Eğitim; en bilindik tanımıyla bireyde istenilen yönde davranış meydana getirme sürecinde ortaya çıkan şeydir. Eğitim sonucunda amaç ”istenilen yönde” bir birey yetiştirmektir. Bu da şüphesiz eğitim politikalarıyla belirlenecektir. İkinci nokta ise, “süreç” kelimesidir. Demek ki eğitim kısa süreli bir iş veya eylem değil uzun soluklu ve geleceğe dönük bir olaydır. Bu açıdan eğitimin bir başka tanımına bakıldığında, bireyleri ve toplumları biçimlendirme, yönlendirme, değiştirme ve geliştirmede işe koşulan en etkili süreçlerin başında kuşkusuz eğitim gelmektedir.
Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin en büyük nedenlerinden birisi de eğitim ve öğretime gereken önem verilmemesi ve eğitimi ihmal etmeleridir. Kuruluş ve yükselme dönemlerinde yapılandırılan eğitim sisteminin yıllar geçtikçe geliştirilmesi siyasi ve askerî başarıları destekleyen önemli bir neden olmuştur. Devletin bu kuvvetli yıllarında takip edilen eğitim politikaları eğitim kurumlarının bozulmadan varlığını sürdürmesini sağlamıştır. Ancak yükselme döneminin sonlarına doğru Batı’nın birçok alanda olduğu gibi bilim-teknik ve eğitimde kaydettiği gelişmelerin takip edilememesi ve eğitimin ehil olmayan insanların egemenliğinde devam etmesi, Osmanlı eğitim sisteminin çağın gereklerinden yoksun kalmasına yol açmıştır. Her ne kadar XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren eğitimde Batı tarzı reformlar yapılmaya çalışılsa da bu gayretler ikili bir eğitim sisteminin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır.
Osmanlı Devleti kendisinden önceki Türk-İslam devletlerinin eğitim anlayışı olan dinî eğitimi devam ettirmiştir. Osmanlıda eğitim veren kurumlar, Tanzimat Dönemi’ne kadar medreselerdir. Medreseler, ilk, orta, lise ve üniversite eğitimi veren kurumlarıdır. Bu dönemdeki eğitim kurumları çoğunluğu vakıf kuruluşu olan, halk çocuklarına mahsus parasız sübyan okulları ve medreseler ile devletin üst kademelerine yüksek idareci yetiştiren Enderun Mektebi (Saray Okulu) idi. Bu kurumlar başlangıçta ihtiyacı karşılayan ve devrin bilimsel gelişmelerini takip eden kurumlar iken, zamanla bu özelliklerini kaybettiler. Gerileme ve Avrupa’nın üstünlüğünün kabul edilmesiyle birlikte askeriye ile başlayan yenileşme hareketleri eğitimle devam edecektir. 19. yüzyıldan itibaren eski eğitim kurumlarının yanı sıra yeni eğitim kurumları da açılmaya başladı. Bunlar: “Rüştiye, idadi ve sultani” adında ilk ve orta dereceli okullarla, Tıbbiye (1827), Harbiye (1834), Mülkiye (1859) ve Darülfünun (1863) gibi yüksekokullardı. Bu durum ülkede mektep medrese ikiliğini meydana getirdi. Ülkede ayrıca azınlık (Rum, Ermeni, Yahudi) ve yabancı devletler tarafından açılan misyoner okulları da faaliyetlerini sürdüren okullar arasındaydı. Farklı din, dil ve kültüre dayalı programlarla farklı zihniyette nesillerin yetişmesine yol açan bu kozmopolit eğitim sistemi Cumhuriyet Dönemi’ne kadar devam etmiştir.
Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra eğitim sorunları sadece Osmanlı Dönemi’ne ait olan sistem yanlışları ve devralınan model ile ilgili değildir. Fiziki ve maddi imkânlar açısından da eğitim ve öğretim kurumları yetersiz bir hâldedir. 1923-1924 eğitim-öğretim yılında Türkiye’nin nüfusu 11-12 milyondur. Bu nüfusun %10’u ve kadınların sadece %3’ü okuryazardır. Bu yıllarda Türkiye’de 4 bin 894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise, 64 meslek okulu, 9 fakülte ve yüksekokul olmak üzere toplam 5 bin 062 öğretim kurumu vardır. Bu okullarda görevli olan öğretmen ve öğretim üyesi sayısı ise toplam 11 bin 918’dir. İlkokullarda 341 bin 941, ortaokullarda 5 bin 905, liselerde 1241, meslek okullarında 6 bin 547 ve yükseköğretimde 2 bin 914 olmak üzere 358 bin 548 öğrenci vardır. O yıllarda eğitime bütçeden ayrılan pay düşük bir seviyededir. 1921’de 57 milyon 128 bin 833 liralık genel bütçeden eğitime ayrılan miktar 390 bin 412 lira olmuştur. 1923’te genel bütçe 105 milyon 929 bin 911 lira olmasına karşın Maarif Vekâletinin 3 milyon 033 bin 003 liralık ödeneği olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu sayısal verilerin dışında eğitimin niteliksel özellikleri de düşüktür. Savaşlarda kaybedilmiş olan öğretmenlerin yanı sıra mevcut eğitimcilerin mesleki formasyonu yetersizdir ve öğretim programları çağdaş bir anlayıştan yoksundur. Okul binalarının durumu ve ders araç gereçlerinin eksikliği ve eğitimle alakadar olacak merkez ve taşra örgütünün idari teşkilatlanmasındaki sorunlar Türk eğitim sisteminin mevcut durumunu yansıtmaktadır.