DEVLET BAHÇELİ: GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİZİM KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR

27 Ağustos 2021 15:02
Okunma
884
DEVLET BAHÇELİ: GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİZİM KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR

DEVLET BAHÇELİ: GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİZİM KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli,  Ayasofya'da verilen vaazda İmam Mustafa Demirkan'ın, Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik hakaret içerikli ifadelerine sert sözlerle cevap verdi.
Vaazın bir provokasyon olduğunu belirten Bahçeli, "Atatürk'e tahammülsüzlük Türkiye Cumhuriyeti'ne tahammülsüzlüktür. İdeolojik dogmalarla, ilkel bir taassupla, keskin ön yargılarla Atatürk düşmanlığı yapmak, millete değil hıyanete hizmettir. Atatürk bizim kırmızı çizgimizdir." dedi.
Bahçeli, partisinin 1 Haziran 2021 Salı günü TBMM'deki grup toplantısında yaptığı konuşmada gündeme ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
27 Mayıs Ülkücü Şehitleri Anma Gününde öncelikle MHP İl Başkanları ile özlem giderdiklerini, devamında da Merkez Yönetim Kurulu ile Merkez Disiplin Kurulu Üyeleri ile ortak toplantılar yaptıklarını hatırlatan Bahçeli, şunları kaydetti:
"Bir gün sonra da belediye başkanlarımızla bir araya gelerek içinden geçtiğimiz siyasi süreci ve belediyelerimizin ana meselelerini ele aldık. Teşkilatlarımız diridir, dengelidir, dava mücadelesini yurdumuzun her köşesine şevkle, heyecanla, inanmışlıkla ve ağız birliği içinde ifa etmektedir. Partimizin diğer yetkili kurulları faaliyetlerini azimle ve istikrarla sürdürmektedir. Kalpleri mühürlü olanlar görmese de çalışıyoruz, çabalıyoruz, milletimize hizmetkârlıkta canımızı dişimize takıyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi 'Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben' anlayışının rehberliğinde duruş göstermektedir. İstiyoruz ki, istiklal için birlik olalım. Diliyoruz ki, istikbal için dirlik içinde hareket edelim. Nihayetinde diyoruz ki, kazanan Türkiye, kazançlı çıkan Türk milleti olsun. Ne gidilecek bir yerimiz ne de terk edilecek bir toprağımız vardır. Ne sırt dönülecek bir insanımız ne de sırça köşklere değişilecek bir ülkemiz söz konusudur. Geleceğe umutla bakıyoruz, gelişmeleri ufuk derinliğiyle kavrıyoruz. Türkiye'nin hakkını görmeyen, Türk milletinin haysiyetini gözetmeyen her teklife, her tertibe, her teşebbüse, her tefrikaya karşıyız, kapalıyız. Duymayan varsa tekrar edeyim, biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik. Biz bu milleti canımızdan aziz bildik. Biz bu cennet vatanı namus belledik. Türkiye'mizi meşgul eden her sorunla ilgili yalın düşüncelerimiz, yapıcı önerilerimiz esasen iflahı imkânsız MHP muhaliflerinin dahi bildiği ve tasdik ettiği bir gerçek olarak meydandadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak kendimize güveniyoruz, milletimize inanıyoruz. Büyük tarihçimiz merhum Hüseyin Namık Orkun, 'Türkçülüğün Tarihi' isimli değerli eserinde bizlere şunları söylemişti: 'Kendine güvenmeyen bir insanın hayatta muvaffak olmasına imkân olmaması gibi kendine güvenmeyen bir milletin de müstakil yaşamasına imkân yoktur.' Türk tarihinden ve Türk kültüründen beslenen Türk milliyetçiliğinin aziz milletimizin kendine duyduğu güvenin simgesi olduğunu yeri gelmişken itiraf ve ifade etmek başlıca görevlerimizden birisidir."
SİYASİ MÜCADELE DÜRÜSTÇE, MERTÇE, ADAM GİBİ YAPILMALIDIR
Bahçeli, Türkiye'yi kötüleme yarışı içine girenlerin aslında millî öz güveni aşındırmak isteyen çorak zihniyetler olduğunu belirterek, "Öldük, bittik, tükendik, mahvolduk, bizden bir şey olmaz teranelerine hapsolan süfli çevrelerin bizatihi Türk milletiyle ilgili sorun ve sıkıntıları olduğunu görmek ve deşifre etmek lazımdır. Bugünkü siyasi panoramadan bakınca zillet ittifakının çatısı altında buluşan partilerin içine düştükleri zaaf ve açmazların temelinde objektif bir değerlendirmeyle söylersek bu tespitimizin yattığı görülecektir." diye konuştu.
Siyasi mücadelenin mutlaka bir ahlakının olması gerektiğini vurgulayan Bahçeli, şöyle devam etti:
"Siyasi mücadele dürüstçe, mertçe, adam gibi yapılmalıdır. Tarihin her devrinde, amaca giden her yolu meşru ve mübah görenler tehlike saçan irtibat ve iş birliği içine girmekten kaçınmamışlardır. Çünkü fazilet ve ferasetleri kuru, fikir ve fiilleri kördür. İlkesizlerin bağımsız bir iradesi olamaz. İradesi esir düşenler için ülke ve ülkü diye bir meselenin esamisi okunamaz. Bu eyyamcı tipler gelene ağam gidene paşam diyecek kadar çıkarlarına düşkündür. Bunları kimler kafa kola almışsa, onlarla ahbap çavuş ilişkisine girerler. Zillet partileri, kâğıttan kaplan olmaları şöyle dursun, zalimlerin elindeki yedili kozdur. İkbal kaygıları her şeyin önündedir. Yeter ki ağızlarına bir parmak bal sürülsün, her yeri içi boşaltılacak arı kovanı zannederler. Kapan üstünde peynir bile görseler, akara kokara bakmazlar, midelerine girecek bir lokmanın peşine düşerler. Sinek gibidirler, pekmezciyi hemen tanırlar. Kümesi iyi biliyor diye tilkiyi bekçi yapmaya kalkarlar. Gavurun ekmeğini yediler mi, kılıcını sallamaya başlarlar. Bunlara göre etek öpmekle dudak kirlenmez, eğilip diz çökmekle onur elden gitmez. Çobanla bir olup kuzuyu yerler, sonra da dönüp sahibiyle birlikte yas tutarlar. Hz. Ali’nin katili İbn-i Mülcem gibi ikiyüzlüdürler. Mescid-i Dırar’ın müdavimleri kadar fitnecidirler. Suretihaktan görünseler de siretihakikatleri felakettir. Türkiye işte böylesi bir muhalefet yozlaşmasına alarm verici ölçüde maruzdur. Demokrasi düşüncesi, bir ülkeyi düşürmenin, bir ülkeyi düşkün göstermenin bahanesi olarak tavzih ve tevil edilemeyecektir. Siyaset ve demokrasi mücadelesinde nihai karar mercii millettir. Bunun dışında destek arayanlar, dayanak araştıranlar, iktidar vizesi için güç merkezlerinden medet ve menfaat arzulayanlar zillet ve ziyan çukurundadır. Siyasette erdem yoksa entrika hâkimdir. Hz. Mevlana iki şeyin insanı anlattığını söylemişti. Birincisi, hiçbir şey yokken gösterilen sabır, diğeri de her şey varken sergilenen tavırdır. Asırlar öncesinden kulağımıza fısıldanan bu söz aynısıyla siyasette de geçerli değil midir? Hırslarına yenik düşenler heveslerinin kurbanı olmaktan asla kurtulamazlar."
CHP YÖNETİMİNİN İÇLER ACISI DURUMU NASIL İZAH EDİLEBİLİR?
"CHP yönetiminin içler acısı durumunu başkaca izah etmek nasıl mümkündür? İP yönetiminin teslimiyetçi ve süngü düşürmüş hali nasıl açıklanmalıdır?" ifadesine yer veren Devlet Bahçeli, şunları belirtti:
"Çok değil, 2020 yılının farklı tarihlerinde erken seçime karşı olduklarını, buna gerek duymadıklarını sürekli vurgulayan Kılıçdaroğlu’na ne olmuş, nereye kaybolmuştur? Bir yıl içinde değişen veya değiştiği söylenen nedir? Kılıçdaroğlu'nun erken seçim zorlaması kimlerin talebi, hangi karanlık mahfillerin siparişidir? FETÖ'cülerin altı aylık süre içinde Kılıçdaroğlu'nun iktidarını dillendirmeleri, birden bire mayıs ayının ilk haftasından itibaren hükûmet üyelerine hedefine alan iftira kampanyaları erken seçim dayatmasıyla yakından bağlantılıdır. ABD'nin bazı Körfez ülkeleriyle hain bir senaryo üzerinde kafa yorduğuna dair iddialar havalarda uçuşmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri'nden İsrail'e kadar Türkiye'yi köşeye sıkıştırmayı, bölgesel yükselişinin önünü kesmeyi amaçlayan ülkelerin örtülü operasyonları, asimetrik tahrikleri anlaşıldığı kadarıyla şiddet ve yoğunluk kazanmıştır. Kılıçdaroğlu ve diğer yandaşları bu operasyonların siyaset ayağıdır. 15 Temmuz gecesi ülkemiz aleyhine düşmanca bağlantıları bilinen ülkelerin zillete yatırım yaptıklarıyla ilgili şüpheler bir vehmin sonucu değil, tedbirli ve teyakkuz içinde olmamızı gerektiren vaki bir tespitin izharıdır. Biden'ın dümen suyuna giren, gazına gelen, kanlı teknesine binen Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP'nin, erken seçim isteği sahibinin sesi, melanetin sözüdür. Türk milleti böylesi bir tuzağa kesinlikle düşmeyecektir. Türkiye'nin büyümesini, yeni hükûmet sistemiyle derlenip toparlanmasını çekemeyenlerin paslı değirmenine su taşıyanlar vebal altındadır. Geçen hafta da söylemiştim, yine üstüne basa basa ifade ediyorum, oyun büyük, oyun sinsi, oyun karanlıktır. CHP yönetiminin makam ve koltuk uğruna Türkiye'nin karşısına geçmesi, husumet cephesine kurşun askerlik hevesi, sorarım sizlere zillet değildir de nedir? CHP Genel Başkanı, bir an önce seçime gidilmesini istiyor. Belli ki acelesi var belli ki aldığı talimatın süresi dolduğundan telaş içinde. Daha da çirkefleşerek milletten korkulur mu diye soruyor. Asıl korkanın, asıl demokrasi kaçakçısının, asıl millî irade kalpazanın bizatihi zihniyeti olduğunu unutmuşa benziyor. Desteksiz sallayan Kılıçdaroğlu, Anayasa ile ilgili referandum yerine, seçimlerin yapılıp yapılmaması ilgili referandumdan bahsediyor. Mafyayı Cumhur İttifakının üçüncü ortağı gören Kılıçdaroğlu yine yalan makinesi olmakla kalmıyor, organize suç şebekelerinin nefesi, terör örgütlerinin neşesi, Türkiye düşmanlarının da nesnesi olduğunu görmüyor, göremiyor. Şu anda CHP yönetimine siyasi propaganda üretimini kimin yaptığı, söylem ve eylem sınırını hangi suçluların belirlediği herkesçe bilinmektedir. Kılıçdaroğlu masal atlatmasın, ruh ikizi hâline dönen mafyaya baksın.
MAFYAYLA ORTAK OLDUĞUMUZU SÖYLEMEK BARİZ BİR SAPTIRMADIR
Bahçeli, "Bizim mafyayla ortak olduğumuzu söylemek bariz bir saptırmadır." diyerek, CHP ve Kılıçdaroğlu'na yönelik eleştirilerini şöyle sürdürdü:
"Ama mafyanın CHP’ye, boyalı medyaya, tetikçi köşe yazarlarına nasıl nüfuz ettiğini, bunları kafese nasıl yerleştirdiğini bilmeyen, duymayan, görmeyen kalmamıştır. CHP yönetimi öyle bir hâle gelmiştir ki, hamama götürseniz kurna beğenmezler, düğüne götürseniz zurna beğenmezler. Zehirli mantar gibi her dedikodunun etrafında biterler. Tek ayaküstünde kırk yalan söylerler. Sayın Kılıçdaroğlu, fazla heveslenme, fazla celallenme, fazla zorlama, fazla hesap hatası yapma,  ülkemizin erken seçim diye bir gündemi yoktur, bunu da kiralık aklından sakın çıkarma. Demedi deme, adam sözü dinle. İP’in başkanıyla birlikte emperyalizmin reklam yüzü olmaya özenme, Türk milletini ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışma. Cumhurun ve Cumhur İttifakının ortak iradesi nettir, nitekim Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimi 2023 yılının Haziran ayında yapılacaktır. Bugünden itibaren de seçimlere 754 gün kalmıştır. Sayın Kılıçdaroğlu, önce sabret, sonra da seyret; milletin zilletle göreceği demokratik hesaba şunun şurasında 2 yıl 24 günlük süre vardır. CHP yönetimine tavsiyem, ekin tohumun hasını, çekmeyin yiyecek yasını. Mutfakta yangın var deyip durmayın, yanan sizin iradenizdir, yangın yerine dönen sizin imtiyazlı ve izansız siyasetinizdir. Kaldı ki 2021'in ilk çeyreğinde %7 büyüyen Türkiye ekonomisinin vahim fırtınadan nasıl çıkma başarısı gösterdiğini kabul ve ifade edin. Elbette şu gerçeğin farkındayız, kafasının içi şeytanlaşmış insanlara doğruyu anlatmak, doğruyu göstermek suyun üstünde yürümek, yüzerken terlemek gibidir. Olsun varsın, biz yürümeye de varız, terlemeye de hazırız, çünkü yanlışa teslim edilecek, zillete rehin ettirilecek bir ülkemiz, bir vatanımız, bir milletimiz, bir geleceğimiz asla yoktur. Var diyenlerin alınlarını karışlarız, pejmürde yakalarından tutarız, sorulacak hesabı da mahşere bırakmayız. Terörle mücadele alanında gösterilen başarılar milletimizi haklı olarak sevindirmektedir. 1 Ocak 2021’den bugüne kadar yapılan 181 operasyonda toplam bin 162 terörist etkisiz hâle getirilmiştir. İhanetin bedeli taksit taksit hainlere ödettirilmektedir. Bu ülkeye kastetmek, millî güvenliğimize suikast düzenlemek için elleri tetikte gezen canilerin sonu hüsrandır. PKK/YPG'nin beli kırılmıştır. Hem vatan topraklarımızdan hem de mücavir bölgelerden teröristlerin temizlenmesi konusunda üstün ve fedakârca bir mücadele yürütülmektedir. Türk milletini terör musibetiyle yaşamaya hiçbir güç odağı alıştıramayacaktır. Diken battığı yerden battığı zaman çıkarılacak, bununla birlikte terör örgütlerinin kaynak ve üreme alanları yerle bir edilecektir. Çok şükür yapılan ve daha da cesaretle yapılması planlanan budur. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizle ve diğer tüm güvenlik güçlerimizle gurur duymak, sonuna kadar destek verip dua etmek millî ve manevi bir vecibedir. PKK'nın ihanetle açtığı kanlı sayfa muhakkak surette kapatılacak, FETÖ'nün kalıntıları, elebaşları ve kripto elemanları inşallah yakalanıp cezalandırılacaktır.
BU DEVRAN BÖYLE GİTMEMELİDİR, GİTMEYECEKTİR
Bahçeli, vaktin adaletin karşısında hesap verme vakti olduğunu hatırlatarak, FETÖ ve PKK terör örgütleri ile ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu devran böyle gitmemelidir, gitmeyecektir. Hain teröristbaşı Gülen’in yeğeni olduğu iddia edilen Selahaddin Gülen, başarılı bir operasyonla yurt dışından Türkiye’ye getirilmiştir. Vakit adaletin karşısında hesap verme vaktidir. Bu aşamada, darısı diğer FETÖ’cülerle PKK’lı alçakların başına olsun demek boynumuzun borcudur. Özellikle beklentimiz, FETÖ’cülerle birlikte PKK’lılar hakkında süren mahkeme süreçlerinin derhâl karara bağlanarak nihayete erdirilmesidir. Şu anda, FETÖ’yle ilgili görülmekte olan soruşturma dosya sayısı 58 bin 720, kişi sayısı da 112 bin 124’dür. Kovuşturma safhasında olan dosya sayısı 33 bin 232, kişi sayısı da 44 bin 413’dür. PKK'yla ilgili devam eden soruşturma dosyalarının sayısı 33 bin 817 iken, kovuşturmaya esas olan dosya sayısı 65 bin 618'dir. Bağımsız ve tarafsız Türk mahkemeleri davaları bir an önce sonlandırmalıdır. Yaklaşık bin 780 gündür süren mahkemelerin maşerî vicdanı rahatsız ettiğini açıklıkla ve ikazen söylemek isterim. Adalet kurumları son kararlarını vermekte geciktikçe dipsiz tartışmalar, ipe sapa gelmez polemikler, bilhassa dış tahrikler artış göstermektedir. Yargı reformlarının konuşulduğu, dördüncü yargı paketinin gündeme geldiği bir dönemde, FETÖ ve PKK’yı kapsamına alan adli süreçlerin bitirilmesi, kimin suçlu kimin masum olduğunun tayin ve tefriki süratle temin edilmelidir. Türkiye bir yanda güvenlik mülahazalarıyla terörü bitirme noktasına getirmişken, diğer yanda hukuk devletinin ilke ve esaslarını hızlı bir şekilde işletmek zorundadır. FETÖ’nün de PKK’nın da kökü kazınmalı, kaynağı kurutulmalıdır. Şayet mahkemeler uzamaya devam ederse, ülkemizin uluslararası çevrelerce istismarına zımnen göz yumulmuş olacaktır. Takdir edeceğiniz üzere, buna da hiçbirimizin, hiç kimsenin hakkı yoktur. Terörle mücadele hukuk sınırlarına bağlı kalarak icra edilmektedir. Bir devletin hükmü adaletidir. Bu itibarla geciken adalet sadra şifa olmayacak, hakkaniyete ve adil yargılama esaslarına hizmet etmeyecektir. Toplumsal huzurumuzun, ekonomik gelişmişliğimizin, iç barış ve sükûnet ortamımızın kalıcılığı ve devamlılığı terörün hayatımızdan tamamen çıkarılmasına bağlıdır. Bunu da Allah’ın izniyle başaracağız. Bugün mutfak yanıyorsa, yarın söndürürüz, daha çok iş daha çok aş üretiriz. El birliği yaparız, güç birliği yaparız, bir çalışıyorsak yüz çalışırız, ekonomideki ağırlıkları birer birer söküp atarız. Dün yaptık, gene altından kalkarız. Ancak vatan yanarsa, ülke ateşe verilirse, ne yanmış veya dolmuş bir mutfak ne de karnımızı doyuracak bir sofra bulabiliriz. Amacımız bellidir, Türkiye aç hürler, tok esirler ülkesi olmayacaktır. Terörle mücadele cephesini sağlam tuttuğumuz kadar, sosyal ve ekonomik kalkınmışlığı da hedeflemeliyiz. Fakat salgın döneminde dünyanın bile içine gömüldüğü ekonomik şikâyetleri siyasal itiraza dönüştürüp kara propagandaların garsonluğunu yapmak doğru değildir, samimi değildir, vatan ve millet sevgisiyle de bağdaşmayacaktır. Mesela domates, patlıcan, soğan yiyemiyoruz itirazını seslendirirken, birden bire hain kurşunları yersek, ülkemizi yemeye çalışanlara gözümüzü ve vicdanımızı kapatırsak tarihî varlığımızı nasıl koruyabiliriz? CHP yönetimi, bağımsızlık ve bekamız risk ve tehdit altındayken, hangi yangından, neyin yenilip yenilmediğinden söz açıyor?
ATATÜRK BİZİM BÖRKÜMÜZ, BİRLİĞİMİZ VE SİMGEMİZDİR
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ayasofya İmamı Mustafa Demirkan'ın, Atatürk'le ilgili ifadelerine sert tepki gösterirken, şunları söyledi:
"Atatürk bizim börkümüz, birliğimiz, simgemizdir, ona laf yoktur. Atatürk'e tahammülsüzlük, Türkiye Cumhuriyeti'ne tahammülsüzlüktür. Baş giderse börk gider. Börk giderse il gider, iffet gider. Allah muhafaza bir daha da geri gelmez. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e tahammülsüzlük, lamı cimi yok Türkiye Cumhuriyeti'ne tahammülsüzlüktür. Bugün varsak, bugün hayattaysak, bunun şeref payesi Türk tarih silsilesinde müstesna bir yeri olan aziz Atatürk’ündür. İdeolojik dogmalarla, ilkel bir taassupla, keskin ön yargılarla Atatürk düşmanlığı yapmak, millete değil hıyanete hizmettir. Ayasofya-i Kebir Camii Şerif açılmışken, büyük bir özlem olan Taksim Camii’nin manevi hayatımıza kazandırılması, Müslüman gönüllerle buluşturulması sağlanmışken nükseden Atatürk alerjinin esas gerekçesini nasıl okumalı, nasıl anlamalıyız? İktidarın millete mal olmuş muhterem eserlerini gölgelemeye, kutuplaşmayı teşvik etmeye kimin ne hakkı vardır? Her güzel ve memnuniyet verici gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, suyu bulandıran, ortamı kızıştıran, bunu da Müslüman kisvesi altında yapan kişilerin Türkiye’nin huzuruyla oynamaları provokasyondur. Bunlar iyi araştırılmalıdır, maksatları derinlemesine tahlil edilmelidir. Gizli FETÖ’cü olup olmadıkları mutlaka incelenmelidir. Vaazlarıyla millî birliğimizi yaralamaya, tarihî şahsiyetlerimizi kötülemeye hiç kimse cüret etmemelidir. İnanç sahibi insanlarımızı üzmek, özellikte de bugünkü AK Parti hükûmetini töhmet altında bırakmak, yapılan muhteşem hizmetleri söz ve fiillerle karalamak temiz bir mizacın, ihlaslı bir kalbin sonucu değildir. Herkes uyanık olmak zorundadır. İslam adına İslam'ın temel değerlerini, kutlu çağrılarını hamasetle tartışmaya açmak ahlaken sorunludur. Sorumsuz ve şuursuz konuşmaların, temelsiz ve mesnetsiz ithamların hiç kimseye faydası yoktur. Atatürk’e bühtan edenlerin milletimizin gözünde zerre değeri olmayacaktır. Zira Atatürk millî birliğimizin ortak paydasıdır. Kim Gazi Paşa’ya saldırıyorsa, kimin Gazi Paşa’ya kötü sözü dokunmuşsa, ya soy kütüğünde bir karanlık nokta ya da mazisinde yüzünü kara çıkaracak bir mahcubiyeti vardır. Atatürk’ün manevi hatırasını hezeyanla ilzam etmek İslam’a katkı mıdır? Mukaddesatımıza sahip çıkmak, ona refik olanlara, ona refakat edenlere sahip çıkmaktır. Atatürk’e hakaret mukadderatımıza da husumettir. Allah için söyleyiniz, Atatürk’e dil uzatanlar daha iyi Müslüman olduklarını mı sanıyorlar? Atatürk’e en ağır sözleri reva görenler, Türk milletinin ruhunu okşadıklarını mı düşünüyorlar? Ey kendini bilmez akılsızlar, Atatürk’ümüzden ne istiyorsunuz? O tarih sahnesine çıkmasaydı, Türklüğün kıvancı, İslam’ın bekçisi olmasaydı, doğduğunuzda kulağınıza ezan mı okunur, yoksa bir kilise de vaftiz mi edilirdiniz? Atatürk’ün hatıralarına ve heykellerine saldıran zavallılar, sizin yel değirmenlerine savaş açan Donkişot’tan, yancısı Sanço Panço’dan ne farkınız vardır? Yüce dinimizde, açıkça haram işleyen bir günahkâra bile hakaret uygun bulunmamıştır. Dirilere olduğu gibi ölülere sövmek de Hz. Peygamber tarafından kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yüzden ölülerin arkasından kötü konuşmamak ve onları hayırla yâd etmek Müslümanların yaşattığı güzel geleneklerden birisidir. Bu konuda Sevgili Peygamber’imiz, 'Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar, önden göndermiş olduklarının yani amellerinin karşılıklarına ulaşmışlardır.' Kâfirlik ve zalimlik Türk milletinin sinesinden çıkan hiçbir vatan ve millet kahramanına layık görülemez. Herkes bilsin ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk bizim ve milletimizin kırmızı çizgisidir. İlk Cumhurbaşkanı'mız ve Millî Mücadele'nin yol başçısıdır. İman ve insaf sahibi herkes ona hürmetle mükelleftir. Yüce Allah’ın Bakara suresinin 204’üncü ayetinde tıpkısının aynısıyla buyurduğu şudur:
'İnsanlardan öylesi vardır ki, onun dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider. O, kalbinde olmayana Allah’ı şahit tutar. Oysaki, düşmanların en amansızıdır.' Atatürk Türkiye’dir. Atatürk Cumhuriyet’tir. Atatürk maşerî vicdana altın harflerle kazınmış ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ seslenişinin mimarbaşıdır. Onu rahmetle anmak, ona saygı duymak, onun eserlerine sadık kalmak her nesil, her Türk evladı için ödevdir. Emel sahiplerini uyarıyorum, Atatürk’ten elinizi çekin, isnatlarınızı kesin, dilinizi susturun. Fâni bedeni olmasa da müstesna hatıralarını ve yüksek fikirlerini cesaretle savunacak büyük Türk milleti vardır ve kötü niyetlilerin alayını karşılamaya gücü yetecektir. Anıtkabir ile Kocatepe arasına çekilmiş çelikten bir halat olan Milliyetçi Hareket Partisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e sonuna kadar sahip çıkacaktır."
HİÇ KİMSE KARA KARTALI UNUTTUĞUMU ZANNETMESİN
Devlet Bahçeli, konuşmasının sonunda kendi tuttuğu takımı olan Beşiktaş'ın şampiyonluğunu kutlarken, şunları ifade etti:
"Geçen hafta milletimizi çok mutlu eden millî başarılar göğsümüzü kabartmıştır. Bakü’de düzenlenen Jimnastik Dünya Şampiyonası’nda bireysel kadınlar kategorisinde altın madalya kazanan Ayşe Begüm Onbaşı kızımızı, teknik kadromuzu yürekten tebrik ediyorum. Aynı zamanda Ayşe Begüm kızımız organizasyonun en iyi sporcusu seçilerek milletimize haklı bir gurur yaşatmıştır. Bizleri sevindiren bir başka zafer haberini de gündemdeki bir basketbol müsabakasından aldık. Türk Hava Yolları Avrupa Ligi Dörtlü Finali’nde Anadolu Efes, İspanyol rakibi Barcelona’yı yenerek muazzam bir başarıya imza atmış, böylelikle 2020-2021 sezonunda Avrupa Şampiyonu olmuştur. Bu şampiyonlukta emeği geçen teknik kadroyu, federasyon yönetimini, elbette şampiyon basketbolcularımızı içtenlikle kutluyorum. Dev adamlar Avrupa’ya mührünü vurmuşlar, al bayrağımızı dalgalandırmışlardır. Hepsine helal olsun diyorum, gözlerinden öpüyorum. Ayrıca Süper Lige çıkma başarısı gösteren Adana Demirsporu, Giresunsporu ve Altayı futbolcularıyla, teknik heyetiyle, taraftarıyla ve kulüp yönetimiyle birlikte kutluyorum. Hiç kimse Kara Kartalı unuttuğumu zannetmesin. Biliyorsunuz, kartallardan yüksekten uçar, eninde sonunda da şampiyonluğa konar. Beşiktaş’ımızın şampiyonluğunu bir kez daha tebrik ediyorum. Kulüp Başkanı’mız Sayın Ahmet Nur Çebi’yi, Teknik Direktör’ümüz Sayın Sergen Yalçın Hoca’mızı, fedakâr taraftarımızı, siyah beyaz formayla gönülleri fetheden futbolcularımızı kucaklıyorum, hayırlı olsun diyorum. Taraftarımız diyor ya, senin için yanan her meşale, gençliğimin güneşidir Beşiktaş. Sonra döndüm ve dedim ki, iyi ki Beşiktaşlıyım. Bu duygu ve düşüncelerle, bu haftaki konuşmamı sonlandırırken, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, sağlık, başarı ve esenlik içinde geçireceğiniz bir hafta diliyorum. Sağ olun, var olun, Cenabıallah’a emanet olun."
PARTİ PROGRAMI'MIZDA ÇEVRE KONUSUNA AYRI BİR EHEMMİYET VERİYORUZ
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 8 Haziran 2021 Salı günü TBMM'deki grup toplantısında yaptığı konuşmada, Marmara Denizi'nde yaşanan kirliliğe dikkat çekerek, "Marmara Denizi'nde mart ayından itibaren baş gösteren, içinden geçtiğimiz şu günlerde kıyılarımızda feci bir boyuta ulaşan deniz salyası istilası çevre üzerinde bir kez daha, fakat daha kararlı, daha dürüst, daha derinlikli düşünmemize yol açmıştır." dedi.
İnsanın içine doğduğu çevrenin yine insanın hayat boyu ayrılmaz bir parçası olduğunu, koruyup gözetmesi gereken mecburi bir ortak hazine olduğunu hatırlatan Bahçeli, şunları söyledi:
"Çevresiz insan, insansız çevre yalnızca fantastik masalların konusudur. Yaşadığımız hayat masal değildir, nitekim insan-çevre ilişkisinin rasyonel temelde birbirinden soyutlanması imkânsızdır. İlk çağlardan bugüne kadar insan ya doğayı anlamak ya doğaya hâkimiyet kurmak ya da karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler ağı oluşturmak için çırpınıp durmuştur. İnsanın çevreyle olan irtibatı yeri gelmiş mekanik bir içeriğe bürünmüş, yeri gelmiş sorumluluk ve duyarlılık kültürünün etkisi altında metafizik bir anlayışla bütünleşmiştir. Ekonomi politik dönüşümler, sosyopolitik gelişmeler müteakiben ekolojik görüşleri çeşitlendirmiş, insanla çevre arasındaki ilişkilerin niteliğini müessir ölçülerde değiştirmiştir. Birisini diğerine tercih etmeden, hem insanın hem de çevrenin ihtiyaçlarını aynı anda merkezine koyan fikrî ve siyasi arayışlar bir noktadan sonra gerçekçi öneri ve önermelerin cümle kapısını aralamıştır. Bugünkü şartlarda, çevre sorunları sadece çevre kirliliği veya çevrenin bilinçsizce kullanımı olarak değil; toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel ve ahlaki boyutları olan karmaşık sorunlar yumağı hâline gelmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerle yeşeren her yeni ortam çevreyi ya doğrudan veya dolaylı şekilde etkilemiş, insanın hayat ve refah standartlarını çalkantılı bir mecraya sürüklemiştir. Marmara Denizi'nde mart ayından itibaren baş gösteren, içinden geçtiğimiz şu günlerde kıyılarımızda feci bir boyuta ulaşan deniz salyası istilası çevre üzerinde bir kez daha, fakat daha kararlı, daha dürüst daha derinlikli düşünmemize yol açmıştır. Büyük oranda kirli su ve tarımsal-endüstriyel atıkların tesiriyle ortaya çıkan mikrobiyolojik varlıklar yaygın ve yoğun biçimde sahillerimize tutunmuştur. Hatta bazı kıyı şeridinde insanlarımızın denize çıkışı bile deniz salyası baskınıyla engellenmiştir. Bu kaygı verici tablodan her insanımızın rahatsızlık ve üzüntü duyması normaldir, beklenen bir durumdur. Deniz salyasının, kıyılarımızda yatay bir tabaka oluşturmak şöyle dursun dikey bir hareketle dibe doğru indiği de gözlemlenmektedir. Bu nedenle deniz canlılarının oksijeni kesilmektedir. İşin doğrusu, bir çevre felaketiyle karşı karşıya olduğumuz açıktır. Parti Programı'mızda çevre konusuna ayrı bir ehemmiyet verdiğimizi, bu kapsamda temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın her insanın temel haklarından birisi olarak gördüğümüzü özellikle vurgulamak isterim. Bizim düşüncemize göre, çevre sorunlarını; kalkınma-çevre ikilemi yerine, akılcı bir koruma, kullanma ve geliştirmeyi öngören sürdürülebilir kalkınma modeliyle aşmak mümkündür. Çevre politikamızın esasını da gelecek nesillere temiz, yaşanabilir doğal ve kültürel değerleri korunmuş bir çevrenin intikali oluşturmaktadır. Ülkemizin bütüncül bir çevre politikasıyla maruz kaldığı risk ve tehditleri en aza çekeceği inancındayız. Kıyı, deniz, akarsu, göl, yapay göl ve diğer sulak alanların çevresi ile eko sistemlerin tamamını bütünlük içinde ele alan kıyı planlaması ve yönetim sistemi uygulanmalıdır. Su, hava, toprak ve denizi birlikte değerlendiren entegre çevre politikaları geliştirilmelidir. Ayrıca biogüvenlik ve genetiği değiştirilmiş organizmalar konusundaki tehlikeleri bertaraf etmek maksadıyla tarım, çevre ve teknoloji politikaları eşzamanlı uygulanmalıdır. Bizlere düşen asıl görevlerden birisi de çevre duyarlılığını tesis etmektir. Yatırım projelerinin yer seçiminde çevre duyarlılığıyla birlikte, çevre dostu teknoloji kullanımı özendirilmeli, hukuki çerçeveye kavuşturulmalıdır. Bilhassa Marmara Denizi’ne akan derelerin ıslahını yapmakla birlikte, Orta Avrupa ülkelerinden gelen atıkların nehirler üzerinden Karadeniz’e taşınmasını önlemek amacıyla muhatap ülkelerle mutabakat sağlanmalıdır. Şu gerçeğin altını çizmenin yanında, mutlak surette de kabul etmek zorundayız: Kirli bir denizin çevresinde sağlıklı bir hayat kurulamayacaktır."
MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞIMIZDA ÇEVRECİLİK ANA EKSENLERİNDEN BİRİSİDİR
"Demem odur ki, bir zihniyet değişikliğine refakat eden çevreyle uyumlu bir hayat şartlarını da inşa etmek durumundayız." hatırlatmasında bulunan Bahçeli, şöyle devam etti:
"Günümüz dünyasında çevre sorunları ile insan sorunlarını birbirinden ayırmak neredeyse hayaldir. Çevreyi ve insanı birbirlerine üstünlük kurmadan her birini kendi gerçekliğinde ele almak, kalıcı ve kuşatıcı bir çevre bilinci yerleştirmek hepimizin sorumluluğudur. Tahrip olmuş bir doğa, talan edilmiş bir medeniyete, talih kuşuna hasret kalmış bir insanlığa davetiyedir. Sürdürülebilir bir hayat ve ekonomik gelişme hedefi çevrenin yıkımıyla değil, imarı ve ihyasıyla gerçekleşmelidir. Çevreyi dikkate almayan her atılımın, her adımın her çabanın sonuç itibariyle faturası ağır olacak, kazandırdığından çok daha fazlasını kaybettirecektir. Kaldı ki, ekolojik hassasiyet ve çevre etiğinin ilkelerine azami ölçülerde uymak hem bugünümüze değer yükleyecek hem de gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakılmasına destek verecektir. İnsanın kendisi ve içinde yaşadığı toplum ve doğayla kurduğu ilişkileri düzenleyen, bu suretle insanın çevreye bakışını belirleyen kurallar manzumesi olan çevre etiğinin saygı ve sorumluluk kavramlarını pekiştirmesi güvenli ve sağlıklı bir hayatın bize göre formülüdür. Bizim milliyetçilik anlayışımızda çevrecilik ana eksenlerden birisidir. Çevre demek insanlığın çehresi, medeni olmanın çağrısı demektir. Çevre demek aynı zamanda vatan demektir. Çevreye hürmet çağın şifrelerini çözmenin, huzurlu ve mutlu bir hayatın ilk şartıdır. Sahillerimizi işgal eden deniz salyasıyla mücadele konusunda alınacak tedbirlere, uygulanacak politikalara samimiyetle destek vereceğimizi, bu ağır sorundan ülkemizin ve deniz canlılarının kurtarılması hususunda yapılan ve yapılacak her çalışmanın yanında duracağımızı kararlılıkla ifade ediyorum. Geçtiğimiz pazar günü Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından açıklanan ve 21 başlıktan oluşan eylem planını, bugünden itibaren 7/24 esasıyla Marmara Denizi’ndeki deniz salyasını temizleme seferberliğini yürekten destekliyoruz. Geldiğimiz bu aşamada, siyasi partilere düşen öncelikli görev bu meseleyi istismar etmemektedir. Siyasi rant hesabına tevessül gibi bir yanlışa da hiç kimse düşmemelidir. Çünkü deniz salyası belasını yenmek için sabır ve sağduyunun rehberliğinin yanı sıra, el birliğine, güç birliğine ve hedef birliğine ileri düzeyde ihtiyaç olduğu da asla unutulmamalıdır. Çevre etiği ne kadar önemliyse, siyasi etik kuralları da bir o kadar önemlidir ve ihlali düşünülemeyecektir. Dilek ve ümidimiz siyasi etik yasasının daha fazla gecikmeden süratle ve mutabakatla çıkarılmasıdır. Siyaset kör bir cendereye sıkıştırılmadan centilmenlik içinde yapılmalıdır. Ne var ki dubaracı yüzler siyasette çok faal ve çok fazladır. Geçmişine sırt dönüp çıkarlarının peşine düşenlerin görünürlüğü artmıştır. Devletin en üst makamlarında görev alanların mahremiyetlerine emanet olan konuları ulu orta konuşmaları, dün birlikte olduklarını bugün karalamaya çalışmaları münafıklık alametidir.
SEROK AHMET DAVUTOĞLU İÇİN DENİZ BİTMİŞ, FİLİKASI SU ALMIŞTIR
Devlet Bahçeli, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'nun yaptığı açıklamalara sert tepki gösterirken, şu ifadeleri kullandı:
"Türkiye’de başbakanlık yapmış bir şahsın, kendisiyle birlikte mezara gitmesi gereken sırları döküp saçması, bu devletin kimlerin elinde kaldığına bariz bir delildir. Ketumiyet yoksa karakter yoktur. Gizlemesini bilmeyenin yönetmesi mümkün değildir. Serok Ahmet böyle biridir. Gelecek Partisinin yöneticilerine tavsiyem şudur; bu Serok’un yanında sakın konuşmayın, aman ha sır verme gafletine düşmeyin, dil ile düğümlenenin diş ile çözülemeyeceğini aklınızdan çıkarmayın. Keza aynı şey selamsız Babacan için de geçerlidir. Kanuni Sultan Süleyman dönemi vezirlerinden olup Mısır'a vali olarak tayin edilen, ancak bir süre sonra Padişah’a isyan ederek kendisini sultan ilan eden hain Ahmet Paşa gibileri zamanında teşhis edilerek devlet ve siyaset hayatı onlara tümden kapatılmalıdır. Serok için deniz bitmiş, filikası su almıştır. Mısır'ın alınmasından sonra, muazzam bir serveti geride bırakarak ölen bir tacirin metrukatından bir kısmına el konulması devrin defterdarı tarafından uygun bulunmuştu. Adaletiyle öne çıkan bir devletin uygulaması elbette şaşırtıcıydı. Fakat kendisine gönderilen takriri inceleyen Yavuz Sultan Selim'in cevabı ise beklendiği üzere hayranlık uyandırmıştı: 'Ölene rahmet, malına bereket, evladına afiyet, gammaza da lanet olsun.' Türk devlet ve siyaset hayatının sütunları muhteşem bir mazinin tecrübe ve birikim himmetiyle dikilmiştir. Bahanesi ne olursa olsun, bu sütunu kırmaya, yıkmaya, tahrip etmeye çalışmak demokrasimize ve millî birliğimize yapılacak en büyük kötülüklerdendir. Zillet ittifakının asıl ve yedek kadrosunu teşkil eden, özellikle davası ve devası olmadığı gibi gelecekleri de mefluç siyasi parti başkanlarının gündeme yansıyan iddia ve itirafları, esas itibarıyla düşünce namusu açısından yüz kızartıcı, utanç vesikasıdır. Demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde, muhalefet partileri, birbiriyle çelişir gibi görünen iki ayrı tavır ve davranışı aynı anda göstermekle sorumludur. Bir yanda iktidarı eleştirirken, diğer yanda da rejime ve ülkeye muhalefetten kaçınmak durumundadırlar. Demokrasinin bekası iki ucu keskin bıçak gibi parlayan bu hassasiyete yakından bağlıdır. Biz bu hassasiyete milli, ahlaki, ilkeli ve sorumlu muhalefet anlayışı diyoruz ve herkesi buna uymaya davet ediyoruz. Gerçi Serok ve devasızların diğer zilllet ortaklarıyla birlikte buna riayet etmeyeceklerini de peşinen tahmin ediyoruz. CHP yönetimi başta olmak üzere, bütün muhalefet partileriyle 71 yıl önce yapılmış şu değerlendirmeleri hassaten paylaşmayı bir vazife sayıyorum: 'Eğer iktidar karşısına geçen muhalefet partileri devleti ve milleti kötülemek pahasına da olsa her şeyi fena göstermek yolunu tutarlarsa, eğer muhalefet partisi hükûmetin tabii olan her güçlüğünü büyütmeye kalkarsa, hülasa iktidarla muhalefet arasındaki münasebet şuursuz bir çekişme ve dalaşma hâlinde soysuzlaşırsa demokratik rejimin atisi yoktur.' Bu sözlerin sahibi merhum İsmet İnönü'dür, konuştuğu yer CHP Parti Divanı, tarih ise 27 Mayıs 1950’dir. İlerleyen yıllarda bu İnönü’nün yerinde yellerin estiği de bir başka üzerinde durulması icap eden tenakuz hâlidir. Her seferinde dün dünde kalmış, bugünün gerçekleriyle ters düşmüştür. Merhum Nadir Nadi, İnönü’nün iktidar muvaffak olamasın da ne olursa olsun havasında olduğunu, çok değil 1952 yılının Aralık ayında kaleme almıştır. 21 Nisan 1954 tarihli Niğde Mitingi'nde Demokrat Parti hükûmetini kastederek 'Düşeceklerdir, düşmeleri lazımdır.' sözlerinin sahibi de o dönemin CHP Genel Başkan’ıdır. Bu üslup tıpkısının aynısıyla Kılıçdaroğlu’na egemendir. CHP Genel Sekreterliği görevini üstlenmiş siyasetçilerden birisi olan merhum Faik Ahmet Barutçu ise siyasi anılarında İsmet İnönü’nün şunları söylediği yazmıştır: 'Bu ülke gezgin istiklal mahkemeleriyle yönetilemez. Atatürk sağ olsaydı yönetimi beş yıl daha sürdüremezdi. Diktatörlük devrimle yıkılmaya mahkûmdur. Biz demokrasiyi doğal yollardan yerleştirmeye çalışıyoruz.' Siyasette tutarlılık, fikri çizgide devamlılık, mücadelede dürüstlük, duruşta berraklık siyasetçilerin ve siyasi partilerin ülkeye ve millete hizmet konusunda samimiyet derecelerini gösterecektir. Patlaması kaçınılmaz olan lafzi balonların fikir kisvesine bürünerek siyaset piyasasına sürülmesi hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktır."
AYM'NİN, HDP İDDİANAMESİNİ İKİNCİ KEZ İADE SEÇENEĞİ KALMAMIŞTIR
Bahçeli; siyaset bir savaş hâli, dost ve düşman kamplarının hamulesi olmadığını hatırlatarak, şu ifadelere yer verdi:
"Maalesef bugün Türkiye’nin en önemli sorunu siyasetin kendi içinde yaşamış olduğu açmazlar ve sancılı travmalardır. Bunun asıl nedeni siyaset yaptığını zanneden bir kısım zevatın gerçekte siyasetsizliğin içine gömülmesidir. Cumhuriyet Halk Partisinin hâli tamı tamamına budur. Nitekim zillet ittifakı siyasetini Türkiye’ye karşı konuşlandırmıştır. Teessüfle ifade etmek isterim ki, organize suç şebekelerine, terör örgütlerine, yeminli Türk düşmanlarına sözcülük yapan, onların iftiralarına taşeronluk eden köksüz ve kişiliksiz bir muhalefet anlayışı karşımızdadır. Ülkemizdeki muhalefet iktidarı düşürmek için vatanı bile düşürmeye hazırdır. Ancak bu vatan düşmeyecek, Türkiye yenilmeyecek, Türk milleti zillete boyun eğmeyecektir. Gelişmeleri ahlaki şuurla yorumladığımızda biliniz ki her şey aleni bir şekilde fark edilecektir. CHP ve İP’in siyasi iradesi güdümlüdür, tarlaları sürülmüştür, harman yerleri haciz altındadır. Bunların rotasını belirleyen temelsiz isnatlar, Türkiye karşıtlarının tezleri, küresel senaryolar, emperyalist oyunlardır. CHP ile İP’in gizli ve kaprisli ortağı HDP, 2023 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimi konusunda ortak aday çıkarmanın ciddi bir seçenek olduğunu açıklamıştır. Cumhur İttifakına karşı güç birlikteliğinin başarılı olacağı iddiaları bölücü ağızların kesintisiz propagandası haline dönüşmüştür. HDP, CHP ile İP’i çoktan kafeslemiş, üzerlerine de kilidi vurmuştur. Bunların ayağa kalkmaya mecalleri kalmamıştır. HDP’nin bir eş başkanı seçimlerde iş birliğinin kaçınılmaz hâle geldiğini söylemek suretiyle cesur adımlara ihtiyaç olduğunu ifade ederken aslında bir plan çerçevesinde konuştuğunu ihsas etmiştir. Şu anda kamuoyunu hazırlama süreci devrededir. PKK’dan aldığı talimatlarla siyasetini belirleyen HDP’nin, CHP ile İP’i bir karara zorlaması, gizli saklı ilişkilerden sıyrılma telaşı son zamanlarda iyice yoğunlaşmıştır. İP Başkanı’nın 2023 Seçimlerinde HDP ile resmî ittifaka karşı çıkması aralarındaki rol paylaşımında kendisine verilen görevin telaffuz gayretinden başka bir şey değildir. 2023 Seçimlerinde ne olacağından, nasıl bir ortaklık kurulacağından daha önce çözümü millî ve hukuki aciliyet olan devasa bir sorun vardır. HDP'nin kapatılma süreciyle, bölücü milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarının görüşülmesi maalesef tavsamaktadır. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi tarafından iade edilen HDP’nin kapatılmasını esas alan iddianamenin eksikliklerini gidererek beklenen davayı dün tekrar açmıştır. HDP’nin eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına aykırı bulunmuştur. Bu bölücü partinin hemen hemen tüm organları, üyeleri ve teşkilatları vasıtasıyla suç işlediği, işlenmesini tahrik ve teşvik ettiği somut delillerle belirtilmiştir. Bundan sonra bütün gözler Anayasa Mahkemesine çevrilecektir. Bu mahkemenin iddianameyi ikinci kez iade seçeneği de kalmamıştır. Türkiye, vatan topraklarında ve sınır ötesinde teröre karşı kazanmış olduğu muazzam üstünlüğü TBMM’de kaybedemez, hiç kimse de bu kayba hizmet edemez. HDP’nin kapatılması artık hukukun konusudur, bu kanlı ve karanlık sayfa açılmamak üzere kapatılmalıdır. Ancak bununla bağlantılı olarak şu soruların cevabını arıyoruz:
'Bölücü milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarının TBMM’de görüşülüp karara bağlanması neden gecikmektedir? Suçu tevsik edilmiş PKK’lı milletvekilleri adaletin önüne ne zaman çıkarılacaktır? Maşerî vicdanın huzur bulması için daha neyi bekliyoruz? İhanetin bedelini ödeteceksek ne duruyoruz? Şayet bölücülüğün hesabını soracaksak, Şayet hukuk devletinin varlığını göstereceksek gün bugündür, melanetin yeri bağımsız Türk mahkemelerinde kurulan sanık sandalyesidir."
BU BÖLÜCÜNÜN LAYIK OLDUĞU YER DEMİR PARMAKLIKLARIN ARKASIDIR
Bahçeli, TİP Milletvekili Ahmet Şık'ın, "katil devlet" söylemine yönelik tepkisini şöyle dile getirdi:
"TİP’li bir milletvekilinin, 'Bu devlet katil, bu devleti yıkmamız gerekiyor, evet Türkiye Cumhuriyeti Devleti katil bir devlettir.' iftiraları karşısında ne yapacağız? Bu hainin dokunulmazlığını kaldırıp doğruca adalete teslim etmeyecek miyiz? Düşünebiliyor musunuz, böyle bir alçak TBMM’de bizimle aynı havayı teneffüs ediyor. Devlete katil diyen bu soysuz, devletin her imkânından istifade ediyor, hazinesinden maaşını alıyor. HDP’lilerin fütursuzluğundan cesaret alan bu suçlu bilmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti katil olsaydı, bugün bulunduğu yer TBMM değil, mezarlık olurdu. Bunlara müsamaha gösteremeyiz. Bu aşağılık tiplere tahammül edemeyiz. İktidarı zayıflatacak her türlü politikayı, bu iktidarın azı dişlerini çekecek her şeyi meşru gören bu bölücünün layık olduğu yer Gazi Meclisin çatısı değil, demir parmaklıkların arkasıdır. Bununla birlikte HDP’li bölücü milletvekillerine gereği hukuk sınırları içinde derhâl yapılmalıdır. HDP, terörizmin siyaset ayağıdır. HDP, terör örgütünün Meclise sızmış nifak uşağıdır. Ve HDP’nin kapatılması, siyasetten, demokrasinden kaydının silinmesi hepimizin, özellikle Anayasa Mahkemesinin namus borcudur. Hemen hemen her gün şehit veriyoruz. Cami avlularından kahramanlarımızı uğurluyoruz. Terörle mücadeleyi her saha ve zeminde kararlılıkla icra ediyoruz. Terör örgütünün sonu gelmiş, topyekûn imhası için sayılı günler kalmıştır. Üst düzey terör baronları başarıyla yok edilmektedir. Kırmızı listede kim varsa sırayla kafası koparılmaktadır.
Geçen pazar günü, terör örgütü PKK'nın Mahmur genel sorumlusu 'Doktor Hüseyin' kod adlı terörist Selman Bozkır'ın muazzam bir operasyonla etkisiz hâle getirilmesi bunlardan birisidir. Sincar, Kandil, Mahmur, Gara ve diğer tüm terör sığınak ve kaynak alanları Allah’ın izniyle hainlerden köşe bucak temizlenecektir. 24 Temmuz 2015 tarihinden bugüne kadar 18 bin 140 terörist kahraman güvenlik güçlerimizin eşsiz ve emsalsiz müdahalesiyle etkisiz hâle getirilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerimizle övünüyoruz. Kahraman polislerimizle, fedakâr güvenlik korucularımızla iftihar ediyoruz. Terörün yaktığı ihanet ateşi ya sönecek ya da yakanları kavuracaktır. Numune de olsa, HDP'li sözde bir siyasetçinin kalkıp da şehitlerimize rahmet dilediğine şahit olanınız var mıdır? PKK'nın kanlı saldırılarını kınayan bir HDP’liyi göreniniz, duyanınız olmuş mudur? Yüreği Türk milletiyle bir olmayan parti görünümlü bu bölücü örgütün TBMM'de bulunması hak mıdır? Hukuk mudur? Helal midir? Cevabını ben vereyim, ne haktır ne hukuktur ne de helaldir. Bilakis vebaldir, cinayettir, tarihî haklarımızın inkârıdır. Demokrasi, bebeklere kurşun sıkmanın gerekçesi olamaz. Sandıktan çıkan oylar hıyanetin zırhı görülemez. Gören varsa Türk milletiyle gönül bağı kalmamış demektir. Eşkıyanın fermanını dağda yırttık, aynısını TBMM’de de yapmalıyız. Hiçbir siyasi mülahaza Türkiye’nin istikbalinden daha önemli değildir. Hiçbir siyasi düşünce istiklal haklarımızdan, millî birlik ve beka kararlılığımızdan üstün olmayacaktır. İnsanımızı yaşatacağız, bu sayede devlet yaşayacak."
MİLLETİMİZİ İLELEBET YAŞATACAĞIZ, DEVLETİ İLANİHAYE KORUYACAĞIZ
Bahçeli, "Milletimizi ilelebet yaşatacağız, devleti ilanihaye koruyacağız. Diyorum ki, Tanrı Türk’e yâr olsun, milletimiz var olsun, Türkiye büyüyüp Turan olsun." diyerek, konuşmasına şöyle devam etti:
"Bu vesileyle terörle mücadelede şehit düşen kahramanlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına ve aziz Türk milletine başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Mahmur Kampı, mülteci kampından öte, terörist ikmal merkezidir. Mahmur Kampı’nın mahvı ve mağlubiyeti terör örgütünün kaynağını kurutacaktır. Kandil’e dikelim bayrağı, Sincar’a vuralım yumruğu, Mahmur’a çakalım kahramanlık beratını. Güvenlik güçlerimizin operasyonuyla layığını bulan terörist Selman Bozkır’ın malum akıbeti ABD’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki büyükelçisini rahatsız etmiştir. Demek ki doğru yoldayız, doğru bir mücadelenin tarafıyız. Sözünü ettiğim büyükelçi, Mahmur Kampı’ndaki sivilleri hedef alacak herhangi bir saldırının uluslararası hukukun ihlali olacağını sosyal medya hesabından dile getirmiştir. Hain Bozkır'ın bertaraf edilmesinden de derin bir endişe duymuştur. Peki, Mehmetlerimiz şehit edilirken de aynı endişe hâlini yaşamış mıdır? Masumlara saldırılırken de insanlık değerleri aklına gelmiş midir? PKK'nın Irak’ın kuzeyindeki kampları geri cephe olarak kullandığı çok açıkken, ABD'li bu terör sevicinin sözleri hem değersiz hem de densizliktir. Diğer tüm anlaşmazlık içeren konu başlıkları bir yana, ABD’nin PKK/YPG’yi kara gücü olarak değerlendirmesi müttefiklik hukukuna sürülmüş baldıran zehridir. Terör örgütüyle iş birliği yapan bir ülkenin uluslararası hukuka vurgu yapması sadece aldatmadır. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığının, Suriye’nin işgal altındaki petrol tesislerini koruyan PKK/YPG’li teröristlere mayıs ayı içinde sıhhiye desteği verildiğini açıklaması korkunç bir çarpıklıktır. Teröristlere ağır yaralılara nasıl müdahale edileceğini göstermişler. Yara kapatmayı, pansumanı, basınç bandajını ve turnike uygulamasını öğretmişler. Yani ABD'li askerler teröristleri ilk yardım konusunda eğitmişler. Bu tablo tam bir rezalet tam bir çürümüşlüktür. PKK/YPG’ye sıhhiye desteği vermek, silah yardımı yapmak, parasal imkânlarla sırtını sıvazlamak Türkiye’ye kastetmenin başka bir tanım ve tasviridir. Sayın Cumhurbaşkanı'mız, Brüksel’de yapılacak NATO Zirvesi’nde ABD Başkanı Biden’a müttefiklikle bağdaşmayan skandal gelişmeleri, terör örgütüyle kurulan yakınlığı inanıyorum ki anlatacak, yanlıştan dönmesi konusunda milletimizin mesajlarını yüzüne söyleyecektir. Terör bir insanlık suçudur. Teröre destek insanlık suçuna ortaklıktır. Dünyanın neresinde olursa olsun, terörizmin kanlı hesaplarına karşı küresel bir direniş ve tepki kurumsallaşmalı, insani değerler paydasında bütün ülkeler bir araya gelebilmelidir. Geçen hafta Burkina Faso'nun kuzeyindeki bir köye düzenlenen terör saldırısında 200’e yakın insanın katledilmesi, çok sayıda ağır yaralanın bulunması esasen insanlığın müşterek sorunu olarak görülmelidir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin bu vahşete alçaklık demesi terörizmle mücadelede cılız ve gelip geçici itirazlara yeni bir ilavedir. Artık uluslararası toplum terörizme karşı kuvveden fiile geçmeyi başarmalıdır. Burkina Faso’daki terör dehşetinin, PKK/YPG saldırılarından ne farkı vardır? Terörle mücadelede bütün ülkeleri bağlayacak ve sorumluluk altına sokacak küresel düzeyde siyasi ve hukuki bir eylem planı geliştirilmelidir. Soğuk Savaş şartlarına göre organize edilen, bir bakıma geleneksel yapısıyla ihtiyaçları karşılamaktan hızla uzaklaşan NATO’nun, yeni işlevlerinden birisi de terörizme karşı tam saha pres olmalıdır. Terör örgütleriyle ortak bir gelecek planlayanların, hegemonya mücadelelerinde hedef ülkeleri bu yolla çembere alanların ulaşacakları yer zulümdür, zillettir, kan nehridir. Türkiye Cumhuriyeti, yüzüncü yıl dönümü olan 2023’e terör belasını yenmiş olarak kavuşacaktır. Amacımız budur, arzumuz budur, mücadelemiz buna yöneliktir. Bu hunhar musibeti hayatımızdan söküp atma hususunda muhteşem bir devlet kararlılığı ve millet inancı vardır ve ortadadır. Başaracağız, ihanetin kalbine mızrağı saplayacağız."
BAHÇELİ'DEN, NATO ZİRVESİ İLE İLGİLİ ABD VE JOE BİDEN'A SERT SÖZLER
MHP Lideri Devlet Bahçeli, 15 Haziran 2021 Salı günü partisinin TBMM'deki grup toplantısında yaptığı konuşmada, NATO Liderler Zirvesi ile ilgili olarak ABD ve Joe Biden'ı sert sözlerle eleştirdi.
Konuşmasına, "Tasvip etsek de etmesek de savaş ve siyaset bir bakıma propagandaların mücadele sahası, karşılaşma alanıdır." diyerek başlayan Bahçeli, şöyle devam etti:
"Propagandanın mahiyet ve muhtevası mücadelenin seyir ve serencamını derinliğine etkileme kapasitesi taşımaktadır. İftiralarla bezenmiş kara veya gri propaganda ne denli hızlı olsa da günü ve saati geldiğinde hakikatin ağırlığı altında ezilmeye mutlak surette mahkûmdur. Günümüz şartlarında, bilhassa uluslararası ilişkiler çerçevesinde söylersek, ters propagandaların, algı operasyonlarının, yalan haberlerin, uydurma iddiaların yoğunluğu tehlikeli boyutlarda artmıştır. Bunun sonucu olarak, ülkelerarası ilişkiler değer odaklı olmaktan uzaklaşarak önyargılara ve ölümcül hesaplaşmalara sürüklenmiştir. Uluslararası ilişkiler ve dış politika; adı üstünde, kendi ülkemiz ve milletimizle, bizim dışımızdaki ülke ve milletler arasındaki münasebetlerin tanımı ve bütünüdür. Her ülkede olması gerektiği gibi, Türkiye’mizin de dünya ile kurulan bu karmaşık ve kapsamlı ilişkiler ağının merkezinde vazgeçilmez hak ve menfaatleri, Türk milletinin bekası, Türk kültür ve tarihinin şeref ve haysiyeti bulunmaktadır. Parti Programı’mızda millî dış politikamızın temel hedefleri şunlardır; Türkiye’nin millî güvenliğini ve millî çıkarlarını korumak ve geliştirmek; çevremizde barış, istikrar ve güvenlik kuşağı oluşturmak; başta komşularımız olmak üzere, bütün ülkelerle karşılıklı saygı ve yarara dayalı ilişkiler kurmak; mevcut sorunları Türkiye’nin hak ve çıkarları korunarak uluslararası hukuk çerçevesinde adil ve kalıcı çözümlere kavuşturmaktır.
Türkiye'nin coğrafî, stratejik ve jeopolitik konumunu dikkate alan, bölgesel ve küresel istikrara katkı sağlayacak; şahsiyetli, istikrarlı ve etkili bir dış politika hem gayemiz hem de gayretimizdir. Türk milleti için vazgeçilemez nitelik taşıyan unsurlar olan; millî kültürümüzü, toprak bütünlüğümüzü ve üniter devlet yapımızı korumayı temel öncelik olarak özümseyen bir strateji çerçevesinde partimizin uluslararası ilişkilerdeki temel yaklaşım ve prensipleri belirlenmiştir. Meselelere başkent Ankara'dan bakan, dünyayı Türkçe okuyan, ne Doğu'dan ne de Batı’dan vazgeçen,
hiçbir ülkeyi, hiçbir düşünceyi, hiçbir medeniyet ve milleti hor görmeyen bir vizyon genişliği ve ahlak seviyesi Milliyetçi Hareket Partisinin dış politikasının ana çatısıdır. Bu yaklaşımımız günden güne değişen taktik hamlelerin ve günübirlik ilişkilerin neticesi değil; kalıcı, köklü ve bin yılı aşan millî bir duruşun ifadesidir. Büyük Türk milleti, Anadolu coğrafyasında bin yıldır varlığını sürdürmüş ve bu coğrafyayı vatan yapmıştır. Bu bin yıllık sürede, sahip olunan vatan toprakları kendi jeopolitiğini geliştirmiş, Selçukludan Osmanlıya, oradan da Cumhuriyet'e manevi bir veraset hâlinde intikal etmiştir. Bir coğrafyanın beşerî, ekonomik, sosyal, kültürel politiğini oluşturmak ve yükseltmek, sahip olunan stratejik imkân ve şartların yanı sıra, mevcut devlet ve yaşayan millet yapısını hesaba katan gerçekçi bir analizin sonucudur. Bu açıdan, cihan devleti kuran ecdadımızdan tevarüs edilenler bizlere yalnızca mazide kalmış acı ve tatlı hatıraları değil;  beraberinde yaşanmış gerçeklerin, muazzam toprak ve insan kaybıyla sonuçlanmış ibret verici neticelerini de bilmemizi ve ders çıkarmamızı gerektirmektedir."
TÜRKİYE CUMHURİYETİ, MİLLÎ MÜCADELE'NİN ONUR TAŞIDIR
Bahçeli, 1923 yılında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu bin yıllık stratejik var olma mücadelesinin tarihî mirasını devraldığını hatırlatarak, şunları kaydetti:
"Hepinizin bildiği gibi, bugünkü siyasi sınırlarımız kendiliğinden oluşmamış ve kolaylıkla elde edilmemiş, dönemin küresel güçlerinin Türklüğe biçtikleri sınırlı bir alanın reddedilmesi sonucunda şehit kanıyla çizilmiştir. Doğal olarak bugünkü vatanımız, geçen yüzyılın ilk çeyreğinde başka toplumlara tahsis edilmek istenen topraklarımızı fütursuzca parselleyen küresel projenin hilafına; akıl, heyecan, iman, silah ve hesabın terkibiyle oluşan muhteşem bir mücadeleyle kazanılmıştır. Devlet siyasetimizin önceliği, uluslararası ilişkilerde mevcut millî sınır ve yapının korunmasına yönelik tedbirler olmuş, bu ise imparatorluğun yıkılış şablonunda rol alan dış unsurlar ve Kurtuluş Savaşı’mızla yarım kalmış küresel projelerin hâlâ canlı durduğuna dair haklı kaygıları beraberinde getirmiştir. Türkiye'nin geride kalan 98 yıllık dış siyasetinde ihtiyat ve denge, kuşku ve kaygı sürekli belirleyici olmuştur.
Tabiidir ki, yaşayan ve değişen küresel gelişmeler, ülkemizin güç ve etki kazanması, Cumhuriyet’imizin kuruluş yıllarındaki ağır şartlara dayanan stratejik ilişkilerin gözden geçirilmesini ve tedbirlerin gevşetilmesini gerektirebilir. Ancak, burada devletimizin üzerinde hükümran olduğu coğrafya değişmediğine göre, jeopolitikten doğan stratejinin köklü değişimlere açık olduğunu söylemek bugünkü ortamda mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin 98 yıllık millî siyaset ve stratejisi, kuruluş gerçeklerinden başlayarak, hükûmetlerüstü bir anlayışla tezahür etmiş ve devlet politikası hâline gelerek bugünlere ulaşmıştır. Ancak ve ancak savaş mağlubu ülkelerin içine sürüklendiği zaaf ve zayıflıklar Türkiye için asla söz konusu olmamıştır. Emel sahiplerini uyarıyorum, Türkiye önüne gelenin azarlayacağı, keyfi yetenin ayar vereceği, onun bunun tehditlerine boyun eğeceği savaş mağlubu bir ülke olarak görülemeyecektir. Cumhuriyet'imizin kuruluşu teslimiyetin neden olduğu dayatmaların değil, savaşla ve direnerek kazanılmış bir zaferin getirdiği özgüven içinde Lozan ruhuyla dünyaya kabul ettirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Millî Mücadele’nin onur tacıdır. Bu tacı kara propagandalarla, iftira kampanyalarıyla lekelemeye hiçbir iç ve dış muhasım odağın kuvvet ve kudreti yetmeyecektir. Uluslararası ilişkilerde başı eğik, âciz, atıl ve atalete düşmüş bir Türkiye artık yoktur. Ön alan, öncü olan, önden giden, istikamet çizen, sesini yükselten, iradesini gösteren, iddialarının arkasında duran bir Türkiye gerçeği vardır. Başkalarının ağzına bakmıyoruz, buna karşılık ağzımızdan ne çıkacağına baktırıyoruz. Kuşkusuz, herkesi düşman olarak göremeyeceğimiz gibi, herkesi dost zannederek yolumuza devam edemeyeceğimiz de ortadadır. Uluslararası ilişkilerde ne kalıcı düşmanlıklar vardır ne de sürekli dostluklar hâkimdir. Karşılıklı hak ve menfaatler ağı bu ilişkilerin şeklini ve yöntemini belirleyen en önemli kıstastır. Partimiz dış politika esasını, 'bölgemizde ve dünyada barışı sağlayarak sürekli kılmak ve uluslararası iş birliğini geliştirmek'  olarak açıklamış, ancak söz konusu barış ve uzlaşma anlayışımızın teslimiyetçilik olamayacağını, millî menfaatlerin her şeyin üzerinde tutulacağını önemle vurgulamıştır. Cumhur İttifakı ve Milliyetçi Hareket Partisi bu tutumuyla, Türkiye'nin millî varlığına ve tarihî misyonuna sonuna kadar sahip çıkmanın siyasetteki tanımı ve iftihar edilecek temsilcisi olarak sivrilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti egemenlik haklarını ve sınırlarını yüzyıla yaklaşan bir tarih birikimiyle ve kendi millî gücü ile oluşturmuş bir devlettir. Dünya devletleri ve komşu ülkelerle yapmış olduğu anlaşmaların ve ilişkilerin esasları ile verebileceği millî tavizin son sınırları, bu köklü birikimin ve devlet-millet şuurunun sonucunda ortaya çıkmıştır."
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇTE VE DIŞTA VAR OLAN SORUNLARI AŞACAK ÇAPTADIR
Bahçeli, "Bildiğiniz gibi, uluslararası alanda edineceğimiz mevkii; sahip olduğumuz stratejik, jeopolitik, beşeri, ekonomik, kültürel, tarihî ve askerî, millî imkânları kullanabilme kabiliyetimizle sınırlıdır." diyerek, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Millî gücümüz bu potansiyeli harekete geçirebildiğimiz kadardır. Bu imkân ve yetenekleri dönemsel şartların ortaya çıkardığı fırsatlar içinde değerlendiremeyen ülkelerin, sahip olduğu potansiyelleri yalnız başına bir anlam taşımayacaktır.
Dinamik ve devam edegelen süreçlerden oluşan uluslararası ilişkiler ağı, gücünü harekete geçiremeyen ülkelerin hezimete sürüklenmesini kaçınılmaz hâle getirmektedir.
Tarih, yanlış hevesler ve dürtülerle, millî imkânlarını küresel kargaşada heba etmiş, itibar kaybetmiş ülkelerin nafile hamleleri ile doludur. Ancak bu durum; ortam, kuvvet, imkân, fırsat ve risk arasındaki dengeler gözetilerek uluslararası alanda yapılacak akıllı ve etkili stratejik hamlelerin önünde bir engel olarak da çıkmamalıdır. Kurulacak küresel ilişkilerin gerçek güçle orantılı olacak şekilde muadiliyet, denge, istikrar, hakkaniyet, mütekabiliyet, saygı ve iş birliği üzerine tesisi esas olmalıdır. Bunlar yapılırken de en önemli husus, diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin ciddiyet taşıdığının bilinmesi, muhatap veya müttefik ülkelerin bir milletin şeref ve haysiyetini rencide etmemesi şarttır. Türkiye, başkalarının yazdığı bölgesel senaryolarda figüran olmayacak kadar değerli, önemli ve güçlü bir ülke; diplomasi geleneği ise dublaja ve suflöre gerek duymayacak kadar köklü ve derindir. Bize göre her Cumhuriyet hükûmeti, başkentimiz Ankara’yı merkezine alan projeleri cazibe merkezi hâline dönüştürmeli, milletimizin yüzlerce yıllık kucaklayıcı kültürü Türkiye’nin etrafında bir çekim alanı oluşturmalıdır. Çok şükür şu anda olan da budur. Türkiye'yi küresel projelerin, bölgesel taşeronluğunu yapacak kadar aciz ve ilkesiz bir ülke olarak görenler zillete düşmüş bir avuç kimliksizdir.
Ülkemizin uluslararası camiada attığı her adım, ince hesaplar ve derin analizler sonucudur; millî beka ve millî itibar, ham hayaller ve basit meşruiyet arayışlarının üstündedir. Uluslararası ilişkilerin, üzerine hesapsızca atlanarak deneneceği, tutmayınca da 'Ne yapalım ölü doğdu.' denilerek üstünün toprakla örtüleceği bir 'mevta' olmadığı bilinciyle ülkemizin hak ve çıkarları cesaretle savunulmaktadır.
Muhalefet bugüne kadar geldiği yolda taviz ve tam teslimiyetle 'ölü doğmuş' veya 'çökmeye mahkûm' başka projelerin figüranı olmaya talipken, Cumhur İttifakı dünyanın her köşesinde Türkiye’yi aziz millet varlığının beklentileri doğrultusunda savunmaktadır. Türkiye içte ve dışta var olan sorunlarını aşacak çaptadır, cesarettedir, yeterliliktedir. Geçmişte çok daha müşkül durumları aşmayı da başarmıştır. Bugün vatan savunması tehdit ve tehlikenin filizlendiği her zeminde yapılmaktadır."
Bahçeli; vatan konusunda bu yıl 49'uncu vefat yıl dönümünü anılan merhum Dündar Taşer'in "Milliyet ve mukaddesatın korunduğu yerdir." sözünü hatırlatarak, şunları kaydetti:
"Hadiselerin ve hayatın akışına Brüksel’den, Washington’dan, Berlin’den, Londra’dan, Paris’ten değil, bizatihi ve sonuna kadar Ankara’dan baktığımızı ve bakacağımızı üstüne basa basa dile getirmek millî vakarımızın gereğidir. Yine merhum Dündar Taşer’in vurguladığı üzere, bu vatanı birkaç nazariyecinin safsatasına, birkaç hainin hesabına, birkaç ahmağın gafletine kurban etmeyeceğiz. Kılıçdaroğlu’nun ve zillet yedeklerinin ne yapacağını bilemeyiz, ama bizim gideceğimiz başka bir ülke, yaşayacağımız başka bir vatan, gurur duyacağımız başka bir bayrak yoktur. Başkalarının gelecekte ne olacağı ve nerede duracağı bizi hiç ilgilendirmiyor. Biz bin yıldır buradayız. Bir ve beraberiz. Önümüzdeki binli yıllarda da burada olacağız. Kimse en küçük bir şüphe duymasın. Ay yıldızlı al bayrağımızı dünya durdukça, son yurdumuz Anadolu’da dalgalandıracağız.
TÜRKİYE İLE ABD ARASINDA SOĞUK RÜZGÂRLARIN ESTİĞİNİ BİLMEYEN KALMAMIŞTIR
MHP Lideri Devlet Bahçeli, grup konuşmasında Bürüksel'de yapılan NATO Liderler Zirvesi ile ilgili görülerini dile getirirken ABD ve Joe Biden'a yönelik sert sözler sarf etti.
"Uluslararası ilişkiler hakkındaki düşüncelerimi seslendirirken elbette Brüksel’de yapılan NATO devlet ve hükûmet başkanları zirvesi referans alınmıştır." diyen Bahçeli, şunları söyledi:
"İttifakın kuruluşundan bu yana 28 zirve yapılmış, son toplantıyla da 29’uncu zirve gerçekleşmiştir. Haklı olarak bütün dünyanın gözü Brüksel’deki NATO Karargâhına çevrilmiştir. NATO Genel Sekreteri, zirve öncesinde, 'Transatlantik ilişkilerimizde yeni bir sayfa açıyoruz.' yorumu getirerek bir yönüyle gündemde olan NATO’nun 2030 Stratejisi hakkında ipucu vermiştir. Bizim üzerinde durduğumuz asıl gündem konusu ise Türkiye’nin müttefikleriyle olan ilişkilerinin muhasebesi, müzakeresi, eğer mümkünse nasıl bir mutabakatla bağlanacağı meselesidir. Özellikle Türkiye’yle ABD arasında soğuk rüzgârların estiğini bilmeyen, bu soğukluğu hissetmeyen neredeyse kalmamıştır. İki ülke arasında kaygan bir zemin oluşturan kalın buzların çözülmesi samimi dileğimizdir. ABD Başkanı Biden'ın 6 Haziran 2021 tarihinde Washington Post’a yazdığı bir makalede, 'Avrupa gezisinde, dünya demokrasilerini yeniden bir araya toplamayı ve harekete geçirmeyi hedeflediğini' açıklamıştır. Bunun nasıl olacağı, hangi vasıtaların kullanılacağı, Türkiye’nin bu dünya demokrasileri içinde nasıl bir yer tutacağı tartışılması gereken bir muamma olarak karşımızdadır. ABD’nin müttefiklerine ve ortaklarına taahhütlerini yenileyeceğini söyleyen Biden’ın, Türkiye’yi hangi kategoride değerlendirdiği de merak ettiğimiz bir husustur. Bahsi geçen bu ortaklar arasında PKK/YPG’nin olup olmadığı henüz ve somut biçimde açıklığa kavuşmuş değildir. Biden’ın Türkiye’yi nasıl ve hangi seviyede bir müttefik gördüğü de belirsizliğini korumaktadır. Zirve öncesi, Türkiye’yi ilzam eden, haksız sözlerle eleştiren ABD Dışişleri Bakanı, peşin hükümlere, husumetle perçinlenmiş heveslere anlaşılan teslim olmuştur. 8 Haziran 2021’de, ABD Senatosunda konuşan bu bakan ya cahil ya da küstahtır. Türkiye'nin NATO müttefiki gibi davranmadığını, S-400 almasının ve Doğu Akdeniz’deki adımlarının rahatsız edici olduğunu yüzsüzce ifade etmiştir. ABD Dışişleri Bakanı, ülkemizde insan hakları ve gazetecilerin durumu konusunda da ciddi endişe taşıdıklarını söylemiştir. Bizim endişelerimizin mahiyetini, şüphelerimizin içeriğini bir öğrense bu bakanın dışarıya çıkacak mecalinin olmayacağını cümle âlem görür ve şahit olurdu. Türkiye’nin NATO müttefiki gibi davranmadığını iddia eden ABD’nin hangi örgütlerle fiili ittifak ve dayanışma içinde olduğunu yalnızca biz değil, günü geldiğinde beşerî vicdan ve tarih anlata anlata bitiremeyecektir. Arkamızdan dolanıyorlar, müttefiklik edebiyatı yapıyorlar. Teröristlerle iş tutuyorlar, stratejik ortaklıktan bahsediyorlar. Türkiye’nin kuyusunu kazıyorlar, sözde Ermeni soykırım yalanına sarılıyorlar, sonra dönüp NATO diyorlar. 15 Temmuz darbecilerini koruyorlar, Pensilvanya’da FETÖ’yü barındırıyorlar, utanmadan, sıkılmadan, yüzleri kızarmadan demokrasi ve hukuk alanlarında ahkâm kesip bize parmak sallıyorlar. Bilmiyorlar ki, yalanlarla çevrili bir ortamda güvenin evi yoktur. Zira yalan dönüş ihtimali olmadan kapanan çıkış kapısıdır. Kaybedilen bir güveni açmanın anahtarı da yoktur. Geçen hafta PKK/YPG terör örgütü, Suriye’nin Tel Rıfat bölgesinden Afrin’de kurulu bulunan Şifa Hastanesine saldırdı. Dikkat ediniz, bu saldırıyı grad füzeleriyle ve top atışlarıyla gerçekleştirdi. Tedavi gören 14 masum sivil hayatını kaybederken 32 sivil de yaralandı. Aklı sıra dünya demokrasilerini bir araya getirmeyi amaçlayan Biden, bu grad füzelerinin PKK'nın eline nasıl geçtiğiyle ilgili bir durum tespiti yapmış mıdır? Ya bu ülkenin Dışişleri Bakanı, terör örgütünün top bataryalarına nasıl sahip olduğunu itiraf edecek kırıntı da olsa bir ahlaka, bir izana, bir vicdana sahip midir? ABD menşeli silahlar teröristlerin elinde kurşun atarken, NATO müttefikliği hiç düşünülmüş hiç hesaba katılmış mıdır? Geçiniz bu bayağı oyunları, bırakınız sonu gelmez oyalamaları."
TÜRKİYE'NİNI BEKLENTİLERİ ABD BAŞKANI VE MUHATAPLARA AKTARILMIŞTIR
"NATO, bugüne kadar Türkiye’nin hangi güvenlik ihtiyacına cevap vermiştir? Sormayalım mı, sorup da cevap aramayalım mı?" diye soran Bahçeli, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
"Türkiye, NATO misyonlarına en çok destek olan ilk beş ülke arasındayken, ortak bütçeye en fazla katkı sağlayan ilk sekiz ülkeden de birisidir. İttifakın en büyük ikinci ordusu Türk ordusudur. Türkiye NATO misyonlarına samimiyetle uymuştur. En son olarak Türkiye’nin kilit bir role sahip olduğu ifade edilen Afganistan bunlardan birisidir. NATO’nun güncel tehditlerine uyum konusunda tereddüt yaşamayan ülkemizle, hangi vahim sorunlar karşısında dayanışma içine girilmiştir? 15 Temmuz’da başkentimiz hainler tarafından bombalanırken, bu NATO neredeydi? Ne yapıyordu? Neyin hazırlığı içindeydi? Bu sorunun da peşine düşmeyelim mi? Failleri deşifre etmeyelim mi? Güney sınırlarımızda terör devleti kurulması hedeflenirken, NATO’da birlikte silah tuttuğumuz ülkelerin sırtımıza namertçe ateş açtığını söylemeyelim mi? Uzaktan bakılınca saf mı görünüyoruz? Elimize vurup ekmeğimizi alacaklarını mı sanıyorlar? Tarihte böylesi gaflete düşenlere kahramanlıkla perçinlenmiş iman dolu kalplerin neler yaptığını, hayatı ve dünyayı nasıl zindana çevirdiğini bilmeyen varsa bilenlere sorsun, yok onlar da bilmiyorsa öğrenmek için sıralarını beklemeye şimdiden koyulsunlar. Türkiye, NATO’nun eşit bir müttefikidir, en azından biz böyle değerlendiriyoruz. İrademiz Brüksel’deki NATO karargâhına devredilmiş değildir. Nitekim kimden silah alıp almayacağımızın mevzu bahsi NATO’nun bileceği, tayin edeceği bir konu da olamayacaktır. ABD’nin Türkiye’yi savunmasız bırakma konusundaki gizli niyeti zehirli meyvelerini 15 Temmuz gecesi vermedi mi? Az kalsın Türkiye işgal edilmeyecek miydi? Peki, dost dediklerimiz neredeydi? Hangi senaryoları yazıyorlardı? Türkiye’deki muhalefet cenahını kışkırtıp iktidar havucuyla tutsak alanların sorarım sizlere, neresi dosttur? Nereleri müttefiklik ruhuyla uyuşmaktadır? Ekonomik tetikçilerini üzerimize salıp istikrarsızlık fitilini tutuşturanların nesine güveneceğiz? Rusya’dan silah almayın diyorlar, tamam da ihtiyaç duyduğumuz silahları siz verdiniz mi? Üretiminde ortak olduğumuz ve parasını peşinen ödediğimiz F-35’leri gasbederken aklınız neredeydi? Neyin peşindeydiniz? ABD’nin Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı’nın hazırladığı tasarıyla, Türkiye’ye teslim edilmeyen F-35’lerin Yunanistan’a verilme teklifi hangi mantığın hangi maksadın mahsulüdür? Türkiye’ye karşı uygulanan baskı ve yaptırım politikalarının bu hâliyle devamı iki ülke arasındaki ilişkileri çok yönlü zedeleyecektir. Aynı ABD, sorun yaşadığı başka ülkelerle müzakere ve diplomasi kanallarını açık tutarak ülkemize çifte standart uygulamıştır. Doğu Akdeniz’deki adımlarımızdan rahatsız oluyorlarmış, varsın olsunlar, onları rahatsız etmek bize düğün bayramdır. Hatta münhasır ekonomik bölge ilanı etmek için de fazla beklemeye gerek kalmamıştır. Aslında maruz kaldığımız gelişmelerin tadı tuzu kaçmıştır. Bu kurşun gibi ortamda Cumhurbaşkanı’mız NATO zirvesine katılmış, bir program çerçevesinde devlet ve hükûmet başkanlarıyla bir araya gelmiştir. Günlerdir beklenen Sayın Cumhurbaşkanı’yla ABD Başkanı Biden arasındaki görüşme 45 dakikalık süre zarfında gerçekleşmiş, ardından da iki ülke heyetleri bir masa etrafında buluşmuştur. Biden ilk açıklamasında çok iyi bir görüşme yaptıklarına temas etmiş, daha sonra da Sayın Cumhurbaşkanı ikili görüşmede meseleleri yapıcı bir şekilde ele aldıklarını, görüşmenin de son derece yararlı ve samimi bir havada geçtiğini vurgulamıştır. Her alanda saygı ve çıkara dayalı etkin iş birliği hedefi kapsamında ABD’yle doğrudan diyalog kanallarını daha da canlandırma konusunda mutabık kalınmıştır. Türkiye’nin haklı beklentileri, meşru öncelikleri ve millî hassasiyetleri ABD Başkanı’na ve muhatap ülkelere tüm berraklığıyla aktarılmıştır. Görülmüştür ki, terör örgütleri konusundaki ikircikli tavır müttefik ülkelere ne yazık ki katılaşmış ve kalıplaşmış bir şekilde egemenlik kurmuştur. Küresel barış ve istikrar çabalarını sekteye uğratacak, geniş bir yelpazede ihtilafa neden olacak bu çarpıklıkla, NATO’nun yeni güvenlik konseptinin nasıl bağdaşacağı başka bir tartışma konusu olarak önümüzde durmaktadır. Demokrasinin yara aldığı, yapısal sorunların kökleştiği, ülkeler arası güvensizliğin dünya üzerinde kamçılandığı bir dönemde, Türkiye’nin terörle mücadelede tek başına bırakılması hem trajik bir yanlış hem de ittifakın ilke ve esaslarıyla terstir. Sorun çözme mekanizmalarının küresel ve bölgesel düzeyde güçlendirme amacı bugüne kadar sadece lafta kalmıştır. NATO Zirvesi’nin açıklanmış sonuçları ve bu sonuçların ortaya çıkaracağı yeni ilişkiler serüveni ne olursa olsun, Türkiye kararlılığından taviz vermeyecektir. Biz devletimizin yanındayız, alınmış ve alınacak her kararın arkasındayız. Batı dünyası, kendi içinde demokratik dayanışmanın güçleneceği bir aşamaya geçerken, Türkiye’nin bu dayanışmanın içinde mi yoksa dışında mı kalacağı geleceğin dünyasını şekillendirecektir. Çaresiz değiliz. Çare milletin hamiyet ve dirayetidir. Yurtsuz değiliz. Üzerinde yaşadığımız şehit yadigârı topraklar ebedi yurdumuzdur. Hamdolsun sahipsiz değiliz, sahibimiz Allah’tır. Ve Allah’tan başka galip yoktur. Millî birlik ve beraberlikle hakkı tutup kaldıracağız. Ayrık otlarını temizleye temizleye, aramıza saçılan nifak tohumlarını çürüte çürüte Türkiye’yi istikbale heyecanla taşıyacağız. En büyük gücümüz inancımızdır. İnandığımız sürece Allah’ın izniyle zafer bizimdir."
PKK DA SEÇİM İSTİYOR. FETÖ, YARIN SEÇİM OLSUN DİYE BEKLİYOR
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, seçim isteyen Millet İttifakı ile ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
“Türkiye’de siyasal istikrar hâkimdir. Hükûmet görevinin başındadır. TBMM açık ve çalışmaktadır. KOVİD-19’la mücadele başarıyla yönetilmiştir. Ekonomik nitelikli sızlanma ve şikâyetler konjonktüreldir ve geçecektir. Su akacak yatağını muhakkak bulacaktır. Ne var ki, zillet ittifakı havlu atmış, ava giderken avlanmış, politik iflasa gömülmüş, söylem kısırlığı içinde erken seçimden başka hiçbir şey söyleyemeyecek duruma gerilemiştir. Erken seçim kararı alınmasının hukuken iki yolu vardır: İlki, TBMM’nin karar alması, diğeri de Sayın Cumhurbaşkanı’nın iradesidir. TBMM’de yeterli sayısal çoğunluğu olmayan CHP-İP-HDP ve diğerlerinin erken seçim kararını çıkarması mümkün değildir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da defalarca erken seçim yok dediği belgelidir ve bilinmektedir. O hâlde, bu erken seçim nasıl olacaktır? CHP, nerelere mesaj vermekte, kimlerin dikkatini çekmeye uğraşmaktadır? Biz erken seçim yok dedikçe, olacak diyenlerin gizli amacı nedir? Bu zorlamanın, bu dayatmanın, bu ısrarın gerçek manası nasıl yorumlanmalıdır? Duvara konuşsak, duvar anlar, tamam derdi. Suya yazsak adresine gider, göle yoğurt çalsak çoktan tutardı. Ancak CHP ve yedekleri bir türlü anlamıyor, devamlı mızmızlanarak, devamlı mırıldanarak vakit kaybediyor. Zillete düşenlere nasıl anlatalım, nasıl erken seçimin olmayacağını söyleyelim. Düşünüyorum da şahsa mahsus mektup yazsak, el ilanları hazırlayıp dağıtsak, billboardları kullansak, acaba sonuç alabilir miyiz? Ne söylesek nafile, kör kuyularda merdivensiz kalan Kılıçdaroğlu’nun bir kulağından giren öbüründen çıkıp gidiyor. Ya dinlemiyor ya da kafası almıyor. Şunun da bilincindeyiz; her lafı duymayalım diye kulağın arkası var, her şeyi görmeyelim diye gözün kapağı var, her lafı söylemeyelim diye dilin önünde dudak var. Yunus der ki, küçük insanlar dengini, büyük insanlar kendini arar. Kılıçdaroğlu’na tavsiyem, kendini aramak için tekraren yollara düşmesi, şansı yaver giderse de bir an önce bulmasıdır. Bu şahıs hemen seçim diyor. PKK da seçim istiyor. FETÖ, yarın seçim olsun diye bekliyor. PYD/YPG’de koroya katılmış, Kılıçdaroğlu’nun erken seçim talebini destekliyor. Türkiye düşmanları erken seçim safında birleşmiş, şakşakçılık yapıyor, zillete refakat ediyor. İP, HDP, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Demokratik Bölgeler Partisi, TKP, TİP erken seçim hayali görüyor. Bu arada Kılıçdaroğlu, Türkiye’de can ve mal güvenliğinin kalmadığını vicdanı sızlamadan söyleyebiliyor. Ülkemizi haksız ve hayâsızca jurnalliyor. Demokrasi dışı arayışlara can suyu verip yeşil ışık yakıyor. CHP-İP-HDP ve diğer ortakları krize oynuyor, hatta sokakları karıştırmak istiyor. Muhalefet, terörü besleyen en önemli faktörün demokrasi eksikliği ve sözde kimlik baskısı olduğunu düşünüyor, bu itibarla sürekli bu konuyu kaşıyarak, kapanmaya yüz tutmuş yaraları yeniden kanatıyor. Siyasi hayatımızda "serseri mayın" gibi sürüklenen ve bu hüviyetiyle temel bir güvenlik riski ve gerginlik odağı hâline gelen CHP için çatışmacı siyaset anlayışı, siyasi varlığını sürdürmenin yegâne vasıtası olarak görülüyor. Kaostan iktidar devşirmenin peşine düşüyorlar. Ne utanmaları kalmış ne de millet sevgileri. Bir bilgeye sormuşlar; insan nasıl sabreder? Bilge cevap vermiş: Unutursun sabredersin, bu en güzelidir. Kabul edersin sabredersin, bu en doğrusudur. Vazgeçersin sabredersin, bu en zorudur. Bir de Allah’a havale edersin sabredersin, bu en yücesidir. Bunları hem Allah’a hem de milletimizin vicdanına havale ediyoruz. Demokratik hesaplaşmanın olacağı günü de sabırla bekliyoruz. Cumhur İttifakı alayının boyunun ölçüsünü sandıkta alacak, zamanında yapılacak seçimin kaç bucak olduğunu gösterecektir. Erken seçim talebi beyhude bir hevestir. Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri 2023 yılının Haziran ayında yapılacaktır. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, yani Türk Tipi Başkanlık Modeli’yle geleceği yüksek bir irade ve inanmışlıkla kucaklayacaktır. Cumhur İttifakı, her derdin devası, her belanın defedeni, her sorunun çözüm ümididir. Parlamenter sisteme dönüş ezberleri fostur, fuzuli gündem işgalidir. Çünkü İP’in ve CHP’nin iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem telaffuzlarının içi tamamen boştur. Bilhassa İP’in kâğıt parçasından ibaret değerlendirmeleri hazırlıksız bir telaşın ve acemiliğin neticesidir. İP’in önerisine göre, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri ile ilgili bölümde “Cumhurbaşkanı makamının sadece temsilî nitelikte olmayacağı” söylenmektedir. Bir yandan Cumhurbaşkanı’nın parlamenter sistem gereği “tarafsız ve yetkisiz” olması savunulmakta, diğer yandan “temsili nitelikte olmayacağı” söylenerek tam bir çelişkiye düşülmektedir. Hâlbuki parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanları ‘yetkisiz, sorumsuz ve tarafsız’dır. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından mı yoksa TBMM tarafından mı seçilmesi gerektiği konusu ise belirsiz havale edilmiştir. Dedim ya, bunlar acemidir, kılavuzları da mahsurludur. İP’in çalışmasında parlamenter sisteme dönüldüğünde Cumhurbaşkanı’nın kararname yetkisinin olmayacağı söylenmektedir. Fakat parlamenter sistemlerde yetkisiz kabul edilen Cumhurbaşkanı’nın kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi zaten yoktur. İP’in önerisinde Cumhurbaşkanı’na TBMM Başkanı’nın vekâlet edeceği söylenmektedir. Peki, bunun neresi yenidir? Türk Tipi Başkanlık Sistemini teyit edip kurumsallaştıracak Anayasa teklifimiz Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümünü esas alarak 100 maddeyle hazırlanmıştır. İnanıyorum ki Cumhur İttifakının ortak anayasa çalışması Türkiye’nin ve Türk milletinin irade ve iftihar hazinesi olacak, tarihî nitelikli bir beklenti karşılanacaktır.”