Türkiye’nin en önemli gündem maddesi Ağustos ayına kadar cumhurbaşkanlığı seçimi gibi görünmektedir. Temel soru da “Kimi cumhurbaşkanı olarak seçeceğiz?” olacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin daha önceki seçimlere göre daha önemli olmasının sebebi ise 2007 yılında çıkarılan 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olmasıdır. Bu Kanun’un 4. maddesiyle, cumhurbaşkanı seçilme yeterliliği, halk tarafından seçilmesi, görev süresi ve aday gösterilmesi yeniden düzenlenmiştir.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin demokrasi mantığına uygun olmasına rağmen, parlamenter hükûmet sisteminin mantığına uygun olmadığını vurgulamak gerekir. Salt cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesinin sistem açısından bir önemi yoktur. Ancak, ülkemizin siyasi hayatında cumhurbaşkanı her zaman önemli bir yer işgal etmiştir. 1982 Anayasa’sının esas olarak kabul ettiği hükûmet sistemi parlamenter hükûmet sistemidir. Parlamenter hükûmet sisteminde ve 1982 Anayasa’sının kurduğu sistem içinde, meşruiyetini doğrudan halktan alan bir cumhurbaşkanının varlığı artık parlamenter sistemden daha da uzaklaşıldığını göstermekte ve işleri daha da karmaşık hâle getirebilme potansiyelini taşımaktadır.
2007 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikler sonrasında Türk hükûmet sisteminin yarı başkanlık sistemine yaklaştığı düşünülse de iki noktada yarı başkanlık sisteminden ayrıldığı görülecektir. Öncelikle, Anayasa’nın 101. maddesinin son fıkrasında cumhurbaşkanı seçilen kişinin, varsa partisi ile ilişiğinin kesileceği ve TBMM üyeliğinin sona ereceği düzenlenmiştir. Bir diğeri ise Anayasa’da cumhurbaşkanının kendi inisiyatifi ile Meclisi feshetme ve Meclisin güvenini taşımaya devam eden bir hükûmeti azil yetkisi yoktur. Bu yüzden 2007 değişikliklerinden sonra Türk hükûmet sisteminin tam bir yarı başkanlık sistemi olduğunu söylemek mümkün değildir. Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesini öngören düzenleme, 1982 Anayasa’sının oluşturduğu melez hükûmet sistemini daha da belirginleştirerek, bu melez yapının yol açması muhtemel sorunları ağırlaştıracaktır.
Mevcut hükûmet sistemimizin parlamenter sistemden gittikçe uzaklaşan, yarı başkanlık sistemine yaklaşan melez bir sistem olduğunu söylemek mümkündür. Bu sistem giderek parlamenter modelden uzaklaşmakla beraber başkanlık ya da yarı başkanlık modelinin temel özelliklerini taşımamaktadır. Bununla birlikte cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle fiilî yarı başkanlık sisteminden söz etmek mümkündür. Bu sistemin birtakım sakıncaları da beraberinde getireceğini söylemek mümkündür. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi beraberinde çifte meşruluk sorununu ortaya çıkaracaktır. Cumhurbaşkanı seçimle gelirken gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği bir programı olacaktır. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi ve anayasal olarak güçlü yetkilere sahip kılınması, rejimi parlamenter sistemden uzaklaştıracak ve Türkiye, demokratik geçmişi oldukça köklü olan Fransa’nın bile önlemeye çalıştığı cohabitation(birlikte yaşama, birlikte yönetme) bunalımları ile karşı karşıya kalacaktır.
Fakat devlet başkanı, hükûmet ve parlamento çoğunluğu aynı dünya görüşüne sahip olduğu takdirde büyük ihtimalle bu üç aktör birbirine engel olmayacak, aksine aynı siyasi programı hayata geçirmek için iş birliği yapacaktır.
Parlamenter sistemlerde asıl olan devlet başkanının sembolik yetkilere sahip olmasıdır. 1982 Anayasası, klasik parlamenter rejimden saparak, sorumsuz cumhurbaşkanının hâlen mevcut geniş yetkilerine, doğrudan doğruya halkoyundan çıkmasının getireceği demokratik meşruluğu da eklemiştir. Bu durumda, yetkilerinde hiçbir değişiklik olmasa dahi cumhurbaşkanı sistemin hâkim unsuru hâline gelecektir. Bu değişiklikle yürütme organının iki başlı niteliği daha da güçlenmiş olacaktır.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi tek başına cumhurbaşkanının gücüne güç katacaktır. Cumhurbaşkanı bir seçim kampanyası sürecinden sonra bu makama gelecektir. Doğrudan halk tarafından seçilecek kişinin bir siyasi parti ile ilişkisinin olması gerekir.
Sembolik bir cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin ne anlamı olacağı ve bu noktada, yasama, yargı ve yürütmeye ilişkin yetkileri elinden alınmış ve tamamen sembolik bir konuma getirilmiş bir cumhurbaşkanının neden halk tarafından seçildiği soruları akıllara gelebilir. Buna iki türlü yanıt vermek mümkündür: Birinci olarak halkın cumhurbaşkanını belirleme sürecine doğrudan müdahil olmasının, demokrasiyi güçlendiren işlev taşıdığının altını çizmek gerekir. Sembolik de olsa önem arz eden bir makama gelecek kişinin belirlenmesine aktif katılım, vatandaşların kamusal ilgilerinin artmasını, siyasal meselelerde daha aktif tutum almalarını sağlar ve böylelikle temsili demokrasiye katılımcı bir boyut katar. İkinci olarak cumhurbaşkanı halkoyuyla belirlendiği takdirde rejimin her cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Meclisin bunalıma girmesi önlenmiş olacaktır. Cumhuriyet tarihindeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin neredeyse tümü partiler arasında ciddi çatışmaları ve Mecliste uzlaşma adı altında dayatmaları beraberinde getirdi. Gerginliği maksimum düzeye çıkaran ve yurdu bir kaos ikliminin hâkimiyeti altına sokan bu seçimler, her defasında demokrasi için ciddi bir tehdit oluşturdu. Bu türden tehditleri bertaraf etmenin ve ülkeyi antidemokratik yönetimden doğacak tehlikelerden sakınmanın en makul yolu, halka gitmektir. Cumhurbaşkanını halka seçtirmek, hem cumhurbaşkanlığı seçimlerini Mecliste bir kavga konusu olmaktan çıkarır hem de seçilen cumhurbaşkanına büyük bir demokratik meşruiyet sağlar.
Yukarıda ifade ettiğimiz hususlar göstermektedir ki 1982 Anayasa’sı uygulamasında sorumsuz cumhurbaşkanlığı makamı sembolik değildir ve yapılan değişiklikle birlikte de sistem içerisinde geçmiş uygulamalardan daha da aktif bir konum elde edecektir. Bu görevi 5 yıl(muhtemelen ikinci 5 yıl) yürütecek olan kişi, Anayasa’mızın 101. maddesine göre, “... Kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.” Anayasa’mızın milletvekili seçilme yeterliliğiyle ilgili 76. maddesinde ise“... Kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolaylı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.” şeklindedir. Aslında sistem ne şekilde kurgulanırsa kurgulansın aslolan yönetici olacakların kişilikleri ve nitelikleri sistemin işleyişinde belirleyici rol oynamaktadır.
Pekiyi Türkler tarihte yönetime gelecek kişide hangi özellikleri aramışlardır?
Türk tarihi, kimliği ve temel özellikleri hakkında en detaylı bilgileri veren kaynaklara göre kağanların en önemli görevleri; milletin ihtiyaçlarını temin etmek, topluma gerekli düzeni vermek, huzur, sükûn ve rahatı sağlamaktır. Bunun yanında kağanlar Türk toplumunu besleyecek, Türk toplumuna zahmet çektirmeyecek ve toplumu incitmeyecektir.
Yönetimin iyi işlemesi, ilkeler doğrultusunda olmasına ve yöneticilerin vasıflarına bağlıdır. Devlet yöneticilerinin vasıfları hakkında çok farklı yorumlar yapılmış ve genel olarak şu özellikler sıralanmıştır: Yönetici kişi bilge olmalı, akıllı ve bilgili olmalı, cesaretli, kuvvetli ve kahraman olmalı, dürüst olmalı, doğruluktan ayrılmamalı, fazilet sahibi olmalı, sözünde durmalı ve verdiği sözden dönmemeli, yumuşak huylu, alçakgönüllü, himmet ve haya sahibi olmalı, ihtiyatlı olmalı, uyanık olmalı, zalim olmamalı, yalancı olmamalı ve yalandan hoşlanmamalı, inatçı olmamalı, temiz olmalı, takva sahibi olmalı, dili yumuşak (tatlı dilli) olmalı, mağrur ve kibirli olmamalı, tok gözlü olmalı, gönlü temiz ve kalbi doğru olmalı, anlayışlı olmalı, harama el uzatmamalı, dünya malına değer vermemeli, dünyaya aldanmamalı ve varlığının fâni olduğunu unutmamalı, güler yüzlü, yakışıklı, saçı sakalı düzgün ve orta boylu olmalıdır. Bütün bunlara göre devleti yönetenlerin daha çok karakteriyle ve maneviyatıyla ilgili özellikler arandığı aşikârdır.
Devlet başkanları, bütün halkın üzerine hassasiyetle eğilmeyen, şefkatten uzak, merhametsiz ve devletin şerefini temsil edemeyecek kimseler olmamalıdır. Devlet başkanları kişiliklerinde zayıflık bulunan kimseleri yanlarından uzaklaştırmalı akıllı, merhametli ve sanatkâr kimseleri kendine yakınlaştırarak memleketi imar etmelidir.
Yöneticilerinden çok şey bekleyen ve ne yapacaksa yöneticilerinin yönlendirmesiyle yapmayı tercih eden bir milletin potansiyel enerjisini üst seviyede kinetik enerjiye çevirecek devlet adamlarına ihtiyacımız var. Cumhurbaşkanlığı seçiminde milletin tercihinin bu yönde olması en büyük dileğimizdir.