Ali Kafkasyalı Türkiye’de doğmuş, orada yetişmiş ve tahsil almış. Zengin öz geçmişi vardır. Bir müddet Fransa’da çalışmıştır. Şimdi Erzurum Atatürk Üniversitesinde profesördür. Bu yakınlarda Ankara’da neşrettiği “Kafkas Koçakları” romanı ise sırf Azerbaycan edebiyatının bir gerçeğidir. Ali Bey’in atası, aynı zamanda romanın esas kahramanı Aloy Hacı, Kazak şehrinin İkinci Şıhlı kentindendir. 1921 yılında Sovyet hükûmetinden kaçmış, ömrünün sonuna kadar hükûmete tabi olmayıp onunla aynı talihi paylaşan “Kaçak Destesi” ile beraber Türkiye’ye geçip merkezden uzak Kars ilinde yerleşmiş, aile kurup oğul uşak sahibi olmuştur. Ali Bey’in belgesel roman olarak takdim ettiği Kafkas Koçakları, müellifin babasından defalarca dinlediği, gözünü dünyaya açtıktan itibaren hafızasına aldığı hayat hikâyeleri üzerine kuruludur. Olağanüstü bir ömür hikâyesi olan romanda tasvir edilen yerlerin bazılarını Ali Bey, yalnız 1987 yılında “Perestroyka” zamanı Azerbaycan’a geldiğinde görebilmiştir. O zamana kadar babasının hayat hikâyesinde geçen insanların kimliklerini, karakterlerini, orada tasvir olunan yerleri kendi tahminleri ile tasavvurunda yaratmış, kendi hafıza hikâyesini oluşturmuş ve bu romanın kuruluşunda dikkati celbeden esas keyfiyet de hafızasının hikâyesi olmuştur. Çocukluktan bazı epizotlarını aynen bazılarını ise farklı şekilde duyduğum bu hikâye bana yabancı değildir. Sovyet hâkimiyeti kurulduğunda Aloy Hacı ile beraber silaha sarılıp terkivatan olanlardan ikisi, Aslan Gülalioğlu ile Emrah Gülalıoğlu benim akrabalarımdır. Aslan, ata nenemin dayısı, Emrah ise amcası oğludur. Bu akrabalık sonradan babamın ata neslinin başına bela getirmiş, dağda “kaçaklara ekmek verdiği için” adını bana verdikleri Meti dedem ömür boyu gider gelmeze (Sibirya) gönderilmiş, ailesinin ise “sesi kesilerek” bütün vatandaşlık hukukundan mahrum edilmiştir.
Aslan ve Emrah Gülalioğullarının eserin başkahramanı Aloy Hacı’nın silah arkadaşları olarak takdim edildiği roman sadece bir ailenin, bir grup insanın tarihine değil halkımızın tarihinin çok mühim taraflarına ayna tutan ciddi edebiyat hadisesidir. Romanı hadiseye çeviren başlıca keyfiyet ise eserin yazılış üslubu, oradaki insanların ve hadiselerin takdim tarzıdır. “Kafkas Koçakları” ananevi yazılı edebiyat tekniğinden ziyade söyleme, hikâye etme tekniğini esas alır ve kadim âşıkların günlerce süren “halk hikâyesi” gibi okuyucunun dikkatini sonuna kadar kendi arkasınca sürükler. Metinden uzaklaşmaya izin vermez. Çünkü romanın tesir gücü sadece bir insanın başından geçen maceralarla sınırlanmamıştır. Müellif bizi sanki at üzerinde bahsi geçen hadiselerin bağlı olduğu tarihî dönemin içerisinden geçirmektedir. Romanda Şerif Şikeste’nin yük treniyle sürgüne gönderilmesinin veya Binbaşı Kahraman Paşazâde’nin Tiflis’ten kaçırılmasının dedektif yöntemlerle kaleme alınmış olması da şifahî anlatım estetiği ile uyum göstermekte genel yapıyla bütünlük teşkil etmektedir.
Aslında edebiyatımızda 1920-30’lu yılları ihata eden dramatik dönem hakkında pek çok eser yazılmıştır. Bunlar arasında Samet Vurgun’un “Komsomol Poeması”, İsmail Şıhlı’nın “Ölen Dünyam”, Ferman Kerimzâde’nin “Karlı Aşırım” gibi edebiyatımızın klasikleri arasına girmiş ilgi çekici örnekler de vardır. Tabii ki “Kafkas Koçakları” romanında tarihî sürece bakış hayli farklıdır.
Şu da ilgi çekicidir ki, Azerbaycan romanlarında ülkemizin Gürcistan ve Ermenistan sınırında yer alan İkinci Şıhlı kentinin kendine mahsus yeri ve önemi vardır. Kentin tarihini, romana ilk defa Mehti Hüseyin yansıtmıştır. Bu kentte doğan Mehti Hüseyin’in 1933 yılında kaleme aldığı “Daşgın” romanında Azerbaycan’ı ve Borçalı’yı bürüyen vatandaş muharebesinin kanlı bölgelerinden biri olarak İkinci Şıhlı seçilmiştir. Edibin bir müddet sonra 1937 yılında yayımladığı kolhozların kuruluşunu anlatan “Terlan” romanında da mekân İkinci Şıhlı kentidir. Burada şunu da ifade edeyim ki bu eserde de Gülalıoğlu karakteri var: Kolhoz sistemine inanmayan, bu kuruluşlara zarar veren, düşman sınıfın (!) değirmenine su taşıyan bir karakter olarak yer almaktadır. İsmail Şıhlı’nın 1960 yılından önce neşrettirdiği “Deli Kür” romanında bu kent Göytepe adıyla beylik, ağalık, soyluluk zamanının ve ahlakının “kırılma noktası” olarak gösterilmektedir. İsmail Şıhlı’nın ömrünün sonunda kaleme aldığı “Ölen Dünyam”ın mekânı da İkinci Şıhlı’dır… Bunlar bence tesadüfi değildir. Ülkenin batı kapısı olan İkinci Şıhlı kenti, daha 19. asırda Rusya İmparatorluğu için Kafkasya’da Hristiyan dünyası ile Müslüman dünyası arasında geçit idi. Azerbaycan bağımsızlığını kazandığı ilk yıllarda Gürcü Menşeviklerinin toprak iddialarının, talancı hücumlarının hedeflerinden biri sınırdaki Şıhlı kenti olmuştur. 1918 yılında yeni kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti’ne yardıma gelen Türk-İslam ordusu, ülkemizi işgalden kurtarma harekâtına bu kentten başlamıştır. Nihayet 1921 yılının Şubat ayında Bolşevikler Gürcistan üzerine İkinci Şıhlı kentinden hücuma geçmişlerdir. Bütün bunlar yüzyıllar boyunca kendi sosyal normları ve kendi kudreti ile varlığını devam ettiren kentin akışını değiştirmiş, hatta kelimenin tam anlamıyla “taşırmış” tarihin gidişini yerinden oynatmış, bu küçük yerleşim yeri devrin hafızasında birikmiş enerjiye dönüşmüştür.