STATÜNÜN HUKUKU Ahmet GÖKSAN Mendil büyüklüğündeki ülke yedeğine aldığı Yunanistan ve AB'ni kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriyor. Kıbrıs Türklerini görmezden gelerek bölge ülkeleri ile önceleri teker teker sonra da gruplar halinde anlaşmalar yaparak kendilerini Doğu Akdeniz'in tek egemeni olarak görmeye başlamış bulunuyorlar. Yunanistan'ın da katılımı ile anlaşma zeminini genişleterek yol almaya çalışıyorlar. Sıkıştıkları anda AB'nin de devreye girmesi ile deniz yetki alanları konusunda zemin kazanmayı sürdürürlerken Türkiye'nin çıkışı ile duvara toslamış konuma düşüyorlar. Deniz yetki alanlarının adil ve eşit kullanımı konusunda Akdeniz'e kıyıdaş olan bütün ülkelerle müzakere edilerek belirlenmesi en doğru bir yaklaşım olacaktır. Kıyıdaş ülkelerin sınır uzunlukları esas alınarak bulunacak olan çözüm gerçekçi ve inandırıcı olacaktır. Görünen o ki en uzun sınıra sahip olan Türkiye'yi dışlayıp düş görerek olası bir çözüm gerçekçi olmayacağı gibi kanayan bir yaraya dönüşebilmesi gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekiyor. Diplomasinin bütün yolları denenmeden yapılacak olan bütün çıkışlardan geriye acı, kan ve gözyaşı kalacaktır. Geçtiğimiz günlerde Yunanistan'ın Mısır ile Deniz Yetki Alanları Anlaşması yapmasını Türkiye'ye karşı meydan okumak olarak kaydetmek gerekiyor. Yapılan anlaşmanın Türkiye'nin BM'ye bildirdiği Türk Kıta Sahanlığı içinde olmasının yeniden görüşülerek düzeltilmesini zorunlu kılıyor. Türkiye'yi görmezden gelerek zemin kazanmak olanaklı olmayacaktır. Yapılmış olan bu anlaşma boşluktadır. Rum basınında yer alan Rum Yönetiminin Fransa ile 2017 yılında imzalanan Savunma İşbirliği anlaşmasının Ağustos ayı itibarı ile yürürlüğe girdiği belirtiliyor. Buna koşut imzalanan anlaşma uzun soluklu düşüldüğünde bölge dengeleri açısından riskleri de beraberinde getiriyor. Kıyıdaş olan ülkelerin bir araya gelerek ortak bir anlaşma metni üzerinde uzlaşı sağlanmadığı sürece sorunların büyümesine engel olamayacaktır. Yapılmış olan bu anlaşmanın etkisi fazla olmayacağına göre Türkiye'nin de en kısa sürede kendi Münhasır Ekonomik Bölgesini ilan etmesi gerekiyor. Amerika'nın Türkiye'nin dostu olup olmadığı sürekli olarak tartışılıyor. Özellikle önümüzdeki Kasım ayında yapılacak olan başkanlık seçimini hangi adayın kazanacağının ve kimin Türkiye'nin dostu olduğu konusunun tek bir yanıtı vardır. Adayların hiçbirisi Türkiye'nin dostu değildir. Çıkarların birincil öncelikleri vardır. Bay Joe Biden'in Türkiye'ye ambargo uygulanması için yoğun çaba harcadığı sorumlu olduğu dönemden biliniyor. Kuyuları taşlarla dolduran Bay Trump'ın ise Suriye'deki ayrılıkçı teröristlere destek verdiği biliniyor. Bununla yetinmeyenlerin SDG ile imzaladıkları petrol anlaşması uluslararası hukuk kurallarını yok saymaktır. Anlaşmayı imzalayan DELTA şirketi Suriye'nin petrolünü çalmakla suçlanıyor. “Hayalet kent” olarak tanımlanan Maraş'ın kapalı bölümünün açılması yeniden gündeme taşınıyor. Bir bütünün parçası olarak kabul edilmesi gereken bölge aynı zamanda oteller bölgesidir. Statü gereği askeri bölge olarak kabul ediliyor. Öncelikle bölgenin Vakıf Hukuku esas alınarak işlemin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Uzlaşının sağlanması sonucunda statü konusu kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Daha önceleri yaşanmış olan sınırları delme girişiminde bulunanların yeniden sınır kapılarında eylem yaptıklarını da anımsatmak istiyoruz. Kapalı olan Bölgenin yeniden açılması çalışmaları konuşulurken yukarıda değindiğimiz gibi uluslararası hukuk kuralları gözetilerek dikkate alınması gerekiyor mu ne...