TANZİMAT İLE CUMHURİYET ARASI SİYASİ FİKİRLER VE YAHYA KEMAL

11 Nisan 2017 16:15 Faruk SEZGİN
Okunma
5595
TANZİMAT İLE CUMHURİYET ARASI SİYASİ FİKİRLER VE YAHYA KEMAL

TANZİMATİLE CUMHURİYET ARASI SİYASİ FİKİRLER VE YAHYA KEMAL

FarukGEZGİN[i]

Osmanlı Devleti, şeriatı yani Kur’an esaslarını karşısına almayan örfî bir yapıya sahipti. Devletin tepesinde iktidarı sorgulanmayan bir sultan, başbakan yerine bir sadrazam ve hükûmet yerine de bir divan vardı. Özel durumlarda bazı bölgelere kısmî muhtariyet verilse de Osmanlı, üniter yapıya sahipti. Osmanlıda, demokrasilerdeki parti ve sivil toplum kuruluşları yerine, lonca, vakıf, tarikat vb. kuruluşlar vardı.Güçlü insanlar etrafında güç merkezleri söz konusuydu.

Avrupa’daki değişime zamanında ayak uyduramayan Osmanlı, Tanzimat’tan sonra devlet ve toplum hayatında resmen yenileşmeyi başlattı. Devrin bir devlet adamının“Avrupalılaşmazsak Asya’ya dönmek zorunda kalırız.” sözü önemli bir itiraftır.Tanzimat yıllarından 1912 Balkan Savaşı’na kadar, devlete Osmanlıcılık fikri hâkimdir. Sanılanın aksine, Osmanlılık ve Osmanlıcılık, devleti tasfiyehareketi değil, unsurları kaynaştırarak devleti sağlamlaştırmak ve yaşatmak idealinin adıdır. Bu, devlet güçlü olduğu takdirde gerçekleşebilecek bir idealdi. Bir de Osmanlıyı parçalamak hesabındaki İngiltere, Fransa ve Rusya’nın çalışmalarına mâni olmak gerekiyordu ama bunda maalesef başarılı olunamadı.Osmanlı, yenileşme sürecinde rahat bırakılmadı. Mustafa Reşit Paşa, Âli Paşa,Fuat Paşa, Mithat Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal, Osmanlılık siyasetinin değişik yönlerini temsil ediyorlardı. İkinci Abdülhamit devrinde İslamcılık ve en sonra da milliyetçilik-Türkçülük devreye girdi. İslamcılık ve Türkçülük bile, Osmanlılığı yaşatmak uğruna savunuldu.

1860’lar daki Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Osmanlılığın parlamento, meşrutiyet, kanun hâkimiyeti, eşitlik ve hürriyet gibi kavramların uygulanmasıyla gerçekleşeceğine inanan aydın hareketidir. Birçoğu devlet hayatında tecrübeli değildi; aceleciydi. İhtilalle devrilen Abdülaziz’in yerinde görmek istedikleri Şehzade Murat’ın akli dengesinin bozulması karşısında, fazla güvenemedikleri Abdülhamit, meclis ve meşruti idare sözünü verdiğinden tahta çıkarıldı. 93 Harbi (1877-1878) ve Meclisin Türk’ün aleyhine olan yapısının kendisini endişelendirmesi sonucu Abdülhamit, Meclisi geçici olarak kapattı, devleti kontrolüne aldı. Meclis, ancak tekrar 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra açılabilmiştir. Namık Kemal ve neslinin fikirlerinin takipçisi olan ve Jön Türk denilen gençler, Abdülhamit aleyhine başlattıkları faaliyet sonucunda, 1889’da İttihat ve Terakki Cemiyetini kurdular.Bunlar da ağabeyleri gibi, meşruti idarenin kurulmasını; hürriyet, eşitlik,kardeşlik, adalet kavramının yerleştirilmesini ve reformların uygulamaya konulmasını istiyorlardı. Devlet hayatında bunların da tecrübeleri yoktu. İlk nesle göre daha heyecanlıydılar. Normal yollardan gerçekleştiremeyecekleri idealleri için ihtilal yolunu seçtiler. Avrupa ve Mısır’a kaçarak mücadeleyi genişlettiler. Bir kısmı yabancı emellere alet oldu. Makedonya’daki genç subayların devreye girmesiyle mesafe aldılar ve 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’i ilan ettirdiler.

Jön Türkler, mütecanis bir grup sayılamaz. Abdülhamit düşmanlığında birleşen grupta, etnikçilik peşinde koşanlar da vardı. İlk hedefleri Osmanlılığı sağlamaktı. Osmanlıcılık siyaseti güderek Avrupalılaşmak emelindeydiler. İslamcılık ve Türkçülük, bu gayeye hizmet edecek şekilde kullanılmıştır. Bu fikirler, ilk defa 1904’te Mısır’da çıkan Türk gazetesinde tartışılmıştır. Tataristan’dan Yusuf Akçura, Kahire’de Abdülhamit idaresi lehine faaliyetleri Jön Türklerce bilinen ve ilk Jön Türklerden olan Ali Kemal’in kontrolündeki Türk gazetesine “Üç Tarz-ı Siyaset”başlıklı makalesini gönderir. Buna gazete adına isim verilmeden Ali Kemal cevapverir. Tartışmaya Ahmet Ferit (Tek) de katılır.[ii]

Sonradan milliyetçilik-Türkçülük hareketinin önemli isimlerinden biri olarak göreceğimiz, Paris’te Osmanlı müesseseleri üzerine doktora yapan, Türkçüler arasında ekonominin önemini eniyi anlayan, Avrupa’daki fikir hareketlerini ve siyaseti çok iyi kavrayan Akçura, devrin şartları içinde Osmanlılık ve Osmanlıcılık idealinin makul olduğunu kabul eder ama gelişen olaylar sonucu, bunun meyve veremeyeceğini, bu süreç devam ederse, Türklerin kaybedeceğini net bir dille anlatır. Yazar,İslamcılığın Türkçülüğe göre gelecekte başarılı olsa da Avrupalıların Osmanlıyı parçalama siyasetleri sonucu önemini kaybedeceğini ileri sürer. Yaşanılacakacılardan sonra ise, o sırada en zayıf hareket olan milliyetçilik-Türkçülük hareketinin haklılık kazanacağını belirten Akçura, çok geç başlayacak bir milliyetçiliğin ise, devlet ve Türkler için çare olamayacağını yazmıştır. O,daha o sırada bile milliyetçilikte geç kalındığını anlatmak istiyordu.Gerçekten de kısmen İslamcılık ve bilhassa Türkçülük duygusu yerleşmeseydi,Çanakkale’yi ve İstiklal Savaşı’nı kazanamayabilirdik.

Ali Kemal, esaslı görüşleröne süremez; işi polemiğe dökerek devir için Osmanlılık ve Osmanlıcılık siyasetinin uygun olduğunu savunur. Bizde Osmanlılık siyasetinin Avrupalıların emellerine hizmet ettiği şeklinde yanlış bir kanaat vardır. Osmanlı biraz rahat bırakılsaydı, Osmanlıcılık, Batılılaşma ile birlikte meyve verebilirdi.Avrupalıların Osmanlıyı tasfiye planı olan Şark Meselesi, her teşebbüsümüzü sonuçsuz bıraktı.

Akçura, Osmanlının menfaatinin Türkler ve Müslümanlar lehine de olduğunun farkındadır. Ama iç unsurlardan Osmanlılığı menfaatlerine aykırı görenler olduğunu ve İngiltere,Fransa, Rusya’nın da bunu, dünya politikalarına karşı bulduğunu belirtir.Kontrollerinde İslam toplulukları olan Avrupalılar, Panislamizme karşıydı.Pantürkizme en büyük engel ise, Çarlık Rusya’sıydı.

Tanzimat’la birlikte Hristiyan mektep ve kiliselerinin teftişi, mektep açılması, ders kitaplarının seçimi ve basılmasının hükûmetin iznine bağlanması, lise ve yüksek tahsilde bütün vatandaşlar için Türkçenin şart olması, resmî dil olan Türkçenin öğretiminin her öğretim kademesinde mecburi olması, devletin Osmanlılık ve Osmanlıcılık adına, işi hukuki zemine oturtup ciddi tuttuğunu göstermektedir.

Ahmet Ferit, o sırada devletin yaşatılması bakımından Osmanlılık siyasetinden başka çare olmadığı görüşünde olsa da Meşrutiyet’ten sonra Türkçülük safındadır.

1908’de İkinci Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki, hükûmete doğrudan katılmasa da kadrolarıyla devlete hâkim olur. Karşısında önce Ahrar ve 1911’den sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkasıyer alır. İttihat ve Terakki, 1911 ve bilhassa 1912’deki Balkan Savaşı’na kadar Osmanlılık-Osmanlıcılık idealine bağlı kalır. 1909’daki 31 Mart Vak’ası’ndan itibaren Osmanlılık önemini kaybetmeye başlar. Balkan Savaşı’nda Hristiyan azınlıkların Osmanlıya ihaneti, İttihatçıları milliyetçilik-Türkçülük fikrine getirdi. İçlerinde yer alan ve İslamcıların önemli ismi olan Prens Sait Halim Paşa, Birinci Dünya Savaşı başlangıcında sadrazamdır. Meşrutiyet’ten sonra Osmanlıcılık, bir sistem olarak savunulamadı, daha çok pratik gayeye hizmet etti. Osmanlıcı sayılan birçok aydın, kısa süre sonra Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılıkta karar kıldı.

Meşrutiyet’in ilk zamanında Osmanlıcılığı fikrî sistem olarak “teşebbüs-i şahsî ve adem-i merkeziyet”nazariyesiyle Prens Sabahattin savundu.[iii]Prens, İngiliz ve Fransız eğitim sisteminin hayranıydı. İnsanı güçlendiren“teşebbüs-i şahsî”, devir için hakikaten çok önemliydi. Fert, güçlü kılınmalıydı. Özel teşebbüs kuvvetlendirilmeliydi. Sabahattin Bey, liberalizmi açıkça savunmuş oluyordu. Fakat devlet teşkilatı için teklif ettiği “adem-i merkeziyet”yani vali ataması dışında, taşraya her yetkinin verilmek istenmesi çok tehlikeliydi. Düşününüz, taşraya tanınacak muhtariyet Anayasa’ya da girseydi,devletin tasfiyesinin yaşandığı Birinci Dünya Savaşı sonunda bu durum, hukuki olarak aleyhimize kullanılabilirdi; dünya kamuoyu, Anayasa’mızda verilen hak sonucunda yeni devletler ilanını hukuki bulurdu. Stalin Anayasa’sında tanınan ve istenirse SSCB’den ayrılmak hakkından dolayı, Rusya’nın komünizmden çıktığı süreçte Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve diğer muhtar cumhuriyetler ayrı devlet ilanına karar verdi. Faydalı fikirleri de olan Sabahattin Bey’e, daha önceden de hizip olarak düşman olan İttihatçılar fazla şans tanımadı.

Abdülhamit’in devlet siyasetine hâkim olan İslamcılık, Meşrutiyet’ten sonra, Sırat-ı Müstakim ve devamı olan Sebilür reşat mecmuasında siyasi fikir olarak savunuldu. Sırat-ı Müstakim’de, Türkçü olan Yusuf Akçura’nın da yazıları vardır. İslamcıların Müslüman Türk dünyasına bigâne olması düşünülemezdi. İslamcılar, muhafazakâr ve modernist olarak iki grupta düşünülebilir. Ahmet Naim muhafazakâr olduğu hâlde,dostu Mehmet Akif ve Şemsettin (Günaltay), Sait Halim Paşa, İsmail Hakkı(İzmirli), Mehmet Ali Aynî, Şehbenderzade Ahmet Hilmi modernisttir.Modernistler, milliyetçiler gibi Batı kültür ve medeniyeti karşısında seçicidirler. Batıcılar ise, böyle izlenecek bir yolla Osmanlının yenileşeceğine ve kurtulacağına inanmamaktaydılar. Hayatıyla ve fikirleriyle bugün bile milliyetçi aydınların baş tacı olan Mehmet Akif, Buhranlarımız eserindeki tezleriyle Sait Halim Paşa, sonradan milliyetçi tavırlarıyla tanınan Mehmet Ali Aynî ve M. Şemsettin (Günaltay), daha Meşrutiyet’ten sonra da Türkçülerden farklı konumda değildiler. İyi niyetle, Müslümanlar arasında tefrikacılığı, kavmiyetçiliği tehlikeli bulan ve Teşkilat-ı Mahsusa elemanı olmak bakımından o sırada ve hatta Cumhuriyet’ten sonra da devlete tam bağlı olan Mehmet Akif, İstiklal Savaşı sırasında milliyetçi çizgidedir. MehmetAkif’in bilhassa İstiklal Savaşı’ndaki fedakârlığı, jesti ve kendisine o şartlarda ne yapılacağını soran umutsuz Anadolu Türk halkına “ Hemen Türk Ocağı açınız.” tavsiyesi samimiyetini gösterir. Müslüman Türk milliyetçisi olarak görebileceğimiz Akif’in İstiklal Marşı’nda ırki gururu da yansıtan duyguları, o devirde hangi Türkçü-milliyetçi şair dile getirebilirdi veya hangi şiir,İstiklal Marşı şiiriyle yarışabilirdi? İslamcılar üzerinde, biraz esrarengiz hayatı olan Cemalettin Efganî ve Muhammet Abduh’un tesiri çoktur. Müslümanlarda uyanış için millî şuurun olması gerektiğini savunan Efganî, bazı milliyetçilerede tesir etmiştir. Ahmet Naim, milliyetçiliği dinî ve siyasi yönden reddeder ama Cumhuriyet Devri’nde yumuşar. Mütareke’den sonraki bazı hükûmetlerde şeyhülislamlık yapan ve İstiklal Savaşı aleyhine rol oynayan, 150’likler listesine alındığından yurt dışına kaçan Mustafa Sabri, kini ni Batı Trakya’da çıkardığı Yarın gazetesinde de kusmaya devam etmiştir. Onun bu gazetedeki bir yazısında yer alan “ Benim elimden gelse Türkleri de Arap yaparım, diğer Müslümanları da… Bunların vaktiyle Araplaşmadığına çok eseflenirim.” sözleri İslamcılığı hangi manada benimsediğini gösterir.[iv]Yine onun, sonradan milliyetçi safta yer alan Mehmet Ali Aynî’nin,Milliyetçilik kitabına aldığı “ Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere, Türklükten şeref ve izzetimle istifa ediyorum Allah huzurunda… Tövbe Yarabbi tövbe Türklüğüme/Beni Türk milletinden addetme.” sözleri iyiniyetle söylenmiş olabilir mi? Maalesef, devlet nimetlerinden, devletin kurucusu aslî Türk unsurundan daha fazla yararlanan bazı aydınların, bilhassa Türk’ün kötü günlerinde, etnikçilik mensubiyeti saplantısını şuur altlarındanmeydana çıkardıklarını görmek üzücüdür.

Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük karşısında önemini kaybedince, bağlılarından bazıları Batıcı-laik çizgide faaliyetlerini yürüttüler. Batılılaşma az veya çok Türkçülük ve İslamcılığı etkilemiştir. Tabiatı gereği İslamcılık, Batılılaşmadan en az etkilenen akımdır. Ama siyasi İslamcılık, bilhassa İngiliz emperyalizminin oyuncağı olduğundan, geniş halk tabanına dayansa da zamanla önemini kaybetti; bir çok İslamcı, siyasi olarak milliyetçi çizgide yer aldı.

Batıcılık içinde Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar Şinasi, Münif Paşa, Abdullah Cevdet, Tevfik Fikret, Baha Tevfik, Prens Sabahattin, Celal Nuri İleri, Kılıçzade Hakkı, Sâtı Bey, Emrullah Efendi, Ahmet Rıza, Beşir Fuat- Genç yaşta intihar ettiğinden İkinci Meşrutiyet’i göremedi.Rıza Tevfik görülüyor. Bunlar Meşrutiyet’ten önce Osmanlıcılık içindedirler. Türkçülük ve İslamcılıkla yollarını ayıran bu aydınlar, daha çok pozitivist-materyalist-laik çizgide görünürler. Bazı Türkçülerin de zamanla onlara yakın çizgide yer aldığını görüyoruz. Ağaoğlu Ahmet gibi.

Genel liberal felsefeye inanan Batıcılar, radikal reformlarda devletin zorlayıcı tavrını normal karşılamışlardır. En uç örneklerden Abdullah Cevdet, garip teklifleriyle tepkive nefret toplamıştır. Batıcıların bazı teklifleri Cumhuriyet Devri’nde uygulanabilmiştir. Ama Batılılaşmayı takip eden Cumhuriyet idaresi, milliyetçilik üzerine kurulmuştur.

Türkçülük, uzun süre hissî olarak savunuldu, ancak 1911’den sonra fikrî olarak yayıldı. 1912-1913 Balkan Savaşı felaketi de gençliğin bir anda milliyetçi-Türkçü çizgide yer almasını sağladı. Ortak noktalar da olsa, İslamcılarla aralarında mücadele bu sırada başladı. Romantik olarak bir anda genişleyen ve Rusya’daki Türk aydınlarının büyük çoğunluğu tarafından da desteklenen hareket, ılımlısından Turancılığa kadar her rengiyle savunuldu. Hatta Türkçülük hareketini İslamcılıkta olduğu gibi, Osmanlı üzerinde genişleme emelleri olan Almanya da destekledi. Bu,bilhassa genç subaylar üzerinde etkili oldu.

İkinci Abdülhamit zamanında Türklük ve Türkçülük, Türkoloji çalışmaları sonucu, romantik bir ideal olarak yayıldı. Rusya’dan gelen Türk aydınları sayesinde, zamanla sistemli fikir hâline gelmeye başladı. İsmail Gaspıralı’nın Kırım’da çıkardığı Tercüman gazetesi,uzun süre İslamcılığı da dışlamadan Türkçülüğü besledi. Onun, gazetenin başlığı altına koyduğu “Dilde, fikirde, işte birlik.” sloganı hâlâ geçerliliğini korumaktadır. İlk devir Türkçüleri arasında Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa,Şemsettin Sami, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Mithat, Şeyh Süleyman Efendi,Hüseyinzade Ali Turan, Fethali Ahundzade, İsmail Gaspıralı, Necip Asım, Bursalı Tahir, Veled Çelebi, Emrullah Efendi, Ahmet Cevdet, Mehmet Emin Yurdakul,Mustafa Celalettin Paşa ve Yusuf Akçura’yı sayabiliriz. Bazıları Osmanlıcılıkla Türkçülük, bazıları da Batıcılıkla Türkçülük arasındadır. Rus bölgesinde yetişenlerde Pantürkizm ve Turancılık ideali daha baskındır.

Akçura, milliyeti ırk, dil vegelenek üzerine oturtur. Osmanlı geleneğinde yetişenlerde dine vurgu daha fazladır. Akçura’da ise, laiklik vurgusu öne çıkıyor. Ona göre Osmanlı aydınları ekonominin önemini kavrayamamıştır. Sosyalizmi de derinlemesine bilen Akçura, sonraki yıllarda dünya güç dengesinin Asya’da olacağını belirterek Birleşik Türk Devleti kurulmasını teklif ediyordu. [v]

31 Mart Vak’ası’n dan sonra Osmanlıcılık, günden güne önemini kaybetti, Abdülhamit tahttan indirince,İslamcılık devlet katında geriledi ve daha önce “ Türklük yok Osmanlılık var.”diyen aydınlar 1911’den itibaren milliyetçi-Türkçü safta yer almaya başladı.İttihat ve Terakkinin 1911 kongresinde Ziya Gökalp’in tesiriyle Türkçülük benimsendi. Ondan sonra aralarında mütecanis yapı olmasa da Türkçü çizgide az çok yer alanlar arasında Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem, Yahya Kemal, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Necip Türkçü, Hamdullah Suphi Tanrıöver, HalideEdip Adıvar, Fuat Köseraif, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Faruk Nafiz Çamlıbel ve diğer Beş Hececiler, Ahmet Ferit Tek, Müfide Ferit Tek, Rıza Nur, Mehmet İzzet,Fuat Köprülü, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Kâzım Nami Duru, Tekin Alp (Moiz Kohen)isimlerini görüyoruz.

20. yüzyılda Türkçülükfikrini sistemleştiren Ziya Gökalp, aşırılıkları törpülemiştir. İlkleri temsileden görüşleri, elbette içinde hataları da barındırmıştır. Bugün Gökalp’i haksızca tenkit edenler bile, yüz yıllık medeniyet, kültür, fikir, sosyoloji tartışmalarına hâlâ ondan yola çıkarak başlamaktadırlar. Onun başta müzik olmak üzere bazı Osmanlı Türk kültür unsurlarını tenkit etmesini o devirde de bugünde milliyetçi büyük çoğunluk kabul etmemiştir. Türklük, medeniyet ve fikir konusundaki yazılarıyla, birinci sınıf aydın olduğunu gösteren, Selçuk Üniversitesinde rektörken çok genç yaşta ölen ve daha uzun yaşasaydı bilim adamlığıyla fikir adamlığını kaynaştıracağı çalışmalarıyla daha dayıldızlaşarak karşımıza çıkacağına inandığım Erol Güngör’ün, 1970’li yıllarda Töre dergisinde, bu hususta tenkitler yazdığını da hatırlatalım. Gökalp’in millet tarifi ne kadar makuldür:

Millet, ne ırkî, nekavmî, ne coğrafî, ne de iradî bir zümredir. Millet, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerektarif etmektedir. Gerçekten de bir adam, ancak müşterek olduğu insanlardan ziyade, dilde ve dinde müşterek olduğu insanlarla beraber yaşamak ister. Çünkü insanî şahsiyetimiz, bedenimizde değil, ruhumuzdadır. Maddî meziyetlerimiz ırkımızdan geliyor. Manevî meziyetlerimiz de terbiyesini aldığımız cemiyetten geliyor.[vi]

Türkçülük içinde, etnik kökenleri farklı aydınların bulunması, Gökalp’in görüşünü doğruluyor. Onun Türkçülüğü kademeli şekilde; 1. Türkiyecilik, 2. Oğuzculuk ya da Türkmencilik,3. Turancılık şeklinde tasarlaması da makul düşündüğünün kanıtıdır. Gökalp,Turancılıktan sadece Türk birliğini anlar. Türk milletinin modernleşmesini ise,üç gelişme devresinde görüyor: “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim,Avrupa medeniyetindenim. veya başka bir söyleyişle “Türkleşmek,İslamlaşmak, Muasırlaşmak.” Onun milliyetçilikte dinî tarafla laik özelliği iç içe düşündüğünü de belirtelim.

Türkçülükte Batılı manada ırkçılık damarı henüz ortaya çıkmamıştı. Bu hususta ileride Rıza Nur dikkati çekecektir. İkinci Meşrutiyet Devri’nde sadece dilde ırkçı anlayışı Fuat Köseraif temsil eder ki, Gökalp ve arkadaşları onun fikirlerine iltifat etmemiştir.

1912’de Paris’ten İstanbul’a dönen Yahya Kemal, bütün bu fikir kavgaları ortasında, kendini artık müfrit Türkçü görmediğini, 1912-1918 arasında günlük siyasetin içinde bulunmadığını “Bu altı sene içinde ben hâdiselerin ne başında, ne ilk safında bulundum. Hükûmetle zerre kadar alâkam bile olmadı.” şeklinde belirtiyor.[vii]



[i] Üsküp Aziz Kiril ve MetodiÜniversitesi Filoloji Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Okutmanı.

[ii] Jön Türkler, İttihat veTerakki Cemiyeti ile “Üç Tarz-ı Siyaset” için kaynakçadaki eserlere başvurulabilir.

[iii] Sabahattin, Prens; Görüşlerim(haz. Ahmet Zeki İzgöer), İstanbul, 1999.

[iv] Kara, İsmail; Türkiye’deİslamcılık Düşüncesi 1, İstanbul, 2012, s. 925-926.

[v] Uçar, ss. 117-121. Türkçülükkonusunda Akçura’nın kaynakçada verilen kitaplarının okunmasında fayda vardır.

[vi] Gökalp, Ziya; TürkçülüğünEsasları, İstanbul, 1990 (haz. Mehmet Kaplan), s. 22.

[vii] (Beyatlı),Yahya Kemal; ÇocukluğumGençliğim Siyasî ve Edebî Hatıralarım, İstanbul, 2008, s. 127.