ŞANDIR: SURİYE’DEKİ TÜRK VARLIĞINI TÜRKİYE’DE İLK KEZ MUSTAFA KAFALI HOCA ORTAYA ÇIKARDI

29 Ocak 2020 11:05
Okunma
2083
ŞANDIR: SURİYEDEKİ TÜRK VARLIĞINI TÜRKİYEDE İLK KEZ MUSTAFA KAFALI HOCA ORTAYA ÇIKARDI

ŞANDIR: SURİYE’DEKİ TÜRK VARLIĞINI TÜRKİYE’DE İLK KEZ MUSTAFA KAFALI HOCA ORTAYA ÇIKARDI

Evin GÖKTAŞ

Eski Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Milletvekili Mehmet Şandır, Suriye’deki Türk varlığını ilk kez ortaya çıkaran ismin merhum Prof. Dr. Mustafa Kafalı Hoca olduğunu bildirdi.
Şandır, “Suriye’deki Türk varlığı Prof. Dr. Mustafa Kafalı Hoca'nın 1954’te yaptığı bir saha araştırması ile ortaya çıkmıştır. Kafalı Hoca genç bir asistan iken ya doktora ya da yüksek lisans tezi olarak Suriye'nin kuzeyinde uzun zaman çalışmış köy köy, kasaba kasaba belirleme yapmış. Bu belirleme 1973 yılında TÖRE dergisinin 21 ve 22. sayılarında Suriye Türkleri başlığı ile yazılmış kayda geçmiştir.” dedi.
Kantara’da 1947 yılında dünyaya gelen Şandır, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını aynı fakültede matematik ve istatistik üzerine yapan Şandır, Orman Bakanlığı ile Gümdük ve Tekel Bakanlığında Kontroller Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. Suriye Bayır Bucak Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanlığı, Türk Ocakları Merkezi Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye Türkmenistan Dostluk Derneği kuruculuğu ve İkinci Başkanlığı görevlerini de yürüten Şandır, MHP’den 21. Dönem Hatay, 23. Dönem Mersin Milletvekilliği de yaptı. Şandır, bu dönemde TBMM’de Türkiye Suriye Dostluk Grubu Başkanı da oldu.
Türk Ocakları Ankara Şubesinde “Türkiye'nin Suriye Politikası" konulu bir konferans veren Şandır, çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.   
Şandır, Suriye gerçeğini iki noktada sorgulamak gerektiğini belirterek, şöyle devam etti:
“Öncelikle kendi pozisyonumu da ifade etmek istiyorum: Ben Suriye doğumluyum. Bayır Bucaklıyım. Daha önce Suriye'de Türklerin olup olmadığı sorusu bizim yüzümüze yöneltiliyordu. Sonra Bayır Bucak ve Türkmen Dağı’nı Türkiye'de duymayan kalmadı. Bayır Bucak'ın bir köyünde dünyaya geldim ve 5 yaşında iken Türkiye'ye göçtük. Ailemin büyük kısmı orada kaldı. Çok hatıralarımız ve hatırladıklarımız var. Anlatılanlardan şuuraltımıza yerleşen bilgiler var. Genetik ve ruh olarak Suriye Türklüğünün bir parçasıyım. Türk milliyetçisiyim, Türkiye vatandaşıyım, Milliyetçi Hareket Partisinde siyaset yaptım ve başka mensubiyetlerim de var. Tüm bu mensubiyetlerin üzerinde Suriye Türklüğüne mensubiyetim çok doğal ve vazgeçilemeyecek bir husus. Dolayısıyla Suriye gerçeğini özümseyerek ve hissederek damarlarımızda duyduğumu ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.”

SURİYE, KARANLIK BİR KÖR KUYUDUR
Suriye hakkında ansiklopedik bilgilerin her yerde bulunabileceğini hatırlatan Şandır, şunları söyledi:
“Aslında Suriye denilen yer bizim kültürümüzde Şam'ın çevresidir. Bugün Suriye diye çizilen o hudutlar Suriye değildir. Suriye Şam'ın çevresidir. Kudüs'ün çevresi Filistin'dir, Beyrut'un çevresi Lübnan'dır, Bağdat'ın çevresi de Irak'tır. Diğerleri Osmanlı toprağıdır. Suriye'nin büyük kısmı Halep vilayetinin parçasıdır ve çok yakın zamana kadar da Halep'in Şanlıurfa ve Gaziantep'den hiçbir farkı yoktu. Ama Suriye diye bildiğimiz o coğrafyada tarihin tüm dönemlerinde MÖ 5000 yılına kadar gidebiliriz. 1286 Mısırlılarla Hititler arasındaki Kadeş Savaşı sonrasında imzalanan Kadeş Sözleşmesi tarihteki ilk yazılı sözleşmedir. Aslında bu coğrafya bir medeniyet üretmemiştir. Güçlü, kendine özel ve özgün bir devlet üretmemiştir. Bu coğrafyanın kendine özgü bir milleti olmamıştır. Ama hemen hemen tüm güçlü milletlerin, güçlü devletlerin hatta medeniyetlerin çatışma alanıdır Suriye.
Suriye, karanlık bir kör kuyudur. Tarihin tüm dönemlerine küresel güç olma iddiasında olan veya muhataplarına hükmetme iddiasında olan milletler ve devletler bu coğrafyaya gelmiştir. Bu coğrafyada karşı karşıya gelmiştir, savaşmıştır. Bu coğrafyaya hükmetmeden küresel güç olmak da çok mümkün olmamıştır. Bu MÖ de böyledir günümüzde de böyledir. Suriye medeniyetlerin ve milletlerin çatıma alanıdır. Suriye karanlık bir kör kuyudur. Buraya gelen burada gömülmüş kalmıştır. Bu başlık altında bir şey daha söylemek lazım. Bugün bu devletin adı Suriye Arap Cumhuriyeti'dir. Devlet olabilmesi için millet olması lazım. Araplık bir milletin adı değildir. Araplık ırkın adıdır. Dolayısıyla Suriye'de demokrasi getirmek, hukuk devleti ve anayasal düzen kurmak çok mümkün değildir. Çünkü burada bir ortak payda olan bir millet şuuru yoktur. Şimdi bildiğimiz kadarıyla Nusayriler yönetiyor Suriye'yi. Nüfusu %10-11 nispetindedir. Savaş öncesinde nüfusu 22 milyondu. Dünya Bankası kayıtlarında Suriye’nin 17.1 milyon nüfusa sahip olduğu belirtiliyor. Demek ki bu kadar azalmış. Savaşa başlarken 22 milyondu. Bu nüfusun %12'si Nusayri inancına sahip olan ırken Türkmen de olabilirler, geriye kalan % 80'in üstündeki nüfusun büyük kısmı Arap'tır. Yani Suriye’nin %90'a yakını Arap'tır. Suriye’de Hristiyanlar da Dürziler de Arap'tır. %70'ten fazla olan Sünni Arapların arasında ortak bir payda yoktur. Aşiret yapısı hâkimdir. Beşar Esad olmaza, istihbarata ve askerî güce dayalı demokratik bir diktatörlük olmasa o toplum birbirini boğazlar. Sünni aşiretler aşiret bağlamında birlikte yan yana yaşarlar ama asla bir millet olma şuuru ve o şuurun uzantısı olarak devlet mensubiyeti asla söz konusu olmaz. “
EN BÜYÜK HUZURU OSMANLI YÖNETİMİNDE YAŞADI
Şandır, “Bir başka gerçek Suriye toplumlarının en huzurlu en iyi yaşadıkları süreç Osmanlı yıllarıdır. Yani 1517-1918 arası. Halep'in kuzeyine çekildiğimiz andan itibaren Mondros Mütarekesi ile birlikte Suriye perişan olmuştur.” diye konuştu.
Suriyelilerin tüm dönemlerde bir hercümerci yaşadığını kaydeden Mehmet Şandır, konuşmasına şöyle devam etti:
“Osmanlının o barış projesi dediğimiz farklılıkları bir arada yaşatma becerisi ve (Bu Türklüğe ait bir büyüklüktür.) gücü Suriye'nin en güzel zamanıdır. 1918 sonrası önce İngilizlere sonra Fransızlara bırakılan Suriye'de, bugünün tohumları Fransızların döneminde atılmıştır. Fransızlar bu coğrafyayı kontrol edebilmek bu insanların arasından Kürtleri, Nusayrileri ve Marunileri özel bir eğitime tabi tutup kollayıp korumuşlar. Çocuklarını Fransa'da eğitip okutmuşlar. İş adamlarına imkân sağlamışlar. Bugün de Suriye kardeş kavgasının ve iç savaşın içine düştüyse eğer o gün oluşturulan o parçalı yapının veya yapılan hazırlıkların sonucudur. Suriye, Orta Doğu'nun merkezidir ve temel bir karakteri vardır. Burada milletleşme süreci mümkün olmadığı için toplumlar farklılıklarını birleştirerek birlikte yaşamayı başarmak mecburiyetinde. Farklılığınızı koruyamazsanız yok olursunuz orada. Farklılıkların bir arada yaşadığı dönem Suriye'nin en güzel zamanıdır. Her farklı toplum varlığını devam ettirebilmek için bir dış gücün desteğinde orada varlığını devam ettirebilmektedir. Bu coğrafyaya hükmetmek isteyen küresel güçler bu coğrafyada bir farklı kimliği koltuklarlar. Dürzilerin arkasında İngilizler vardır. Tarihte de böyledir. 500 yıl önce Osmanlı Dönemi de Osmanlı öncesi dönem de böyledir. Marunilerin arkasında Fransa vardır. Kürtlerin arkasında herkes vardır. Araplar bin bir parçadır. Diğer Arap bölgelerdeki aşiretlerle de çok bağlantılı değillerdir. Suriye tarihin geçmiş dönemlerinde kendi bölgelerinde tutunamayan Arap aşiretlerin sığındığı çöl alanıdır. Suriye'nin Akdeniz sahilindeki kısmında Hristiyanlar ve Nusayriler yaşar. Çöl kısmında yani doğu kısmında da Sünni Araplar yaşar. Onlar da o uçsuz bucaksız çöl alanında diğerlerinden korunabilmek veya kendi dünyalarında yaşayabilmek için oraya sığınmışlardır.”
SURİYE’DE HER TOPLULUĞUN ARKASINDA BİR KÜRESEL GÜÇ
Şandır, Suriye’de her topluluğun arkasında bir küresel gücün olduğuna dikkat çekerek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bu dün de böyleydi bugün de böyledir. O küresel gücün çıkarları doğrultusunda pozisyon alırlar. 1966'da bir darbe ile iktidar olmuştur Baas Partisi. 1970'de de o zaman Hafız Esad Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı. Nusayrilerin de desteği ile Baas iktidarı içinde darbe yapıp Salah Cedid'i devirerek 1970 yılında bugünkü iktidarın dünü. Nusayriler yaklaşık 50 yıldır Suriye’yi akıllıca yönetmektedir. Suriye’de başka unsurlar da vardır. Hristiyanlarla iş birliği yapmışlardır, zaman zaman. Türkmenlerle, Kürtlerle iş birliği yapmışlardır. Yani birtakım iş birlikleri ile ülkeyi %10-11'lik bir nüfusla %90'ı yönetmişlerdir. Bugün de bütün kaynaklar kendi kontrollerindedir. İşte Suriye gerçeği bu. Ama bir şey daha söylemek lazım. Bizi ilgilendiren yönü ile söyleyeyim. Suriye 863 yılından bu yana Türk milletinin yönetimine girmiştir. Tolunoğlu Ahmet Bey, Abbasi Arap İslam Devleti'nin Mısır valisi olan Tolunoğlu Ahmet Bey Beyliği’nin yönetimine girerek Türklerle tanışmıştır. Daha sonra arada bir Şii Fatimi Dönemi vardır. Ondan sonra Suriye Selçuklularının, Atabeylerin yönetiminde Selahaddin Eyyübi'nin 1171'deki iktidarı 1260'da da 250 yıl sürecek olan Türkiye Devleti diye tüm dünya tarihlerinde geçer Kölemenler diye. Ama biz maalesef kendi milletimize köle yakıştırması yaparak ayıp ederiz. Hâlbuki Mısır tarihinde bile 1260-1517 arası Türkiye Devleti diye anılır. Bütün Avrupa tarihlerinde de böyledir. Kölemen diye bildiğimiz o 250 yıllık dönem yine bir Türk dönemidir Suriye'de. 1517'den itibaren de Osmanlı asırları başlamıştır Suriye'de 1918'de de bildiğiniz Yıldırım Ordularının Halep'in kuzeyine çekilmesi ile birlikte. Mondros Mütarekesi sonrasında Suriye yaklaşık olarak bin yıl arada kesikler olmakla beraber Türklerin yönetiminden çıkmış ondan sonra da huzur yüze görmemiştir. Çünkü Allah'ın adaleti mutlaktır. Bu millete hıyanet edenin bu dünyada abat olması mümkün değildir. Şimdi de çok perişanlar. Şu son yaşanan hadiseleri hep beraber seyrediyoruz. Bir gerçek olarak söylüyorum. Suriye Türklerin yaşadığı ve yönettiği bir coğrafyadır. Sayın Cumhurbaşkanı'nın 2017'de söylediği Suriye bizim iç meselemizdir sözüne biz o zaman itiraz etmiştik ama doğru bir sözdür. Çünkü Suriye bizim coğrafyamızdır.”
SURİYE, BÜTÜN DÜNYANIN GÖZ DİKTİĞİ BİR COĞRAFYADIR
Şandır, “Suriye bütün dünyanın göz diktiği ve hükmettiği bir coğrafyadır.” ifadesine yer vererek, şunları belirtti:
“Yeni süreçte de Doğu Akdeniz doğal gaz kaynakları ve enerji kaynakları üzerinden küresel bir savaş başlayacaktır. Bunun en büyük kara hududu da yine Suriye'dedir. Yani Suriye uluslararası çatışma alanıdır. Bu bizim 900 kilometrelik hududumuzdur. 1000 yıllık müktesebatımız var orada. O topluma karşı sorumluluğumuz var. Daha da ötesi orası huzur içinde olmazsa Türkiye'de evimizde huzur içerisinde yaşamamız mümkün değildir. Yatamıyoruz işte her taraf Suriyeli sığınmacılarla işgal altındadır. Kaldı ki oradan kaynaklanan ve ülkemize yönelik tehdit de her geçen gün bir millî güvenlik sorunu hâline gelmeye başlamıştır. Bugün milyarlarca lira harcanarak şehitler vererek güvenlik şeridi oluşturmaya çalışıyoruz. Çoğu Suriye Türkmenlerinden oluşan ÖSO yüzlerce şehit vermektedir. Onun için Suriye gerçekleri dediğimiz andan itibaren bilmeliyiz ki Suriye'yi kontrol etmek çok zordur. En azından hudutlarımızı kontrol edemediğimiz sürece kendi evimizde huzur içerisinde kalmayız. Suriye bir terör yuvasıdır. 2011'den sonra başlayan bu iç savaşta ülkemizi yöneten siyaset Türkiye'yi yanlış bir pozisyonda tutmuştur. O zaman benim de görevlerim vardı. Parlamentoda Suriye Dostluk Grubu Başkanı idim. Hükûmetle ve devlet yöneticileri ile Suriye politikalarının oluşturulmasında çok önemli katkılarım olmuştur. MHP'nin dışında Suriye Türkmen’i olmam ve Suriye Dostluk Grubu Başkanı olmam sebebiyle çok sayıda münasebetlerimiz olmuştur. Türkiye de çok büyük gayretler sarf etmiştir. 2012 yılından bu yana tampon bölge oluşturma gayretlerimiz vardır. Uçuşa yasak bölge oluşturma gayretlerimiz olmuştur. Çünkü bu sığınmacı akını olacaktı mutlaka. Amerika'nın planı belli idi. Bugünleri dünden öngördüğü için böyle bir kaos ortamının kendi emellerine daha iyi hizmet için bizim orada tampon bölge oluşturmamıza müsaade etmediler. O zaman çok söyledik. Madem etmiyorlar bu sığınmacılara biz geçiş güzergâhı olalım. Avrupa'ya gitsinler. Ancak onu da yapmadılar. Bizimki nutuk atmayı seviyor. ‘Biz Müslüman’ız ve Türk'üz. Herkese kapımızı açarız.’ dedi ama şimdi de taşıyamaz hâle gelmiş durumdayız.”
SURİYE’DEKİ TÜRKLERE “TÜRKMEN” DEMEK DOĞRU DEĞİL
Mehmet Şandır, “Sözlerimin sonunda şunu söylemek istiyorum.” diyerek, şunları kaydetti:
“Suriye'de hâlâ çok sayıda Türk yaşamaktadır. Suriye’deki Türklere ‘Türkmen’ demek doğru değil. Türkmen ifadesi; Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da, Ürdün'de yani Türkiye dışında yaşayan tüm Türkleri Türkiye'den kopartmak için Batılılar tarafından uydurulmuş bir kelimedir. ‘Türkmen’ diye bir şey yoktur. Oğuz boyları içerisinde de Türkmen yoktur. Türkmen, Müslüman olan Türk'e denir. Kırgız’ı da Özbek'i de Müslüman’dır. Ama Suriye'de çok büyük oranda Türk yaşar. Suriye'nin ikinci kalabalık etnik grubu Türklerdir. Türkçeyi unutmuşlardır. 1918'den sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti maalesef Suriye gerçeğini göremediği için Suriye'de geride bıraktığımız Türklere sahip çıkamamış, onlara destek olamamıştır. Öyle olunca özellikle 1970'ten sonra Baas iktidarında dilimizi ve kimliğimizi unutmamışızdır. Türkçeyi bilmez ama Türklüğünün idrakindedir. ORSAM ve Dışişleri Bakanlığının son olarak yaptığı araştırmada Suriye'de 3 buçuk milyon Türk yaşamaktadır. Bunun bugün 500 bini Türkiye'dedir, gerisi hâlâ Suriye'dedir. Suriye'de Türklerin yaşadığı topraklar stratejik yerlerdir. Osmanlı öyle yerleştirmiş ki bizi farklılıkların arasında tampon bölge gibi konumlanmışız. Bayır Bucak bölgesi Türkiye'nin geleceği ve millî güvenliği açısından en değerli topraktır. Stratejik bir konumdadır. Türkiye'deki Nusayrilerle Suriye'deki Nusayriler arasında denize ulaşan hançer gibi bir Türk bölgesidir. Atalarımız bizi götürüp oraya yerleştirmiş. Türk karekterimizi korumuşuz. Humus'ta sokakta birine adres sorduğunuzda size cevabı Türkçe vermiyorsa o Humuslu değildir. Söylediğine inanmayın derler Araplar. Humus bir Türk şehridir. Halep'in Gaziantep'ten farkı yoktur. Şanlıurfa'nın etnik yapısından daha çok Türk’tür Halep. Atatürk hattı dediğimiz o sınır Güney Anadolu’muzun devamıdır. Dolayısıyla Suriye gerçeği bizim gerçeğimizdir. Türkiye'de yaşayan Türklerin gerçeğidir. Bu gerçeği bilmezsek ve sahiplenmezsek burada bize huzur olmaz. Şu savaş bitmez. Suriye'de hiçbir şey başladıktan sonra bitmez. Çükü burada artık Beşar Esad değil söz konusu olan arka planında Rusya ve İran var. AB var. Bir küresel savaş vardır.  Bizi içine çekmeye çalışıyor ve biz de son dönemde uyguladığımız doğru politikalarla kendimizi koruyabilmek için sahada operasyonlar yapıyoruz. Bunlar son derece doğru hadiselerdir. Artık sahadayız ve bunun gücüyle de masada olacağız. Şimdi Suriye ile ilgili bu ayın sonunda yeni anayasa tanzim edilerek yeni Suriye kurulacak. Kuramazlar. Anlaşabileceklerine hiç ihtimal vermiyorum. Ama artık biz de masadayız. Orada hangi sonuç alınırsa alınsın Türkiye artık dünkünden daha farklı Kıbrıs'taki gibi bir garantör devlet pozisyonu elde etmiştir. İnşallah bu şuuru gösterir devletimizi yönetenler. Suriye'deki tüm halkların geleceğinin garantisi olalım. Yalnız Türklerin ve Türkmenlerin değil. Ama toplum ve millet olarak özellikle de milliyetçiler olarak bilesiniz ki Suriye bizim yurdumuzdur ve Anadolu'dan önce Türkleşmiştir.”
SURİYE’DE TÜRK VARLIĞINI KAFALI HOCA ORTAYA ÇIKARDI
Mehmet Şandır, “Suriye'de hâlâ 3 milyona yakın Türk yaşamaktadır. Yaşadıkları topraklar Türkiye'nin güvenliği açısından da son derece stratejik değerde bir jeopolitiğe sahiptir.” değerlendirmesinde bulunarak, şöyle devam etti:
“Suriye’deki Türk varlığının bizler tarafından bilinmesinin başlangıç noktası rahmetli Prof. Dr. Mustafa Kafalı Hoca'dır ve 1954’te yaptığı saha araştırması ile ortaya çıkmıştır. Kafalı Hoca genç bir asistan iken ya doktora ya da yüksek lisans tezi olarak Suriye'nin kuzeyinde uzun zaman çalışarak köy köy, kasaba kasaba belirleme yapmış. Bu belirleme 1973 yılında TÖRE dergisinin 21 ve 22. sayılarında ‘Suriye Türkleri’ başlığı ile yazılmış ve kayda geçmiş. O makaleyi inceler okursanız eğer Suriye'nin kuzeyi bütünüyle Türk yerleşimi. Afrin diye şimdi gittik üç dört tane Türk köyü bulduk. Mustafa Hoca yazdığı makalede tek tek deresi, dağı, pınarı, yolu, köyü itibarıyla sosyolojik bir saha araştırması yapmış. Afrin'de Mustafa Hoca'nın tanımları son derece gerçekçi. Ciddi ve şaşırtıcı. 1918'den sonra çok ciddi bir tehcir yaşamışız. İdlib Arap ağırlıklı bir yer. 1918 İngiliz işgalinden sonra Hatay'ı Fransızlara devrettiler. Önce İngilizler çıktı İskenderun'a sonra Fransızlara devrettiler. O becayiş ve devir teslim dönemindeki boşlukta İdlib'den gelen Bedevi Araplar bizim Hatay'ın Amip Ovası'nı işgal ettiler. Suriye'den göçünce Hatay'a yerleştik ve bizatihi bildiğim insanlar. Çıkartamadık Bedevileri oradan. Sorun oldu. Oranın eski Türkmenleri ve Arapları silahlandılar ve bunları çıkarmak istediler ama başarılı olamadılar. İdlib, Sünni ve Bedevi Arap ağırlıklıdır. Mutlaka içinde Türkler vardır. Türkler o kadar akıllı yönetilmiş ki bizim milletimiz büyük bir millet kim ne derse desin. Osmanlının iskân politikasını mutlaka incelemek lazım. Büyük devlet olmanın önemli göstergesi iskân politikasıdır. Ben Bayır Bucaklıyım. Muhtemelen Kastamonu tarafından götürülmüş bir ailenin çocuğuyum. Bozoğlanlar nereden gelmiş bilmiyorum. Bayır Bucak'a bölgelerinde devlete sorun çıkarmayacak olan güçlü aileleri söküp alıp götürüp yerleştirdikleri yer. Boy ve aşiret değil aile yerleşimi söz konusu. İdlib bugün eski İdlib de değil. Dünyanın en vahşi teröristlerinin çok örgütlü olarak yaşadığı bir yerdir İdlib. Ruslar çok akıllı. Türkiye çok yanlış bir stratejik hata yaptı. İdlip mutabakatında o terör örgütlerini kontrol yetkisi Türkiye'ye verilmiştir. Şimdi de Amerika IŞİD'lileri Türkiye'ye verdi. Türkiye'yi yönetenler tarihi bilmedikleri için, tarih şuurları olmadığı için ve bir gelecek ülküleri olmadığı için önlerine gelenle ve kendilerine telkin edilenle hareket ediyorlar. Bugün İdlib bir bomba. Suriye'nin kuzeyindeki bu olaylar bitecek yarın İdlib bombası Türkiye'nin üzerine patlayacak. Orada 12 tane karakolumuz var ve bu karakollar şu anda rehin durumunda. Biz perişan durumdayız. idlib'in durumu bu.”
AVRUPALILAR TÜRK VE MÜSLÜMAN DÜŞMANLIĞINDA MÜTTEFİKLER
-    Mehmet Şandır, “Söylenmesi gerekir ki zaman hükmünü ibraz ediyor. Tarih zamanın hikâyesi ama tarihin felsefesi düşünürlerin, siyasetçilerin, yöneticilerin alanı. Zaman şimdi yeni bir yüzyılın ilk çeyreği. Küresel güçler her yeni yüzyılın ilk çeyreğinde bir araya gelir ve dünyayı yeniden tanzim ederler. Yeni dengeler kurarlar, yeni paylaşımlar yaparlar.” diyerek bunun 18, 19 ve 20. yüzyılın ilk çeğreğinde de yaşandığına dikkat çekti.
-    Her dönemde küresel güçlerin bir sebeple bir masanın etrafında toplanıp dünyayı yeniden tanzim ettiğini hatırlatan Şandır, şu görüşleri dile getirdi:
-    “1815'tir Viyana Anlaşması. Viyana Anlaşması'nda 1789 Fransız Devrimi sonrası Napolyon Bonapart'ın Avrupa'yı tahrip eden o saldırganlığının durdurulduğu ve Avrupa'nın yeniden tanzim edilen bir toplantıdır 1815 Viyana Kongresi. Avrupa'nın tüm devletleri çağrılmıştır. O gün Avrupa'nın en büyük karasal devleti olan Osmanlı Devleti çağrılmamıştır. O toplantıda bizimle ilgili verilen karar herkes birbiriyle boğuşmaktadır ama Türk ve Müslüman düşmanlığında müttefiklerdir. Bizimle ilgili verdikleri karar Şark meselesidir. Türkler bu yüzyıl içerisinde Avrupa'dan çıkartılacaktır kararı. 1850'de çok beğenerek okuduğumuz Victor Hugo'nun 1856 Paris Konferansı'nda Kırım Savaşı sonrası nutkunu okumak lazım. Avrupalılara parmak sallayarak diyor ki ‘Ey Hristiyanlar sizin yaptığınız yanlış. Bu Müslümanları Avrupa'dan çıkartmayın.’ Yani o yüzyılın ilk çeyreğinde Türk ve Müslümanlar için biçilen şey Balkan Savaşlarıdır. Yüzyıl 1915'e kadar bölgede Türk milleti tarihinin en büyük acı yıllarını yaşamıştır. Bu yüzyıl içinde 20 milyondan fazla Türk Balkan dağlarında katledilmiş veya sürgün edilmiştir. Koca Balkan coğrafyasını kaybetmişiz. 20. yüzyıla geldiğimizde önümüze konulan Sevr Anlaşması'dır. Osmanlının paylaşımında anlaşamayanlar Birinci Dünya Savaşı'nda savaşmışlardır ve hiçbir cephede yenilmememize rağmen 9 milyon metrekare toprakla girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı'ndan elimizde kalan bir Konya vilayeti kadar bir devlet kurulamaz bir toprak parçasıdır. Sevr Antlaşması. Ama en büyük Türk milliyetçisi Büyük Atatürk dirayeti ve kararıyla ve Türk milletinin de azmi, gayri ve Allah'ın da yardımıyla Millî Mücadele başarılmıştır. Lozan Antlaşması ile de Sevr yırtılmıştır. Ama iş bitmemiştir ve şimdi yeni bir yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Yine küresel güçler şu son Ruslar ve Amerikan ile yaptığımız mutabakatlarla övünüyoruz. Ama erken sevindik ama. Sanıyoruz ki biz Amerika ve Rusya'yı mecbur etik. Hayır. Onlar zaten kendi aralarında anlaşmışlar. Bu coğrafya ve bu coğrafyanın geleceği ile ilgili paylaşımlarını yapmışlar. Buna itiraz eden iki devlet var. İran ve Türkiye. Türkiye metazori silah gücüyle bir yerlere girdi ve ben de varım dedi. İran ise bizden daha perişan durumda.”
TÜRKİYE’Yİ YÖNETENLER TÜM DÜNYA TÜRKLÜĞÜNÜ KUCAKLAMALI
Şandır, “Sonuç itibarıyla önümüzdeki süreç yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir karar vermemiz lazım.” diyerek anlatımlarını şöyle sürdürdü:
“Artık biz bu Cumhuriyet'in kuruluşunda bir zorunluluk olarak tanzim ettiğimiz o dünyayı devam ettiremiyoruz. Yani Batı müttefikleriyle NATO'su ile Avrupa Birliği ile stratejik ortaklıkla filan devam ettiremiyoruz. Amerikalı senatörler kanun teklifi verdiler PKK, PYD ve YPG'lileri Türklere karşı korumak üzere güvenli bölgeye onay veriyorlar. Yani bizi korumak için değil Kürtleri teröristleri korumak amaç. Dolayısıyla yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye olarak bir karar vermemiz lazım. Artık biz Türkiye'yi merkez edinen kendini merkeze alan Türk dünyası ile hatta gönül coğrafyası diye tanımladığımız dünü bizimle beraber olan o milletlerle o coğrafyalarla yeni bir dünya kurmalıyız. Bu yani dünyanın kavgasını vermemiz lazım. Bunu böyle kabul etmediğimiz takdirde detaylarda kaybolur gideriz.”
Şandır, Selehaddin Eyyübi ile ilgili yöneltilen bir soruya karşılık şunları söyledi:
“Selahaddin Eyyübi Türklere hizmet etmiştir ve Türk'tür. Kudüs'ü 780 yıl Müslümanların emrine ve hizmetine vermiştir. Kutsal Kudüs Selahaddin Eyyübi'nin fethiyle 780 yıl 1917 yılına kadar Müslüman kalmıştır. Bu yüzyılda eğer biz iyi durmazsak yapılması gerekeni yapmazsak bize biçilen kader Orta Asya topraklarına geri dönüş. Anadolu'nun yeniden Hristiyanlaştırılmasıdır. Selahaddin Eyyübi bir Selçuklu komutanıdır. O zaman zaten şehir devletleri vardır. Türklüğe hizmet etmiştir. Hakkında çok şey söylenir Kürt denilir ve bir tarafı Yahudi denilir ama Türklüğe hizmet etmiş bir Türk büyüğüdür. Bir şey daha söylemek lazım. Kasrı Şirin Antlaşması'ndan bu yana Türkiye ile İran Türklüğü arasında çok kırıcı bir ilişki olmuştur. Türkiye'yi yöneten Osmanlı ile İran'ı yöneten Safaviler iyi incelendiğinde görülecektir ki orası daha Türk'tür. Ben Suriye dışındaki Türklerdenim. Kendi psikolojimizi biliyorum. İran'la da Türkistan'la da çevremizdeki Türk dünyası ile de epeyi ilişkimiz olmuştur. Osmanlıdan bu yana Osmanlının yaptığı yönetim anlayışı ile Osmanlıya güvenini kaybetmiştir. Bir güvensizlik ifadesi olarak söylendiği için söylüyorum. Öyle politikalar takip etmişiz ki Türklükle asla ilişkisi yoktur. Yavuz Sultan Selim bizim için büyük bir padişahtır. Ama Farsça söylemiş ve Farsça yazmıştır. Şah İsmail Türkçe söylemiş, Türkçe yazmıştır. Kuyucu Murat Paşa, güneydoğuda 100 bin Türk'ü kesmiştir. Celali İsyanlarının tamamı Türklerin isyanıdır, Türk isyanıdır. Niçin? Devletin zulmünden kaynaklanmıştır. Bu sebeple şimdi Türkiye'yi yönetenler yeniden Türklüğe sarılır ve yeniden milliyetçi bir anlayışla bütün dünya Türklüğünü kucaklayan, samimiyetle kimseyle savaşmadan, çatışmadan, kimseye düşmanlık ortaya koymadan, insanlık bir bunalım içerisinde şu anda. 2 milyarı aşkın insan obez tedavisi alıyormuş dünyada. Ama 850 milyonluk insan da açlık içinde. Batı medeniyeti dediğimiz şeyin insanlığa sunduğu sonuç bu. Bu insanlık da bizden bir şey bekliyor. Dolayısıyla Türkiye'yi yöneten kadro milliyetçi ve insancıl düşüncelerle, kendi gerçeğinin farkına vararak, hem tarihinin hem coğrafyasının öneminin idrakinde vararak kendini merkeze alarak önce tüm Türk dünyasını Türkiye merkezli yeni bir dünya kurmayı, bunu tanzim etmeyi, bunun kültürünü geliştirmeyi bunu diğer Türk toplumlarına kabul ettirmeyi başaracak bir kadro bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var. O zaman gerçekten dünyanın ikinci büyük Türk devleti, Türkiye'nin yarısından daha fazlası 40-50 milyon Türk var bugün İran'da. Aynı boy ve soydan gelen ciddi bir nüfus var İran'da. Ama yöneticilerin yanlış politikaları ile güvensizlik hâkim oldu.”