AVRUPA TÜRK UYGARLIĞI-1
Orhan DÜNDAR
21.08.2020 cuma
ŞARK MESELESİ’NDEN BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ’NE
Türkiye’nin günümüzde yaşadığı iç ve dış sorunlar emperyalist Hristiyan Batı tarafından XIX. yüzyılda yazılan/uydurulan “Avrupa merkezli tarih” anlayışının içinde düğümlenmiş olarak saklı duruyor. Bu düğüm görülmeden, bilinmeden, anlaşılmadan, çözülmeden XXI. yüzyıla geçi-lemez, günümüzdeki sorunların nedeni anlaşılamaz ve çözülemez.
Osmanlı Devleti’ni parçalamak için kurgulanan bu tarih yazımının amacı Hristiyanlık’ın ve emperyalizmin önünü açmak, yeryüzüne hâkim olmak için “Türkleri yeryüzünden kaldırmak” tır. Türkleri önce tarihten silmişlerdir. Türk’ü ve tarihini yok sayan Osmanlıya karşı; onlar da Türk tarihini saklayıp/çalarak kendileri için-hem Osmanlı hem Avrupa- yeni bir tarih icat etmiş-lerdir. Modern (Türk-bilim) medeniyeti kendilerine mal ettikten sonra da Türkleri “medeniyet düşmanı barbarlar, insanlık dışı yaratıklar” olarak gösterip tarihin dışına atmışlardır. Bu tarih anlayışını dünyaya-Türkler ve Müslümanlar dâhil-kabul ettirerek, insanlığı Türkler-den/İslam’dan kurtarmak, varlıklarını ortadan kaldırmak için kültürel/siyasal açıdan Haçlı Sefe-ri’ne girişmişlerdir. Nitekim; “Şark Meselesi” olarak ete kemiğe bürünen bu düşünceyi uygulama-ya koyarak, Osmanlı Devleti’ni yıkmışlar ve Türkleri “Sevr” ile yok etme aşamasına getirmişler-dir.
“Lozan” ile bozulan bu oyun günümüzde; “Büyük Orta Doğu Projesi” olarak yeniden uygu-lamaya konulmuştur. Şark Meselesi/Haçlı Seferi’nin bu yeni versiyonu ile emperyalist Hristiyan Batı’nın bütün gücüyle “Türkleri yok etmek” için açtığı bu savaşı ne acıdır ki içeriden de aldığı destekle yavaş yavaş kazanma/bitirme aşamasına doğru ilerlemektedir.
Haçlı Seferi/Şark Meselesi/BOP’un uygulamasına seyirci kalan, destekleyen içerideki öz benliğini yitirmiş kozmopolit/kimeralar ise kendi doğmalarının içinde hapsolmuş, bilinçsiz, uyuşturulmuş bir hâlde varlıklarını sürdürürken; bir yandan da düğüm üzerine düğüm atarak, kaos yaratarak birbirlerini yok etmeye çalışıyorlar. Ancak Batı emperyalizminin/Haçlı Seferi’nin ayakları altında ezilmenin, yok edilmenin birlikteliğinden -kaderinden (!)- kurtulamıyorlar.
Kendilerini her ne şekilde tanımlarsa tanımlasınlar, hangi renge girerse girsinler;
Hristiyan Batı’nın gözünde asla değişmeyen “barbar/şeytan Türkler*” olarak yok edilecek-leri zamanın geleceğinden habersiz/duyarsız bir hâlde din/ideoloji adına doğmalarla uyutuluyor-lar.
Cemil Meriç’e ithafen; bütün Kur’anları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupa’nın gözünde biz Türk’üz, Türk; yani Hristiyanlığın şeytanı… Papa’ya diz çöktüren, Avrupa medeniyetinin ku-rucusu; Tanrı’nın kırbacı Attila’nın torunları…
İşte bunun için; Katolik-Ortodoks-Kilisesi’nin Attila’nın ölümünden sonra Türkleri ve me-deniyetlerini yok etmeyi-Etrüskler gibi- Hristiyanlığın temel ilkesi yaptığını söyleyen Murad Adji, bununla birlikte “Şark Meselesi”nin de köklerine inmiş oluyor. Bu sürecin Avrupa uygarlığını ya-ratan “Kavimler Göçü”nün “barbar yıkımına” dönüştürülmesiyle başladığını ve Hristiyan Batı medeniyetinin bir tarih hırsızlığının üzerine kurulduğunu kanıtlayarak gerçekte nasıl asıl-sız/temelsiz/çürük bir yapıya sahip olduğunu ve içeriden nasıl çökertileceğini bize gösteriyor.
Adji, Avrupa merkezli tarih tezini yıkıyor ve düğümü paramparça ederek çözüyor; sakla-nan/çalınan Türk tarihini/medeniyetini ortaya çıkartıyor.
* Katolik Kilisesi; Türkleri “Şeytan” yerine koyarak Hristiyan öğretisinin temel taşı yapmış-tır. Batı’da bunu “misyon” edinerek, medeniyetine ve siyasetine uygulamıştır. Eğer şeytan, yani Türkler olmazsa Hristiyanlık ve Batı medeniyeti çöker. İşte, bu anlayışı ters yüz eden Murad Ad-ji’de tam olarak bunu yapıyor.
IŞIK DOĞUDAN GELİR
Murad Adji diyor ki;
Hayır, Türkler, Gök Tanrı inancıyla taçlandırdıkları Büyük Kavimler Göçü’ne boş ellerle çıkmadılar. Tanrı’yı her şeyin üzerinde tuttular; öyle ki dillerindeki anlamı “sonsuz mavi gök”tü. “İyilik ve kötülük, bolluk ve darlık ancak ve ancak Tanrı’dan gelir.” diyorlardı Altaylılar; “O hâkimdir, insanlığa verilen yüce bilgeliktir. Sonradan Greklerin “hanifler” adını verdiği bu insan-lar Gök Tanrı inancıyla yaşadılar. Türklerin gelmesiyle Batı’nın görünüşü değişti. Büyük Kavimler Göçü Orta Asya’dan başlayıp Kafkasya’yı, Yakın Doğu’yu ve Afrika uygarlığını değiştirdi. Yıldızlar-hükümdarlığının hiç beklemediği bir şekilde-Roma İmparatorluğu’nun semalarını da farklı ay-dınlatmaya başladı. Ama Büyük Kavimler Göçü’nün bir savaş eyleminden çok uygarlık akımı olduğunu anlayamadı. Kendini kılıç zoruyla değil, gönül rızasıyla kabul ettiren bir uygarlık akımı.
Doğu, Avrupa’ya yeni dönemin egemenlik sembolü olan demir asayla girdi. Köhnemiş Orta Çağ’a değişim getirdi. Dünya üzerine Altay’dan gelen doğan yıldız, gezegeni çelikten ışıklarıyla aydınlattı. Onu ilk önce Yahudiler gördü Kiros’un yanında; sonra I. yüzyılda Tengri’yi tanımış olan Budistler, Zerdüştler, Maniciler, daha sonra “yüceler yücesi”nin sesini ilk olarak Batı’ya duyuran Gregoryan Ermenileri oldu. Bunlara gök renkli Nil’i de eklemeli, zira “Işık aydınlanmaya doğudan başlar”.
Roma ise başını kaldırıp göğe bakmadı, inatla ayaklarının ucuna baktı. Paganların torunla-rının, Tanrı inancıyla alakaları olmayan atalarının dönemine sahip çıkmaları ise şayanıhayrettir. Kendi sözlerinin kazanması için “Türk kültürü”, “Kavimler Göçü” kavramlarını çarpıtıp insanla-rın hafızasından sildiler, Türkleri “barbarlar”, “insanlık dışı yaratıklar” olarak gösterdiler.
Ama gerçekten böyle miydi?
(Murad Adji, Türklerin Saklı Tarihi, s. 34.108.109. Kaynak Yayınları, 2019.)
TURANİ AVRUPA TARİH TEZİ
“Ey Muhammed! Ant olsun ki senden önce birçok peygamberler gönderdik. Sana onların kimini anlattık, kimini anlatmadık…” (İnanan/Mü’min suresi/78)
Murad Adji, öncelikle somut delillere dayanarak tek Tanrı inancına ilk ulaşan milletin Türk-ler olduğunu; ilk peygamberin de Türklere gönderildiğini ortaya çıkartıyor. Yine, Türklerin inançlarının gereği nasıl akla ve bilime dayanan, somut/ dünyevi/beşerî bir uygarlık kurduklarını gösteriyor. Tanrı inancı ile uygarlıklarını nasıl dünyanın dört bir yanına yaydıklarını da belgeli-yor. Böylece Adji, Türklerin, Tanrı inancının ve uygarlığının Avrupa’nın dininin, dilinin ve kültü-rünün temel kaynağı olduğunu; Tanrı (tevhit) inancının Hristiyanlaştırılması (baba/oğul/ kutsal ruh) ile birlikte her şeyin nasıl dönüşüme uğratıldığını gözler önüne seriyor. Bununla Avrupalıla-rın 6000 yıllık Türk köklerinin de yeniden ortaya çıkartılmasına olanak sağlıyor. Avrupalıların çok iyi bildiği bu gerçeği bizim de görmemiz ve değerlendirmemiz için yeni bir yol açıyor.
Çünkü XIX. yüzyılın başlarında, Avrupalı; kazıbilimciler, tarihçiler, dil bilimciler, soy bilim-ciler eski uygarlıkları araştırırken, Turanlılara, Türklere özgü buluntularla karşılaşınca “dünya medeniyeti”nin köklerine ulaştıklarını anlamışlardı. Ortaya, Avrupalıların en az yarısının Türk olduğu gibi, uygarlıklarının da Türk menşeili olduğunu ispatlayan “Turani Avrupa tarih tezi” çık-mıştı. Böylece Avrupalı tarihçiler, araştırmacılar, sosyologlar Türk köklerinden kurtulmak için; kendilerine Doğu’dan, Asya’dan hayalî atalar, kökler aramaya başlamışlardı. Ne var ki, karşıların-da bizzat Avrupa’nın göbeğinde Türk atalarının varlığını gösteren gerçek bulgular olduğu gibi duruyordu. Bu çalışmalar sırasında ortaya çıkan “Turani Avrupa tarih tezi”, Türklerin 6000 yıl-dan beri belirli zamanlarda Avrupa’ya gelip yerleştiklerini kültürlerini, dillerini, dinlerini yani medeniyetlerini buraya getirdiklerini gösteriyordu.
(Bk..James Fergusson, Rude Stone Monuments, 1872, London ve Thierry Zarcone, Yeşim Taşı Yolu, T.İ.B. Kültür Yayın. 2009)
*Amerikalı bilim insanı Will Durant, dünyanın en eski uygarlık merkezlerinden birinin Türkmenistan’da bulunan Anav kültürü (MÖ 6000) olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca uygarlı-ğın çeşitli görünüşleri yönünden “tek tanrıcılık” inancının da ilk kez Orta Asya’da ortaya çıktığı-nı belirtmektedir. (Will Durant, Kulturgeschihchte der Menschheit. Köln, 1985, s. 109-116)
İşte, Avrupa merkezli “Hint- Ari Avrupa tarih tezi” bu Turani Avrupa tarih tezini çürütmek için uydurulmuştur. Aksi hâlde, sömürgeci Hristiyan Batı, yeryüzünden silmek istedikleri Türkle-re karşı giriştikleri “Haçlı Seferi”ni medeniyet kisvesi altında gizleyemeyecekti.
“Burada Avrupa merkezcilerin ana hedefi, kendi çıkarlarına uygun olarak Osmanlı ve Safe-vilerin/Kaçarların hâkimiyeti altında yaşayan Arap, Yahudi, Fars ve Ermenilerin kültürlü, uygar ve eski bir millet oldukları hâlde onları yöneten Türklerin vahşi, barbar ve görgüsüz bir millet olduğunu zihinlere yerleştirmeye çalışmak olmuştur. Avrupa merkezcilerin, özellikle İngilizlerin Osmanlı’da yürüttüğü bu politika sonucunda ilk önce Arapların (Suudi Arabistan) kendi devletle-rini kurması, daha sonra Kaçarların İran’da yönetimden düşürülerek (1925) onların yerine Fars-cı-İrancı Pehlevilerin getirilmesi tesadüf değildir.” (Faik Elekberov, Türk Yurdu, Haziran, 2020)
Her iki devlette Türklükten, akılcı ve bilimci din anlayışından uzaklaştıkları için zaten çökme aşamasına gelmişlerdi. Bu yüzden yıkılmaları zor olmadı. Ne var ki, bundan ne Osmanlı ne Safevi ne de Rusya’daki Türklerin hiç haberi olmamıştı. (Ne acı ki bugün de haberleri yok.)
Kaderci/taklitçi din ve hamaset/masal adına uyutulan Türkler, tarihlerinden/ gerçeklerden kopartılarak yalnız “öte dünya” için yaşayan, akıl ve bilim düşmanı bir “ümmet/kimera” hâline getirilmişlerdi ve öylece kanlarını, canlarını ve devletlerini kaybederek bu dünyadan göçüp git-mişlerdi. Kendilerini yok eden Batı emperyalizminin gücünü oluşturan kaynağın kendi “öz” tarih-lerinin bir uzantısı olduğunu öğrenememişlerdi. Batı, günümüzde de aynı tarih anlayışını sürdü-rerek, Türkleri yok etmeye devam ederken bu iki devlette hâlâ; akıl, bilim ve Türk düşmanlığı yaparak, onların işini kolaylaştırıyorlar. Batı’nın “Şark Meselesi”ni sonlandırmak için adeta elle-rinden geleni yapıyorlar. Batı merkezci tarih yazımına ve yine onların “icat” ettikleri bir medeni-yet ve Arapçı/kaderci din anlayışına sıkı sıkı sarılmış bir hâlde kendi doğmaları ile yaşama-ya/uyumaya devam ediyorlar. Üstelik Türk/tevhit düşmanlığı üzerine kurgulanan; Şark Mesele-si’ni sonlandıracak, Batı’nın emperyalist amaçlarını engelleyecek olan “Türk tarih tezi”ne ise “hikâye” gözü ile bakıyorlar. Hâlbuki Türk tarih tezi ile tarihten kazınan “Türk” adını, kimliği-ni/varlığını ortaya çıkartmak isteyen Atatürk, yalnız Avrupa’nın değil, bütün dünyanın medeni-yet köklerinin Türk medeniyetine dayandığını gösteren bilimsel araştırmaların da yolunu açmış-tır. Böylece yüzyıl önce yazılan Turani Avrupa tarih tezinin uzantıları Türk tarih tezi ile yeniden ortaya çıkartılmıştır. Türklere gerçek dininin (akılcı/bilimci İslam), tarihinin ve uygarlığının yo-lunu açarak Hristiyan Batı’nın karşısında yok edilmekten kurtaracak olan kendi “öz benliğine” dönüş yolunu açmıştır. Emperyalist Hristiyan Batı’nın zulmünden ve Doğu’nun geri kalmışlıktan kurtulması için de bütün insanlığa ışık tutmuştur. Fakat Atatürk’ten sonra, Türk tarih tezi bir ke-nara atılarak, Avrupa’nın uydurduğu Hint-Ari Avrupa tezine teslim olunmuştur. Bununla Türkler, yine hem din hem kültür adına akıl ve bilim düşmanı “öte dünyacı”, Arapçı/ kaderci zihniyete “teslim” edilmiştir. Böylece kendilerini yok etmeye çalışan Batı’nın gücünün ve modern uygarlı-ğının kendi tarihinin bir uzantısı olduğunu öğrenmesi engellenmiştir. İşte bu engeli ortadan kaldı-ran Murad Adji, asıl olarak bize Avrupa’da 6000 yıl önce başlamış olan Türk medeniyetinin kök-lerini “Kavimler Göçü” ile tekrar birleşip yeniden şekillenerek “Avrupa Türk Uygarlığı”nın nasıl meydana getirildiğini gösteriyor. Evet, Avrupa’nın modern uygarlığı, Yunan ve Roma’nın pagan inancıyla değil; Türklerin Tanrı inancı ile dünya görüşü (dünyevi/laik/seküler) ve bilimi üzerine kurulmuştur. Bu gerçeği, Hristiyanlık öncesinde ve sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan kanıtlar belgelemektedir. Murad Adji bu gerçeği bütün dinlerin ve medeniyetlerin üzerindeki “gizem ör-tüsünü” kaldırıp, tarihin karanlık labirentlerinde saklanan “Türk tarihi”ni ortaya çıkartarak önü-müze seriyor.
TANRI İNANCINI DÜNYAYA TÜRKLER YAYMIŞTIR
Murad Adji, Türklerin saklı tarihinden gerçek “Tanrı” inancını ortaya çıkartıp özgürlüğe kavuştururken, Türklerle birlikte bütün insanlığı sarmalayan dinci dogmalardan kurtarıyor, dün-yaya özgürlüğün, aklın, bilimin ve geleceğin kapılarını açıyor. Doğu ve Batı medeniyetlerinin üze-rindeki koyu din örtüsünü kaldırarak, onları “Aşil topuğu”ndan vuruyor. Tarihi ters yüz ederek; bilinen dünya dinlerinden önce arı duru bir Tanrı inancıyla birlikte beşerî aklın ve biliminde var olduğunu gösteriyor. Bu da Adji’nin dediği gibi tek Tanrı (tevhid) inancına ilk önce ulaşan Türkle-rin Kur’an’da övülen hanifler* olduğunu kanıtlıyor. Adji, Tanrı inancının, mitten dine, dinden bilim ve felsefeye yönelerek, nasıl tarihi gerçekliğe çevrildiğini kanıtlamıştır. Bununla birlikte; kitaplı dinlerden ve inançlardan önce, tek tanrı inancının varlığını tarihî gerçeklerin ışığında orta-ya çıkartarak; dinî ve ideolojik dogmaların hepsini yıkmıştır. Gerçek Tanrı inancının, akla bilime dayandığını kanıtlayarak, modern uygarlığın (din/bilim birliğinin) gerçek sahiplerini ortaya çı-kartmıştır. (İnsanlığın kurtuluşunu sağlayacak olan bu birlik henüz Doğu’da ve Batı’da icat edil-memiştir.) Bu uygarlığın sahipleri, “Kavimler Göçü” ile yeni bir medeniyetinin temsilcisi olarak Roma’nın karşısına çıkmış ve Avrupa semalarını aydınlatmıştır. Yani, Türkler, medeniyetleriyle birlikte tek Tanrı inancını da Avrupa’ya ve bütün yeryüzüne yaymışlardır. Türklerden sonra or-taya çıkan tek tanrılı dinlerde; Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, Türklerin Tanrı inancı ile bir-likte kültürlerinin yaygınlaşması sırasında değişip, şekillenmişlerdir. Ne var ki; Yahudiler ve Hris-tiyanlardan sonra Müslümanlar’da (Arap/Fars) Türklerin tevhit inancını yozlaştırıp bozarak an-laşılmasını zorlaştırmışlardır. Böylece dinlerini de kendilerine uydurmuşlardır. Çünkü aklı ve bilimi tevhit inancının içinden çıkarıp atmışlardır. Tanrı’yı kendi tekelleri altına almışlardır. Tanrı adına bu dünyaya hükmetmeye başlamışlardır. Bununla insanlığa-Müslümanlara- kâbus yaşat-mışlardır. Tanrı’yı özgürleştirmedikçe de bu kâbus yaşanacaktır.
Ta ki Türklerin hür düşünceli, akılcı ve bilimci “Tanrı inancı” ortaya çıkana kadar. Batı mo-dernliğini oluşturan bilim hep Türklerin Tanrı inancıyle birlikte var olmuştur. Bu Doğu içinde böyle olmuştur, Batı içinde. Türklere has bu bilim anlayışı ve kültür “tevhit” inancından doğarak bütün dünyaya yayılmıştır. Ancak, her şeye rağmen bu anlayışın özü, kökü kaynağında-Türklerin Saklı Tarihinde- kalmıştır ve Murad Adji’nin gösterdiği gibi asıl sahiplerini beklemektedir.
Nisa, 4/163-164; Yusuf, 12/3, 103, 109; Sebe, 35/50; Nahl, 16/123. “ Kur’an, bir mucize yaklaşımı olarak, ilme kötülük izafe etmediği hâlde imana eder. (Bk.. Bakara, 93) Çünkü ilmin aksine, imanda sübjektivite vardır. Eğer imanın yüzü doğru çevrilmezse yakar yıkar, hayatı ce-henneme çevirir. Bunun içindir ki, Kur’an bir başka mucize sergileyerek, imanı beyyine ile yani akıl ve bilimin ürünü olan kanıtla kucaklaştırmak ister. Ve beyyine üzerine olmayan imandan hayır gelmeyeceğini ilan eder”. (Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış, s. 33, Yeni Boyut, İstanbul, 2012.)
DÜNYEVİ/LAİK TURAN SİSTEMİ
Din-bilim bütünlüğüne dayanan Türklere özgü tevhit inancı; Tevrat’tan, İncil’den ve Kur’an’dan önce vardı. Türkler bu kitaplar gelmeden önce de tevhit inancının temsilcisi ve yayıcı-sıydılar. İnançlarını hayatın her alanına yayarak kendilerine özgü bir “dünyevi sistem” oluştur-muşlardır. Bu sistemi gittikleri her yere götürmüşlerdir. Batı’nın “laikliği” bu sistemin bir parça-sıdır. “Laikliğin bir Turanlı sistemi” olduğunu söyleyen “Uluslararası Hukukun Kökenleri” adlı eserin yazarı Belçikalı Ernest Nys’e (1851-1920) göre “laik sistem” Türklerden Avrupa’ya geç-miştir. Evet, Türkler, devletlerini hep bu sistemin üzerine kurmuşlar ve dünyaya hükmetmişler-dir. İnsanlığa bu “dünyada” inançları ile birlikte nasıl yaşayacaklarını öğretmişlerdir. (Cengiz Han’dan sonra İslam adıyla Orta Asya’ya gelen “kaderci/öte dünyacılık” Türkleri bu sistem-den/dünyadan kopartarak Rusya’ya esir etmiştir.)
“… Bu kültürün sahibi nizamcı ve gerçekçi Türk kafası vehimlerden, hayale dalmaktan hoş-lanmamış, nazari ve metafizik konularla meşgul olmamıştır. XI. asırda yazılan ünlü Türk siyaset kitabı Kutadgu Bilig bile, yalnız zihinde mevcut nazariyatın bir ifadesi değil, Türk topluluğunda tatbik sahası bulunan hak, adalet, devlet kavramlarının açıklanmasıdır.
Böylece eski Türkün fiilen yaşanan faal hayata karşı duyduğu tutkunluk ile gerçekçiliğin tabii bir sonucu olan, görülene inanmak eğilimi Türk düşüncesini ‘mantık ve bilgi teorilerinden’ ziyade ahlak (davranış) ve devlet felsefesine sevk etmiştir. Türk devlet felsefesi de devletin, naza-riyelerle değil, topluluk eğilimlerine uymakla idare edilebileceği gerçeğine dayanır. Türk düşün-cesi, özellikle, bu orijinal cihetleri ile Hint, Sami ve Grek düşünce sistemlerinden ayrılmaktadır: Hint düşüncesi en iyi dayanağını Budizmde bulurken; ‘mucize’ inancı ile beslenen Sami düşünce, insan idraki üstünde birtakım meçhuller dünyası kabul ettiği kâinatta hadiseleri çözmek üzere ‘insan-üstü kudretle donatılmış’ veliler çıkarırken; Antik Çağ düşüncesi de ancak sağladığı men-faat ölçüsünde değer verdiği dünyanın sırlarını öğrenmek için aklı tek yol sayan filozofların ve tabiatı iyi taklit edebilen sanatkârların zuhuruna imkân hazırlarken; Türk düşüncesi daha çok ‘millet sevgisi, Tanrı korkusu, doğruluk’ ilkeleriyle belirlenen devlet adamı, teşkilatçı ve idareci yetiştirmiştir. Demek ki, Türk düşüncesi temel de ‘beşerî ve pratik’ tir. Çin’de ise önce bu Türk düşüncesi hâkim olmuş, sonraları Budizmin tesiri ile Hint düşünce tarzı ağırlık kazanmıştır.”
(İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayın. 1999. s. 348.)
Buna göre; pagan Avrupa’nın dünyevi/modern uygarlığının köklerinde; Yunan/Roma/ Hint-Tevrat/İncil değil Türklerin tek Tanrı inancıyla birlikte getirdikleri uygarlık vardır. Pa-gan/Hristiyan Batı, Türklerin Tengri inancının ışığında aydınlanarak bugünkü uygarlık seviyesine ulaşmıştır. Pagan ve Hristiyan Avrupa’nın bu uygarlığa bir katkısı yoktur, aksine Hristiyanlık ve paganlık; Türklerin tevhit inancını bozarak din-bilim ayrılığını dahası düşmanlığını ortaya çı-kartmıştır ki bu hâlâ devam etmektedir. Çünkü Türkler hem Kavimler Göçü ile hem de İslami-yet’le ortaya çıkan din/bilim bütünlüğüne sahip olan ve Avrupa’ya taşınan uygarlığın da tek ve gerçek sahipleridir. Türklerin kendilerine özgü kozmoloji (evren-bilim) anlayışının gereği olan din-bilim bütünlüğü önce Doğu’da oluşmuş, sonra da Avrupa’yı taşınmıştır. “Türklerce bozkır-larda geliştirilen bu kültür, insanın en tabii eğilimlerini en iyi şekilde temsil eden bir idrak ve dav-ranış bütünüdür. İlk Çağlarda yerleşik medeniyetlerin kaynağı ve itici gücü olmuş, insanlığa [hu-kuk] ve [sür’at] kavramları gibi fevkalade değerler vermiş, besicilik yolu ile engin bir ekonomik faaliyet ortaya koymuş, 2500 yıllık [Demir Çağı] nı açmış ve tarihî devirlerde [Hu-ang-ho Vadi-si’nde Han’lar, Çin’ini ve Ön Asya’da Arap sultasını, Akdeniz’de ihtiyar Antikite’yi iradesi altına almayı başarmış bir kültürdür.]” (Szak-Hynok: 1943. İbrahim Kafesoğlu, age. s. 351)
Türklerin Kavimler Göçü ile getirdikleri uygarlığın kökleri daha sonra Müslüman kimliği al-tında gelen modern bilimle birleşerek “Avrupa Türk uygarlığı”nı meydana getirmiştir. Batı ve İslam biliminin “özü” ve “kökü” Türklerin gerçekçi/ beşerî/dünyevi yaşam felsefesinin kayna-ğından gelir. Bu Türklerin “dünyevi din/devlet” sisteminin gereğidir.
ATTİLA’NIN TORUNLARI
Avrupalıları bugünkü modernliğe ulaştıran da Türk atalarından kalan bu miras olmuştur. Attila’nın Doğu’daki torunları; Arap/Fars/Bizans karışımı, öte dünyacı/nakilci/kaderci/mistik din anlayışına yenilerek bilimden koparken; Batı’daki torunları, öte dünyacı/nakilci/ kader-ci/mistik din anlayışını yenerek bilime sahip çıkmıştır. Bugünkü Batı’yı Batı yapan Attila’nın bu Avrupalı torunlarıdır. Avrupalı torunlarının “dünyevi sistemi” Türk; Doğulu torunlarının “uhre-vi/kaderci sistemi” Arap ve Bizanslıdır.
Bütün meselede budur.
Şöyle ki; Attila ile görüşmeye gelen Bizans elçilerine bir ziyafet verilir. Ziyafette Hunlar At-tila’yı, Bizanslılar imparatoru methederler. Atilla insan, İmparator Tanrı olarak methedilir. Bi-zanslılar Tanrı ile insanın mukayese edilemeyeceğini söylerler. Hunlar, insanın tanrılaştırılmasına (firavun) karşı çıkarlar, buna çok kızıp, öfkelenirler. Papa’ya/Avrupa’ya diz çöktüren de bu inanç olur. Bunun için Türkler, Attila’dan beri Hıristiyan Batı’nın baş düşmanlarıdır. Bu hem Avrupa içinde hem de dışında böyledir. (Daha sonra üzerini İslamiyet ile örterek/perdeleyerek bu düş-manlığı “Şark Meselesi”ne dönüştürdüler.) İşte, Attila’nın Avrupalı torunları da “öte dünyacı” Hı-ristiyanlığa karşı bu inançlarını koruyarak “dünyevi/laik/seküler sistemi” kurmuşlardır, Batı’nın “dünyevi güç” olmasını sağlamışlardır. Attila’nın Asyalı torunları ise, Bizans inancına/sistemine sahip çıkmışlardı, Tanrı İmparator’un yerini “Allah’ın gölgesi” Osmanlı sultanı almıştı. “Artık yeni kozmopolit kültür içinde saraylarda lüks içinde yaşayan, kendisini ‘Allah’ın gölgesi’ olarak gören sultanın ve onun saray çevresinde yetişmiş seçkin kullarının gözünde Türkler kaba, aklı kıt (Etrâk-ı bi- idrak), kolayca kontrol altına alınıp vergiye bağlanamayan asilerdi. Bu yüzden saray çevresinde eğitilmiş, tamamen halktan kopuk bir kültür ve normlar yaratmış, köken olarak da Türklerle ilgileri kalmamış bir elit grubun kendilerine Türk olarak hitap edilmesinin hakaret ola-rak algılamaları gayet doğaldı.”
(İsmail Tokalak, Bizans-Osmanlı Sentezi, s. 96, Gülerboy Yayıncılık, 2006.)
Böylece Türklerin “dünyevi/laik sistemi“nin yerine Bizans’ın “uhrevi/kaderci sistemi”ni yerleştiren; “Bizanslı Rumlar ve diğer Balkan milletleri sadece isim ve din değiştirerek tarih sah-nesine yeni ırk ve millet ve üzerine yeni görevler almış olarak çıktılar. İslami bir renk ve cila al-tında eski Bizans’ı (Osmanlıda) ihya ve devam ettirdiler.”
(Prof. Ömer Lütfi Barkan (1903-1979) Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgün-ler, s.525, 1949-1950.)
Artık “Bizans’ın çocukları” olan idareciler, Bizans’ın uhrevi/kaderci sistemine “halifelik” ci-lası ile Arap/Emevi sistemini de eklediler; ortada ne Türk bıraktılar ne de İslam. Devlet Hristiyan kökenli Avrupalıların ellerine kaldı. Kanuni Sultan Süleyman’ın hiçbir veziri Türk değildi. Buna isyan eden, Sultan II. Osman, yani Genç Osman, devleti; yeniçeri/dönme/devşirme “Bizans’ın çocukları”nın ellerinden kurtarmak istedi. Ama bu cesaretini canıyla ödedi. Sonunda onların ida-resindeki Osmanlı Devleti de Bizans gibi yıkıldı. Mazlum Türk milleti çok ağır bedeller ödeyerek bu yıkıntının altından bitkin bir hâlde çıkmayı başardı. Ama geride Bizans/Arap/Fars kırması bir din ve toplum yapısı kaldı.
Atatürk, 302 yıl sonra Genç Osman’ın yapmak istediğini gerçekleştirdi. Türkiye Cumhuri-yeti’ni kurduktan sonra “Cumhuriyet Bizans’ı adam edecektir!” diyen Atatürk, İstanbul’a ilk geli-şinde Dolmabahçe Sarayı’na gitti ve “uhrevi/kaderci/Arap- Bizans sistemi”ni yıktığını şöyle ilan etti: “Artık bu saray, Allah’ın gölgelerinin değil, gölge olmayan gerçek olan milletin sarayıdır. Ben de burada milletin bir ferdi olarak bulunmakla bahtiyarım.” diyerek, Attila’nın gerçek torunu ve gerçek Tanrı inancının (tevhit) da sahibi olduğunu gösterdi. Türkleri, İslam cilalı Emevi/Bizans dininden ve uhrevi/kaderci sisteminden kurtarmak için-Osmanlının başlangıcındaki gibi- “dün-yevi/laik sistemi” kurdu. Gerçek İslam’ı herkesin anlaması için Kur’an’ı, Türkçeleştirip dağıttı. Bunun yanı sıra, akılcı/bilimci İslam anlayışını da ilk defa bu coğrafyaya getiren devlet adamı oldu. Türklerden kaybettiği kimliğine, inancına ve kendi uygarlığına kavuşması için “aklın ve bilimin” yol göstericiliğinde; dinini ve tarihini araştırmasını istedi. Ne var ki, Atatürk’ten sonra, idareciler Türkleri, din ve kültür adına Bizans ile Arap/Fars’ın “uhrevi/kaderci sistemi”ne geri döndürdüler. Türkiye Cumhuriyeti’ni de Bizans/Osmanlı çıkmazına soktular. Akıldan, bilimden ve bu dünyadan uzaklaştırdılar, onların akıbetine sürüklediler. Attila’nın torunları olarak değil, Hristiyan Batı’nın gölgesinde “Arap/Fars/Bizans’ın çocukları” olarak kimliksiz, kişiliksiz-Kimera- bir toplum yarattılar. Ancak, bütün uhrevi sistemlerin (Bizans/Arap/Fars/Hint) can düşmanı olan dünyevi sistem, yok etmeye çalıştıkları “Türklerin saklı tarihi” ile yeniden karşılarına çıktı. Dayanağı olan Tanrı inancı da Türklerle birlikte bütün insanlığa, aklın, bilimin ve bu dünyanın yolunu açmak için geri döndü.
Murad Adji, bizi, ilk defa gerçek manada kendi kimliğimize, tarihimize ve inancımıza ka-vuşturuyor. Bunu da Avrupa’nın arkasına saklandığı pagan/Yahudi/Hristiyan köklerini yıkarak yapıyor. Batı’nın modernliğini oluşturan “dünyevi sistem” in Attila’nın torunlarının “Tanrı” inan-cına dayandığını ortaya koyuyor. Bize de nasıl “Arap/Fars/Bizans’ın çocukları” olmaktan kurtu-lup Attila’nın torunları olacağımızı gösteriyor. Bilelim ki ancak Attila’nın torunları olduğumuzda; içteki ve dıştaki bütün düğümleri çözmekle kalmayıp kaybetmiş olduğumuz “modern Avrupa Türk uygarlığı”na sahip çıkmaya hakkımız olacaktır. Bunun için de önce Türk olmak ve sonra da uyanmak gerekiyor.
Orhan Dündar, Türkler Uyanın, Uygarlığınıza Sahip Çıkın, Biyografi Net Yayıncılık, 2020, Ankara. (kitabın ana tezi)
ORHAN DÜNDAR’IN ESERLERİ
ÇİZGİ-ROMAN: (kardeşi Erhan Dündar ile birlikte)
Modern bilimin öncüleri; Uluğ Beğ, Biruni, Harezmi, İbn-i Sina, Farabi, Ali Kuşçu, Fuat Sez-gin, Aziz Sancar. Atatürk Serisi, Atatürk (belgesel), Atatürk İlkeleri, Yıldırım Kemal, Dede Korkut Serisi, Ömer Seyfettin Serisi, Nasrettin Hoca, Yüzbaşı Cemil, Keloğlan, Barbaroslar, Kıssalar, Dün-ya Klasikleri (4 kitap), Masallar Serisi, Evliya Çelebi (2 kitap), Baybars, Togan, Toygar, Alaaddin’in Sihirli Lambası,
DERLEME
Hayvan Masalları (1997)
ARAŞTIRMA
Medeniyetlerin Aşil Topuğu (2003)
Avrupa Türkleşirken/Kıyametin Türkleri (2006)
Atatürk (Bozkır) Aklı (2006)
Avrupa’nın Dünyevilik Oyunu (2007)
ÇALIŞTIĞI KURUMLAR
Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, ATASE Başkanlığı, Atatürk Araştırma Merkezi, Tay Yayınları, Çeşitli yayınevi ve gazeteler.