisi, 1.C. İstanbul, 1957, s.135
[9] age. 1.C. , s.71.
[10] age. 1.C. , s.71.
[11] age. 1.C. , s.60.
[12] age. 1.C. , s.57
[13] age. 1.C. , s.151. (Mev. Müz. No.68, s. 152).
[14] age. 3. C., s. 136 (Mev. Müz. No.68, s. 162).
[15] age. 1.C.,s.334.
[16] age.1.C., s. 66; aynı cildin 150. sayfasında şu beyit şu beyit vardır: “Bunu devlet-i İkbal bahçene and içerek söylüyorum, hani o devlet bahçesi, İkbal bağı ki orada sarhoşluk bile bülbül seni övsün diye gül gibi susup kalmıştır.” S.133’de de devlet kapısından söz edilir. “Akıl şaraba gark oldu mu devlet kapısı açılır, her kerem kesesi (Doyurun) emriyle çözülür.”
[17] age. 2.C. , s.382, (Mev. Müz. No.68, s. 189).
[18] age. Tehran baskısı, 1. cüz, s.5, 3. gazel, Gölpınarlı, 1.C., s.11
[19] age. 1.C., Tehran baskısı, -cüz, s.210.
[20] age..1.C.,s. 327.
[21] age. 3. C., s. 302, (Mev. Müz. No.68, s. 176).
[22] age. 3. C., s. 293 “İki gözünü aç da o güzel huylunun devlet ışığı yüzünden gözlerindeki ululuk ıssının nurlarını seyret”.
[23] age. 3. C., s. 422, (Mev. Müz. No.68, s. 195) “Kutluluk günü, devlet günü başımıza gelmiş konmuştu. Arı-duru kardeşlerden böylesine birgün doğuvermişti ansızın.” (s.177) deki örnek: “Ne de hoş bir güzellik güneşisin ki doğdun da dünya penceresinden baht sabahı, devlet günü gibi vurdun. (2.C., s. 307).
[24] age. 1. C., s. 255. “Gene devlet güneşi gökyüzünde göründü, tanyerinden doğdu, gene canların dileği, can yolundan gelip çattı.”
[25] age. 3. C., s. 188, (Mev. Müz. No.68, s. 158) “Bu devlet gecesinde bana tekten, çiftten bahsedip durma, çünkü şarap beynime çift, sevgili kucağıma eş.”
[26] age. 3. C., s. 118, (Mev. Müz. No.68, s. 147) “Devlet yıldızıyla, hasetçinin gözü arasına, nelik, nitelik tozundan bir perde çeken de odur, o. Devlet yıldızı, yürü, git der, perden artsın, benden gene kurtulamadın, gene yapayalnız değilsin, fakat onun tapısından sürüldün.”
[27] age. 4. C., s. 54
[28] age. 2. C., s. 45 “Bu güzelim devlet yurdundan bir soluk bile çıkma a gönül. Bir an can şarabını iç, bir lâhza şekerler çiğne.”
[29] age. 2. C., s. 468, (Mev. Müz. No.68, s. 129).
[30] age. 1. C., s. 253 , “Sen bir saman çöpüsün, bizse devlet kehribarıyız, şu samanlıktan sıyrılıp kehribara dönsen ne olur ki?”.
[31] age. 2. C., s. 416.
[32] age. 2. C., s. 44. “Devlet sakisi ansızın, padişaha mahsus kadehle gece şarabı getirdi kendinden geçmişlere.”
[33] age. 1. C., s. 368, “ Devlet şatrancı şahın, yol azığı olarak yüzlerce can onun; saman yüzlerce dağ yüklemede, bir gam yiyene yüzlerce gam vermede.”
[34] age. 1. C., 32.terci, bend: “Seni tanıdım tanıyalı nice devlet atı sürdüm de kendimi dertlerden dışarı attım, korkulardan kurtuldum, emniyete eriştim.”
[35]age. 1. C., s. 327, “Ey arşa konmuş güzelim devlet kuşu, aşkının gölgeliklerinde her an can doğanları havalanıp ta arşa kadar uçmuş.” 1.C., s.133 “Madem ki ümidin bir bizde, kuzgunu tutsan devlet kuşu kesilir, bütün özürlerin vefa sayılır, esenlikler size.” (Mev. Müz. No.68, s. 175) v.d.
[36] age. 3. C., s. 153.
[37] age. 3. C., s. 379, (Mev. Müz. No.68, s. 189).
[38] age. 1. C., s. 253.
[39] age. 1. C., s. 259.
[40] age.1. C., s. 367.
[41] age. 5. C., s. 128.
[42] age. 1. C., s. 189, (Mev. Müz. No.68, s. 63), 1.C., s.203’te “Devlet sahibi padişah ol, yüceliklere eriş, ay kesil, nice bir üveyk gibi kû kû deyip duracak, arayıp tarayacaksın.” Devletsiz padişahtan da şöyle söz eder: “ Ey padişahım, padişah devletsiz, adaletsiz, insafsız olursa şehir ne hale gelir? İşte ben o haldeyim” (C.1., s. 26).
[43] age., 1.C., s.393.
[44] age., 1.C., s. 107.
[45] age. 5. C., s. 388, (Mev. Müz. No.69, s. 44),
[46] age. 2. C., s. 90, (Mev. Müz. No.68, s. 77).
[47] age. 2. C., s. 77, (Mev. Müz. No.68, s. 75).
[48] age. 5. C., s. 4 ve 12.
[49] age. 3. C., s. 188, (Mev. Müz. No.68, s. 158).
[50] a.e.g., 1.C, s.152.
[51] age. 2. C., s. 149.
[52] age. 1. C., s. 116.
[53] age. 1. C., 35. Şiir.
[54] age. 3. C., s. 226.
[55] age. ,Mev. Müz. No.68, s. 176, Tehran baskı, C.5, s.102.
[56] age. 3. C., s. 241, (Mev. Müz. No.68, s. 166).
[57] age. (Mev. Müz. No.68, s. 243).
[58] age. 2. C., s. 60.
[59] age. 2. C., s. 40.
[60] age. 3. C., s. 309, (Mev. Müz. No.68, s. 177).
[61] age. 1. C., s. 70.
[62] age. 1. C., s. 134.
[63] age.
[64] age. 2. C., s. 24.
[65] age. 5. C., s. 170.
[66] age. Tahran baskısı 3. Cüz., s. 227.
[67] Mev. Müz. No.68, s. 59.
[68] Mev. Müz. No.68, s. 160.