LORDSALİSBURY'NİN OSMANLI İMPARATORLUĞU’NU
TAKSİMPLANI*
Prof.Dr. BEKİR SITKI BAYKAL
26 Temmuz 1895 de Rosebery'nin yerine iktidar mevkiine geçen İngiliz Başvekili ve Hariciye Nazırı Lord Salisbury, 15 Ağustos 1895 günü Lordlar Kamarasında söylediği bir nutukta Osmanlı İmparatorluğu’nun durumuna temas ederek hükûmetinin Türkiye'ye karşı eski kabinenin siyasetini takip etmekte devam edeceğini; Rus ve Fransız hükûmetlerinden bu hususta azamî anlayış zihniyeti ve müzaharet görülmekte olduğunu ve bunların sonuna kadar iş birliği yapmak isteğinde oldukları hakkında teminat aldığını belirttikten sonra şu dikkate değer düşüncelerini açığa vurmuştur:
“Bütün bunlara rağmen Osmanlı hükûmetinden istenen reformların tatbik edileceğine dair henüz bir garanti elde edilememiştir. Padişahın takip ettiği yolun bizce ne tutulur ve ne de makul tarafı vardır. Bu yol, tehir etmek ve özür dilemek yoludur. Böylece. II. Abdülhamid meseleyi daima sürüncemede bırakıyorsa bunun sebebi, Türk hükûmetinin hareket hattına esas edindiği yanlış bir kanaattir:Anlaşıldığına göre Babiâli’nin tek ve biricik endişesi, sırf görünüşten ibaret olan memleket istiklâlini tehlikeye düşürecek bir harekete sürüklenmiş olmaktır. Bu asîl bir duygudur ve hepimiz buna iştirak edebilirdik. Ancak,Avrupa devletleri hukukuna kaydedilmiş, Paris ve Berlin Muahedeleri ile teminat altına alınmış olmasına rağmen Türkiye'nin istiklâli, tamamiyle hususîmahiyette bir istiklâldir. Bu öyle bir istiklâldir ki, öteki devletlerin buna dokunmalarına ve bunu muhafaza etmeleri hususunda uyuşmaları esasına dayanır.İtiraf edeyim, şimdiki durumun daha ne kadar devam edebileceği hakkında bugün beslediğim şüphe, yirmi yıl öncekinden daha fazladır. Eğer nesiller boyunca hiç kesilmeden Osmanlı Devleti’nin başka başka yerlerinde feryad ve figânlar yükselirse, kanaatıma göre Padişah şunu muhakkak sayabilir ki Avrupa,Babiâli’nin kendisinden istediği yardım dileklerinden er geç bezecek ve Türk devletine verilen sunî kuvvetin foyası açığa çıkacaktır. Hareket hattının son derece tehlikeli olduğunu Türk hükûmetine izah etmeğe ciddî olarak gayret sarfettim. Fakat bir yandan da bu vesile ile Osmanlı İmparatorluğu’nun ayakta durmasını hepsinden fazla İngiliz hükûmetinin arzu etmekte olduğunu izah etmeğe çalıştım.”[1]
LordSalisbury'yi Osmanlı Devleti hakkında beslediği kötü fikirleri açıklayan ve bütün dünyaca hayret ve heyecanla karşılanan bu nutkunu söylemeğe sevk eden amil, o esnada Osmanlı Devleti’nin başına musallat kesilen gaileler bunların içinde bilhassa Ermeni meselesi idi; 1890 yıllarında büsbütün alevlenen Ermeni meselesi, Türkiye için o anda çıkmış yeni bir gaile değildi. Osmanlı Devleti’nin bütün Hristiyan tebaaları gibi Ermeniler de XIX. yüzyılda imparatorluğun gövdesinden ayrılarak müstakil bir devlet teşkil etmek sevdasına düşmüşlerdi.
Daha1860 tarihinde Ermeniler kendilerine hususi ve muhtar bir varlık sağlamak için Babiâli nezdinde teşebbüste bulunmuşlar ve 1863’te bunu elde etmeye muvaffak da olmuşlardı. Böylece Katholikos denen dinî reisin yanında Ermenilerin 400 azadan ibaret bir millî meclisi teşkil olundu, bu meclisin seçtiği iki idari komite,Katholikos'un yanına verildi.[2]
Bundan sonraki yıllarda Ermeniler, 'tamamıyla muhtar bir idare elde etmek için hiç durmadan çalışmışlardır. Hatta 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nde Ruslar lehinde gösteriler yapmağa cesaret edecek kadar ileri gitmişler ve bu yüzden Müslüman halkın nefret ve düşmanlıklarını kazanarak bazı uygunsuz hadiselerin çıkmasına sebebiyet vermişlerdi. Esasen Ermeniler ne istediklerini hakkıyla bilir vaziyette de değillerdi. Müstakil bir Ermenistan kurulmasını istedikleri topraklarda bile ahalinin çoğunu Müslüman ve Türk unsurları teşkil etmekte idi.[3]
Berlin Muahedesi’nden sonra Ermenilerin en çok oturdukları ve müstakil bir Ermenistan kurmak hülyasını besledikleri topraklar, Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve İran devletlerinin elinde bulunmakta idi. Bütün bu yerlerdeki Ermenilerin sayısı iki milyondan da azdı. Bunun da bir milyondan fazlası Rusya’da, aşağı yukarı 800.000 kadarı, 160.000’i İstanbul’da olmak üzere, Osmanlı Devleti içinde ve100.000 kadarı İran’da oturuyorlardı.[4]
Osmanlısınırları içinde oturan Ermeniler, bütün memlekete serpilmiş olup hiçbir yerde ahalinin çoğunluğunu teşkil etmiyorlardı. Bu nokta çok önemli ve üzerinde durulacak bir hakikattir, çünkü Ermenistan diye hayallerde görünen bir devletin nerede kurulabileceğini kimse kestiremiyor. Hatta Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayıp mirasından arslan payını almaktan ibaret olan Çarlık Rusya’sı siyasetinin en sadık hizmetkârlarından biri olduğuna asla şüphe götürmeyen Rus devlet adamı Prens Lobanof bile gerçi Ermenileri tanıdığını fakat Ermenistan diye bir şey tanımadığını söylüyordu.[5]
1878 Berlin Muahedesi’nin 61. maddesiyle Osmanlı hükûmeti, memleket içinde yaşamakta olan Ermenilerin durumlarını düzeltmek için birtakım ıslahat yapmak mükellefiyetini üzerine almıştı. Babiâli ise bu işi o kadar ciddi tutmadığından, sonraki yıllarda Ermeniler daha büyük bir sabırsızlık ve gayretle istiklal sevdalarının arkasından koşmağa başladılar. 1880 yıllarının sonlarına doğru Avrupa'da ve hususi olarak İngiltere'de millî Ermeni teşekküllerinin vücuda getirildiğini görüyoruz. Bunlar neşriyat ve propaganda yolu ile Avrupalıları kendi davaları için kazanmağa uğraşmakta, Avrupalıların dikkat nazarlarını kendi üzerlerine çekmek ve merhamet duygularını tahrik için her fırsattan faydalanmaktadırlar. Bütün Avrupa devletleri arasında Ermeni davasını en ziyade benimsemiş olan devlet İngiltere olmuştur. Bunun sebeplerini toplamak mümkündür:
1-Siyasi hâkimiyet gayreti. İngiltere'nin Hindistan'a giden en kısa yolu elinde tutmak, öteden beri siyasetinin esas hedeflerinden biri olarak saymakta olduğunu biliyoruz. Bu maksatla İngiltere, Mısır'a yerleşmek için uygun birfırsat kollamakta idi. Birkaç yıl önce bu emeline nail olduktan sonra İngilizler, Mısır meselesini kurcalayıp bu memleketin mukavele gereğince tayin olunan zamanda Britanyalılar tarafından boşaltılmasını istemesi için, Padişahı daimî bir baskı altında tutmak seçtiler. İşte Berlin Muahedesi’yle kararlaştırılan Ermeni ıslahatı meselesi bu. Daimî baskı için güzel bir vesile teşkil ediyordu.
2-İkinci sebebi, medeni ve insani gayret diye vasıflandırmak mümkündür. İngiliz liberalleri, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hristiyanlara eskiden beri sempati göstermekten geri durmamışlardı. Vadedilen reformları tatbik etmek işinde Babiâli çekingen davranınca İngiliz hükûmeti, Berlin Muahedesi’ni ileri sürerek birçok defalar Osmanlı hükûmeti nezdinde Ermeniler lehinde teşebbüslerde bulunmuştu; 1881 Temmuz’unda, aynı yılın sonbaharında, 1883 Mayıs’ında ve 1886 Ağustos’unda.[6]Fakat bütün bu baskılar sonucunda İngiltere, Ermenileri hiç olmazsa şimdilik memnun edebilecek bir şey bile elde etmeğe muvaffak olamamıştı. Bunun üzerine daha önce yalnız doğu vilayetlerimizde karışıklıklar çıkarmış olan Ermeniler,27 Temmuz 1890 tarihinde bizzat devlet merkezinde, yani İstanbul'da ayaklanmağa yeltendiler. Bu ayaklanmanın Londra'daki komite tarafından tertip edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.[7]Bu olay üzerine yalnız İngiltere değil, Avrupa’nın başka devletlerinin demüdahalesine yol açtı. İşte müteakip yıllarda sık sık tekrarlanan[8]bu gibi Ermeni ayaklanmalarında[9]Avrupa devletlerinin müşterek olarak ve bunlar içinde bilhassa İngiltere,Fransa ve Rusya'nın el birliği ederek Babiâli’ye karşı cephe aldıklarını görüyoruz. Bu devletlerin müdahaleleri, her zaman sırf Ermeniler lehinde girişilen hareketler şeklinde tecelli etmiyor, tersine olarak kendi hususî emelleri de bunlara karışıyordu.
Ermeni meselesi yüzünden Türkiye’de birbirinin karşısına çıkan devletler, esas itibarıyla İngiltere ve Rusya olmuşlardır. İngiltere’nin Ermeni meselesi karşısındaki durumu her zaman aynı olmayıp iktidar mevki indeki kabine liberal veya muhafazakâr olduğuna göre ayrı ayrı olmuştur. Liberal kabine Ermeni meselesinde Babiâli’ye baskı yaparken daha ziyade insani amillerin etkisi altındadır. Buna karşılık muhafazakâr kabine, prensipleriyle ilgili sebepler yüzünden Osmanlı Devleti’nin iç işlerine o kadar çok karışmak taraftan olmamakla beraber iktidar mevkiinde tutunabilmek için bu gibi müdahalelere başvurmaya bir bakımdan mecbur kalmaktadır. Çünkü Türkiye'deki Türklerden daha çok Hristiyanlara sempati besleyen İngiliz liberalleri, Osmanlı İmparatorluğu içinde vukua gelmekte olan kanlı hadiselere karşı hiçbir tedbir almak isteğinde olmadığını ileri sürerek muhafazakâr kabinenin aleyhinde efkârı umumiyeyi kışkırtmak, böylece gayet uygun vesileler buluyorlardı. İhtilalci Ermenilerin en kuvvetli dayanağı, Türk düşmanlığı ile ün almış Glâdstone idi.[10]1892 Ağustos’unda hükûmetin başına geçinceye kadar bu devlet adamı, LordSalisbury'nin ikinci kabinesine karşı liberal muhalefetin lideri olarak başında bulunuyordu. Gladştone'nun Ermeni meselesi dolayısıyla İngiltere'de gösterdiği faaliyetin birinci derecede sebebi, iç siyaset bakımından olup Türk dostusayılan Lord Salisbury kabinesine güçlükler çıkartmaktan ibarettir.[11]
Ermeni meselesinde Osmanlı Devleti işlerine müdahalelerinde İngiltere ve Rusya başka amaçlar gütmekte idiler. Gerçi, İngiltere ile Fransa ve Rusya arasında Ermeniler için Babiâli’den müşterek olarak ıslahat isteğinde bulunmak hususunda bir anlaşmaya yarılmıştı ki buna 1894 tarihli (Ermeni Üçler İtilâfı) adı verilmektedir. Fakat İngiliz ve Rus menfaatleri birbirine aykırı düştüğünden bu anlaşma hiçbir zaman fazla bir iş birliği alanına dökülememiştir. İngiltere evvela “muhtar (özerk) bir Ermeni prensliği” vücuda getirmek ister gibi görünmektedir. Hatta 1893 İlkteşrin (Ekim) başında İstanbul’daki İngiliz SefiriSir Clare Ford, Ermenilere bir “administration autonome” verilmesini II.Abdülhâmid'e tavsiye etti.[12]Şüphesiz Padişah, böyle bir teklifi bütün memleket içine serpilmiş bir vaziyette yaşamakta olan Ermeniler için bunun mümkün olamayacağını ve Osmanlı Devleti’nin temelini baltalamak demek olacağını ileri sürerek, katiyyetlereddetti. Buna karşılık muhtar bir Ermenistan'ın yaratılması Rusya tarafından asla istenmiyordu. Çünkü:
1- Çar hükûmeti, böyle bir prensliği Osmanlı-Rus sınırında meydana getirilmiş ikinci bir Bulgaristan olarak sayıyor ve bunun Rus genişlemesine ciddi bir engel olacağında endişe duyuyordu.[13]
2-Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin böyle bir istiklale kavuşmaları,Rusya’daki Ermenilerin de ayni misali takip etmek hevesine düşürebileceğinden Ruslar kuşkulanmakta idiler.
3- İç siyaset bakımından ağır bir yük olan Ermeni meselesinin halledilmesi neticesi Osmanlı Devleti’nin mevkii kuvvetlenebilirdi. Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin kuvvetlenmesi Çar Devleti’nin ananevi siyasetine aykırı idi. Bu sebepten Rusya,İngiltere’nin Ermeniler lehine ıslahat isteklerine Babıâli nezdinde sadece görünüşte müzaheret gösteriyordu.
Hakikatte ise Osmanlı hükûmetine gizli olarak Ermeni Üçler İtilafı’na karşı inatla mukavemet etmeyi tavsiye ediyordu. İşte Babiâli’nin bu meselede gösterdiği ısrarı, esas itibarıyla Rusya'nın takındığı bu tavırla izah edeceğiz. Bu suretle Rusya, Ermeniler lehinde en fazla gayret gösteren İngilizlerin Türkiye'de nüfuzlarının artmasına, engel olmuş oluyordu. Bu ise Osmanlı mirasının sonradan yapılacak bir paylaşmasında kendi lehinde kaydedilecek biriş olacaktı, aynı zamanda Rusya, tuttuğu siyasetle Osmanlı İmparatorluğu içinde karışıklıkların hiçbir zaman sona ermemesini de elde etmiş olacaktı. Türkiye'ye karşı açıktan açığa kuvvet kullanmaktansa onu böylece içinden ve kendiliğinden yıkmağı tercih ediyordu. Bu sebepten Rusya, İstanbul’daki İngiliz sefirinin bütün isteklerine rağmen Babiâli’ye karşı zora başvurmayı, Padişahın otoritesini muhafaza etmek zaruri olduğunu ileri sürerek, kesin olarak reddediyordu.[14]
Haklı olarak Rusya, Abdülhamid'in şahsında memleketini en kolay, en çabuk bir şekilde uçuruma sürükleyecek bir hükümdar görüyordu. 1890 yıllarının ortaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimi için Rusya bakımından hiç de uygun bir zaman değildi.Çünkü bu yıllarda Rusya Uzak Doğu’da daha başka işlerle uğraşmak zorunda idi.Çar Devleti’nin bu zamanlarda herhangi bir mesele bahis mevzuu olduğunda daima Osmanlı İmparatorluğu’nu olduğu şekilde muhafaza etmeğe çalışmasının asıl sebebini bunda aramak lâzımdır.
İngiliz siyasetinden muhtar bir Ermenistan kurulması arzusu açıktan açığa anlaşılmaktadır. Bunun sebepleri şunlardır:
1-Müstakil (bağımsız) veya muhtar (özerk) bir Ermenistan, Rusya'nın Akdeniz’e doğru ilerlemesine bir set teşkil edecektir. Bu sayede İngiltere, dünya hâkimiyeti için bir endişesinden kurtulmuş olacaktı.
2-İngiltere Ermeni meselesini kesin olarak halletmek isteğindedir.
Bu takdirde Rus emellerine aykırı olarak Osmanlı İmparatorluğu içinde nihayet bir sükûn ve asayiş kurulmuş olacaktır ve bunun için muhtar bir Ermenistan’ın yaratılmasını en iyi bir çıkar yol olarak telakki etmektedir. Sonradan bunun mümkün olmadığını görünce İngiltere, hiç olmazsa Berlin Muahedesi’yle vadolunan ıslahatın tatbik mevkiine konulması için şiddetle faaliyete geçiyor ve bu amacı elde etmek için tekrar tekrar bir filo harekete geçirmekten kaçınmıyor: Haziran1895, İkinci teşrin (Kasım) 1895.
Fransa’ya gelince, bu meselede Paris hükûmeti tamamıyla Rusya ile iş birliği hâlindedir.
Babiâli,Avrupa devletlerinin ıslahat isteklerine karşı, bunlar arasında anlaşmazlıktan faydalanarak, son derece bir ısrarla mukavemet etmekte ve asla tavizlerde bulunmak temayülünü göstermemektedir. En sonunda büyük devletler tam bir işbirliği hâlinde müttehit bir cephe ile hareket edecekler gibi göründükleri zaman II. Abdülhamid, dost hükûmetlerden, bilhassa Alman imparatorundan Londra'da kendi lehinde tavassutta bulunmasını rica ediyor.[15]
Babiâli’den tatbik edilmesi istenilen reformları esas itibarıyla şu üç noktada toplamak mümkündür:
1-İstanbul’da oturacak ve azasının yarısı Müslüman ve yarısı Hristiyanlardan teşekkül edecek daimî bir kontrol komisyonunun kurulması. Bu komisyonun ödevi,Ermeniler hakkında tatbik olunacak ıslahata nezaret etmek olacaktı.
2-Nahiye müdürlerinin seçimi, nahiye meclisleri tarafından yapılacak. Nahiye müdürlerini şimdiye kadar olduğu gibi devlet tayin etmeyecek.
3-Hristiyanlar subay olarak jandarma sınıfında hizmet görebilecektir.[16]
Bu üç noktanın kabulü üzerinde devletler ısrarla durmuşlardır. Uzun mukayeseden sonra Babiâli ancak büsbütün yalnız kaldığını görünce bu istekleri kabul etmek zorunda kalıyor.[17]
Böylece İstanbul'da 17 İlkteşrin (Ekim) 1895’te üç sefir ve Osmanlı hükûmeti tarafından kararlaştırılan bir anlaşma yapıldı. Ve 20 İlk teşrinde buna dair bir irade çıkarıldı.[18]
Fakat zorla kabul ettirilen bu reformlardan sonra da memlekette Ermeni gailesi dinmedi. Ertesi yıllarda gene birçok kanlı hadiseler çıktı. 1896 Ağustos sonunda İstanbul'da ayaklanan Ermenilerin şiddetle bastırılması, aylarca Avrupa basınına konu teşkil etti.[19]
Bütünbu olaylar o kadar vahim karışıklıklara sebep oldu ki, Avrupa devletlerinin sefirleri, kendilerini ve tabalarını muhafaza etmek maksadıyla emniyeti sağlamayacaklarına kani olarak ikinci bir harp gemisi göndermek için hükûmetlerine başvurdular. Uzun müzakereden sonra devletler, sefirlerinin istedikleri ikinci harp gemilerini göndermek için aralarında bir anlaşmaya vardılar.[20]
Görülüyorki Osmanlı İmparatorluğu müthiş bir karışıklık içinde yüzmekte ve devletin mevcudiyeti gerçekten tehlikeye girmiş bulunmaktadır.
Bu Ermeni meselesi devletin başında biricik gaile olmayıp aynı zamanda Girit meselesi de en had safhasına girmiş bulunmaktadır. Her isyan çıkınca Padişah,kararlaştırılan reformların enerjik bir şekilde tatbik olunacağını vadederek buhranı geçiştirmeye çalışmaktadır. Fakat ciddi surette tatbik olunca da bu ıslahat, memleketi nihaî bir sükûna kavuşturacak mahiyette değildir. Böylece Abdülhamid, kendi memleketinde nüfuzunu ve otoritesini duyurmaktan âciz kalmış gibi bir durum ortaya çıkmış bulunmaktadır. Her iki tarafa mensup bazı muhitlerce Padişahın tahtından indirilmesi bile mülâhaza edilmektedir.[21]Fakat Padişah haledilse bile bunun, memleketin kurtuluşu için kati ve nihai bir tedbir olabileceği pek şüphelidir. Şu hâlde, Osmanlı Devleti’nin inkıraz(çökme) günü gelmiş miydi? Artık imparatorluğun dağılması bu anda mukadder miydi?
İşte1895 Temmuz’u sonunda İngiliz Başvekili Lord Salisbury, Almanya'nın Londra Büyükelçisi von Hatzfeldt'e tamamıyla mahrem olarak “Türkiye'yi taksim planını” açtığı zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun çökme saatinin gerçekten pek yakın olduğu[22]İngiliz Kraliçesi tarafından Alman İmparatoru II. Wilhelm şerefine 5 Ağustos1895’te Cowes'de verilen büyük bir ziyafetten sonra Lord Salisbury, Türkiye'nin taksimi meselesini tekrar bahis mevzuu etti. Osmanlı İmparatorluğu’nu taksim,etmenin harpsiz mümkün olamayacağını iyi bilen Alman diplomatları, Kayser Wilhelm'i bu İngiliz planından haberdar etmişler, böyle bir işe girişmenin doğurabileceği büyük tehlikelere işaret ederek herhangi bir şekilde İngilizlere karşı bu planı kabul eder gibi görünmemeği ve asla razı olmamağı hükümdara tavsiye etmişlerdi. Kayser Wilhelm bu zihniyetle hareket ederek verdiği cevapta Başvekil Lord Salisbury'nin, Türkiye'nin artık yaşama kabiliyeti olmadığı fikrine iştirak etmedi ve yapılacak ciddi Islahat ile Osmanlı İmparatorluğu’nu kuvvetlendirmenin mümkün olduğu kanaatinde bulunduğunu anlattı. Dostça tavsiyelerle Padişah Abdülhamid'i fena memurların azline ve itimada değerkuvvetli şahsiyetleri onların yerine getirmeğe ikna etmek lazım geldiğini ileri sürdü.[23]
Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimi planı üzerinde yapılan görüşmelerin önemi hakkında bizim bildiğimize göre en son olarak[24]Friedrich Meinicke ve Hugo Preller tarafından incelemeler yapılmıştır.
Meinicke'ye göre Kayser ve Holstein, Salisbury'nin Osmanlı İmparatorluğu’nu taksim planının tatbik mevkiine konmasına engel olmuşlar ve böylece İngiliz, Alman ittifakının gerçekleşmesi için büyük bir fırsat kaçırmışlardır (s. 49). Buna mukabil şimdiye kadar yayımlanmış olan vesikalara dayanarak Hugo Preller, Salisbury'nin aslında “Türkiye'yi taksim planı” diye bir plan mevcut olmadığını büyük bir ihtimal olarak ileri sürmektedir (s. 85 vd).
Hattâ,Preller'e göre, Türkiye'nin taksimi Lord Salisbury'nin işine gelmiyordu. Ancak İngiliz Başvekili Osmanlı İmparatorluğu’nun daha fazla yaşamakta devam edebileceğine inanmıyor ve şimdi Ermeni meselesinden çıkan buhran halledilebilse bile günün birinde bu devletin taksimi zaruri olacağına kani bulunuyordu. “Fakat bir defa çökerse bir harpten kaçınılmasına imkân yoktur.”diyordu.
Bu fikirlerden sonra Preller, mademki İngiliz Başvekili Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimini istemiyordu, şu hâlde neden dolayı hemen hemen bütün büyük devletlerle Türkiye'yi tasfiye etmek için temaslara girişmiştir? Sorusuna cevap vermektedir: Kraliçe onu tekrar hükûmetin başına getirdiği zaman bu temasları yaparak taksim fikrinin tatbik kabiliyetini ve şümulünü incelemek başvekilin krallığa ve parlamentoya karşı mesuliyet esasına dayanan bir vazifesi idi. Bu inceleme ödevini yapmıştır ve bunu büyük bir teenni ile yapmış olduğundan dolayı İngiltere ona borçlu olmalıdır.[25]
Preller sözüne devam ederek: “İngiliz Başvekilinin Osmanlı mirası için çıkacak bir harbi göz önünde tutmağa ve bu ihtimal gerçekleştiği takdirde diğer devletlerin takınacakları vaziyet hakkında sarih bir fikre sahip bulunmağa mecburdu.”diyor.
Lord Salisbury'nin gerçekten bir taksim planı yapmış olup olmaması meselesi ve diğer hükûmetler nezdinde bu davayı mahrem olarak ortaya atıp görüşmekten asılmaksadının ne olduğu, ancak başvekilin bütün resmî vesikaları bilimsel incelemelere açıldıktan sonra hakkı ile anlaşılabilecektir.
Demek oluyor ki, Hugo Praller, Lord Salisbury tarafından yapılan bu teşebbüslerin sadece bir yoklamadan ve öteki büyük devletlerin Türkiye'nin taksimini düşünüp düşünmediklerini tespit etmekten ibaret olduğu iddiasındadır. Vaktaki o, bu yoklamalardan menfi netice almıştır, taksim planını da bir tarafa atmıştır.Fakat biz İngiliz başvekilinin Osmanlı İmparatorluğu’nu taksim planını ortaya atmakla bundan başka bir gaye daha güttüğünü sezmekteyiz:
Biliyoruzki “İngiliz hükûmeti” öteden beri Ermeni ıslahatı meselesi ile ilgilenmiş ve denebilir ki, bu reformların tatbik edilmesi İçin angaje olmuştu. Hâlbuki şimdiye kadarki tecrübeler, bu reformları kabul etmek hususunda II.Abdülhamid'in çok menfi davrandığını ve ıslahat tatbik edilmesinde kendisi için hiçbir menfaat görmeyen Rusya'nın Padişahı mukavemet etmeğe teşvik ettiğini göstermişti. Sonra konservatif Salisbury kabinesinin, bilhassa Ermeni meselesini iç siyaset için kuvvetli bir silâh olarak elde tutan liberal muhalefetle mütemadiyen mücadele etmek zorunda olduğunu daima göz önünde tutmamız icap eder. Ermeni meselelerinde bir başarı kazancı elinde olduğu hâldebu liberallerin karşısına çıkmak, Lord Salisbury için gayet önemli bir iş idi.Fakat bu başarı, Padişahın inatçı mukavemeti ve Rusya'nın takındığı vaziyet neticesi olarak o ana kadar sağlanamamıştı. Şimdi ise belki de İngiliz Başvekili, taksim planını ortaya atmakla öbür devletler üzerine kuvvetli bir baskı yapmak gayesini güdüyordu. İngiltere'nin diğer devletlerle Osmanlı mirası üzerinde müzakerelerde bulunduğunu görünce Rusya, bundan kuşkulanarak ihtimalki Padişahı mukavemete teşvik etmekten vazgeçecek ve reformların tatbikini ciddi olarak ele alacaktı.
Aynı plan, Alman hükûmeti üzerinde de aynı etkiyi yapacaktı. Salisbury'nin yukarıda bahsi geçen 15 Ağustos tarihli nutku[26]aynı zamanda uysallığa sevk etmek amacı ile söylenmiş açık bir tehditten başka bir şey değildir.[27]
Muhakkakki, İngiliz Başvekili, Osmanlı İmparatorluğu’nun taksim edilişini, fırsat kaçırmak endişesiyle kıvranan Rusya'dan başka Almanya’nın da istemediğini gayetiyi biliyordu. Osmanlı İmparatorluğu memleketlerinde giriştiği iktisadi teşebbüsler dolayısıyla Almanya, bu imparatorluğun dağılmadan bir idare altında tutulmasıyla kendi menfaatinin en iyi bir şekilde korunmuş olacağına kanidir.
Lord Salisbury'nin diğer devletleri Babıâli nezdinde daha şiddetli bir surette Ermeni ıslahatı lehinde hareket etmek maksadında muvaffak olup olmadığı veya nederecede muvaffak olduğu keyfiyeti ayrıca incelenmeye muhtaç bir mesele olup,bunun burada yapılması mümkün değildir.
Fakat şu noktaya işaret etmek gerektir ki, Salisbury yukarıda bahsi geçen 20 İlkteşrin (Ekim) 1895 tarihli irade ile Ermeni ıslahatını Osmanlı hükûmetine kabul ettirmek gibi cüzî bir muvaffakiyet kazandıktan sonra, “taksim planını”artık bir daha ağza almamıştır ki, bu da biraz önce söylediğimiz tahmini kuvvetlendirmektedir.[28]
Eğer Hugo Preller, bundan Salisbury'nin Osmanlı İmparatorluğu taksim planı diye birşeyin mevcut olmadığının çıkarılabileceği kanaatinde ise, kabul olunabilir ki;başvekil böyle bir plan üzerinde diğer devletlerle müzakerelere girişmekle ortalığı velveleye vererek büyük devletleri İstanbul'da enerjik bir harekete sürüklemek ve Padişahı boyun eğmeğe mecbur etmek istemiştir.
Yukarıdada işaret etmiş olduğumuz gibi Lord Salisbury'nin böyle bir plan mevcut olupolmadığı veya bunu ortaya atmakla ne gibi bir gaye güttüğü meselesi, ancak başvekilin resmî evraklarından istifade etmek imkânı hasıl olduğu zaman katî olarak çözülebilecektir.
En ziyade diploması tarihi için mühim olan cihet, böyle bir taksim planının ortaya atılmış ve bunun, şimdiye kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamiyetini(bütünlüğünü) muhafaza etmeyi siyasetinin esaslarından biri sayan İngiltere tarafından yapılmış olmasıdır. Her tarafta büyük bir hayret ve heyecanla karşılanmış olan bu planın diplomasi âleminde yarattığı endişe gerçi çabuk geçmiştir. Fakat İngiliz siyasetine karşı beslenen şüphe bilhassa son yıllarda büsbütün artmıştır. Herkes kendi kendine şu sualleri sormaktadır: Acaba İngiliz siyasetinde bütün cihan tarihini ilgilendirecek derecede esaslı bir dönüm noktası mı bahis mevzuudur? Şark meselesi artık zora başvurmak sureti ile hallolunmaktan başka bir çare kalmamış mıdır? Bunlar, sonraki yıllarda daha fazla artan Ermeni gaileleri ve yine aynı yıllarda daha fazla artan Ermeni gaileleri ve yine aynı yıllarda had bir safhaya girip nihayet Osmanlı-Yunan Harbi'ne müncer (yol açan) olan Girit buhranı esnasında bütün diplomatların kafalarını meşgul eden başlıca meseleler hâlinde yaşamıştır.[29]
* Bu araştırma, AÜDTC Fakültesi Dergisi,F. 8’den alıntılanmıştır.
[1] SchulthessEuropâischer Geschichtskalender, Bd. 36, 1895, s. 243
[2] Jorgo,Geschichte des Osmanischen Reiches, Bd. V, s. 606.
[3] Grosse Politikder Europaischen Kabinette 1870-1914, Bd. 9 s. 202 ( = G. P.)
[4] Hugo Preller,Salisbury und die tfirkisehe Frage im Jahre 1895, s. 26.
[5] Livre Bleu,1896, I. P. 16.: Les Armeniens, en somme, sont rependus dans tous les pay s, ouplutot dans le monde entier; mais il n'existe pas, â vrais dire, un coin queI'on puisse appeler Armenie.
[7] G. P, Bd. IX, s,194, 209, 221.
[8] 1890 yıllarının ortalarında Ermeni karışıklıkları en had safhasına girmiş bulunuyordu.Türkiye'nin birçok yerlerinde kanlı hadiseler vukua gelmiştir.
[9] Çok mudil olanbu karışıklıkların ve bu yüzden çıkan meseleler üzerinde büyük devletlerarasında ve bunlarla Babiâli arasında yapılan müzakerelerin teferruatına girişmek burada mümkün değildir.
[10] G. P, Bd, IX, s.194.
[11] 11 H. Preller:Salisbury und die türkische Frage... s. 26 vs. yine bak: Berlin'deki İngiliz Sefiri Albay Svain'in İlkkânun 1895 de Kaysere söyledikleri s «Der eigentlicheGrund der Armenischen Wirren seî unzweifelhaft die aktion Gladstones unter derAgide Argylls und Westministers gewesen»: G» P, Bd. X. 525' L
[13] G. P, Bd. IX, s.193, 195, 196. . .
[14] G. P, Bd. IX,236, 37..
[15] G. P, Bd. IX. s.199 vd.
[17] G. P. Bd. X s.49 vd.
[18] Staatsarchiv,Bd. 58, s. 164 vd; G. P. Bd. X, s: 187 vd.
[19] G. P, Bd. XII,s. 26.
[21] G. P, Bd. X, s.59 vd. s. 190.
[22] G. P, Bd. X, s.10 vd., 40 vd.
[23] 23 G. P., Bd. X.s. 25 vd. Lord Salisbury ile Kayzer arasında yapılan konuşmanın tam bir metnielimizde bulunmaktadır. Eckardstein'in (Lebenserinnerimgen und politiseheDenfavürdigkeiten, Bd. I, s. 22, ff, II, s. 244, III, s. 12 ff.) de verdiği malûmat. Alman Hariciye Nezareti Vesikalarının (G. P.) yayınlanmasından sonra kıymetini kaybetmiştir.
[24] FriedrichMeinecke: Geschichte des deutsch - englischen Bundesproblems 1890-1901, 1927.Kapitel 3.
[25] Salisbury, HugoPreller und die türkische Frage im Jahre 1895, 1930.
[26] 26 Es war seinein der Verantwortliehkeit vor Krone und Parlament begründete Pflicht, denGedaaken hinsichtlich seiner Dnrchföhrbarkeit und Tragweite zuprfifen, als dieKoniğin ihm die Staatsleitung wieder übertragen hatte. Dieser Pflicht derPrüfung hat er sich unterzogen und Enngland kann ihm danken, dass er mitgrosster Vorsicht dabei verfuhr, Preller, s. 496.
[27] Bak: SchulthessEuropâischer Geschichtskalender, 1895, s. 243, Gooch, s, 238. Önemli parçaları:G. P, Bd. X, s. 32 haşiye.
[29] Bakî HermannOncken, Das Deutsche Reich und die Vorgeschichte des Weltkrieges, 1933, Bd, II,s. 431. Oncken'in burada verdiği önemli kaynak ve kendisinin bu husustakifikri.