1877-1878 TÜRK-RUS SAVAŞI VE BÖLGE HALKININ (KARS VE ERZURUM)
SAVAŞIN SEYRİNE ETKİLERİ
Atalay YAĞMUR
Öğrenciyken bir gün analitik kimya dersi laboratuvarındaydık. Birbaşka dersin hocası da gelerek bir deney yapmaya başladı. Ne düşündüm bilmiyorum o hocaya: “Ben de sizin gibi deney yapmak isterim.” dedim. Oda bana “Ne farkı var sen de benim gibi deney yapıyorsun.” dedi. O an cevap veremedim. Evet, ikimiz de deney yapıyorduk. Ben neden ona gıpta etmiştim? Belki de biraz da cevap verememenin gururumda açtığı incinmeyle birsüre o hocaya neden öyle dediğimi düşündüm. Ve sonunda buldum. Hocam birbilimsel amaç için deney yapıyordu, bense not almak için.
Biz okulda öğrendiklerimizi not alıp sınıf geçmek için öğreniyoruz.Bu da bir amaç fakat tali bir amaç, zaman zaman asıl amacı perdeleyen bir amaç. Tabii ki bu konu başlı başına pedagoji ilminin konusu, bunu pedagoglar uzun uzun incelemeli.
Bense öğrenciliğim boyunca okuduğumuz tarih dersini bu diyalogla izah ederim genel olarak. Kısaca hep not almak için okuduk. Hiçbir zaman okuduğumuz bilgiler, duygularımızda bir kıpırdanmaya sebep olmadı
Bütün bunları düşünmeme ve yazmama Mehmed Arif’in “Başımıza Gelenler” adlı kitabı vesile oldu. Kitap o günün Osmanlı devlet yapısından, ordunun durumundan, toplum yapısına, devletin uluslararası ilişkilerdeki etkinliğine kadar daha birçok şeyi inceliyor ve anlatıyor.
Elbette ki böylesine geniş kapsamlı bir kitabı ben baştan sona anlatmaya kalkışmayacağım veya kitabın ele aldığı her konuyu bir tek yazıya sığdırmaya çalışmayacağım. Öncelikle Mehmed Arif o gün için çok farklı ve değerli bir çalışma yapmış. Bu kitap vesileyle diyebilirim ki Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş ya da ilklerden birini. O 1870’lerden 2016’lara bakan bir göz gibi. Oldukça tarafsız ve gerçekçi yaklaşmış ele aldığı her konuya.
Bu yazıda; 1877 Türk-Rus Savaşı sırasında Mehmed Arif’in önemle üzerinde durduğu konulardan biri olan yöre halkının savaş karşısındaki duruşu,orduya ve devlete bakışını aktarmaya çalışacağım. Bu konunun da tamamını yazmayacağım. Sadece onun övgüyle bahsettiği Kars ve Erzurum ahalisinin tutumunu yine mümkün mertebe onun kaleminden aktarmaya çalışacağım. Umarım bu yazı bir bilinç oluşumuna vesile olurken söz konusu kitabın okunmasına da teşvik olur.
Savaş Kars, Erzurum, Ağrı gibi geniş bir alanda dokuz ay gibi uzun bir sürede gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu yerlerde o günlerdeki nüfus yapısıda bir hayli yoğundur ve bu günden farklı olarak Ermeni köyleri de vardır.Fakat anlatımlardan anlıyoruz ki halk arasında asla bir Türk-Ermeni veya Türk-Kürtya da Türk-Çerkez gibi ayrım yoktur. Bu durum günümüzde de aynen sürdürülmektedir. Türk bir üst kimlik kabul edilir ve halk birbirini Kürt,Yerli, Terekeme, Azeri, Dadaş gibi adlarla çağırır. Dikkat edilirse yöredeki herkese Türk denir. Hâlen de yöreden bir kişi diğerine “Türk müsün, Kürt müsün?” diye sormaz. “Kürt müsün, yerlimisin?” diye sorar.
Yazar sadece yöre halkı değil o günkü Osmanlı nüfus yapısı hakkında şu çarpıcı ve can alıcı tespitte bulunuyor. “Millî kuvvetimiz mahvoldu. O sebeple siyasi kuvvetimiz de bitti. Tedbirsizlik ve kararsızlık sebebiyle,Hristiyan olan tebaamız bir tarafa, devletimiz Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi muhtelif kavimlerden oluştuğu hâlde, vatan savunması ve İslam cemaati mumunun rüzgârdan korunması, on iki milyondan fazla tahmin edemediğimiz Türkçe konuşan ahalimizin omzuna yüklendi.”
Kars Yöresi Halkı
Şimdi savaş yıllarına gidelim ve daha savaşın ilk günlerinde Kars yöresinde halkın savaşa bakışını Mehmed Arif’in kaleminden aktaralım.
Ruslar 13 Nisan 1877’de sınırı geçmişlerdir. Artık savaş başlamıştır. Ahmet Muhtar Paşa Kars istihkâmlarına çıkar. Onu kaybetmek istemeyen Mehmed Arif arkasından gideyim derken yanlış yola sapar. Yol soracak birilerini arar fakat ortalık tenhadır. Nihayet bir Karslı kadına rastlar ve yol sormak ister. Fakat kadın bunun savaştan kaçan bir asker olduğunu düşünerek atının yularından tutar ve birçok küfürden sonra “Bu kadar zaman ikramımızı gördünüz. Sizi kışın besledik, giydirdik, kuşandırdık, riayet ettik. Evlerimizi size verdik. Sebebi ancak böyle bir günde dinimizi, ırzımızı, memleketimizi düşmana teslim etmemek içindi. Şimdi düşmanın gelmesiyle beraber nereye kaçıyorsunuz? A hainler, a bilmem neler.” diye uzun uzadıya paylar.
Daha sonra Mehmed Arif yol soracak birini bulamamasının sebebini şöyle anlatır. “Ben top sesinin geldiği tarafa, yani istihkâmın dışına çıktım. Bir de ne göreyim! Kars halkının genci, ihtiyarı, orta hâllisi;kimisinin elinde tüfek, kiminde bir tek tabanca, kiminde balta, kiminde sopa,şehrin ve istihkâmın dışına gelmişler. Akın akın askerin ve kumandan paşanın olduğu tarafa tekbir getirerek Allah Allah sesleri ile yardım için koşuyorlar.İnsanın tüylerini ürperten bu manzarayı, benim gibi bir âcizin kalemi anlatamaz.Zira kalplerin dinle alâkalı en nazik ve mühim duygularının kabarmasıyla ortaya çıkan bu yiğitçe gayret, bu gazanferâna atılganlık tasvir etmekle değil; kendi kendine tasavvurla bir dereceye kadar anlaşılabilir.”
Bölgenin demografik yapısının savaşa ve bölge yönetimine etkisi,halk devlet ilişkileri “Serhat Ahalisinin Mizaçları ve Durumları” başlığıaltında uzun uzun anlatılıyor. Tanzimat’ın ilanı sonucunun ülkenin diğer bölgelerinin aksine bu bölgede aynı etkiyi göstermediğini ise “Kürtler ve Gürcüler asabi karakterlerini bir türlü düzeltemediğinden bu eşraf ve ileri gelenler hükümet nazarında da hâlâ işyaptırabilecekler sınıfındaydı.” şeklinde tespit ediyor.
Yöre halkından Karapapakların (Terekemelerin) kahramanlıkları ve fedakârlıkları dile getirilirken, özellikle Kürtlerin her fırsatta devlet ve orduya çıkardıkları sıkıntılardan şikâyet edilmekte.Karapapak Mihrali Bey’in hayatı ve kahramanlıkları uzun uzun anlatılmakta.Mihrali Bey’in resmî hiçbir sıfatı olmamasına rağmen Ahmet Muhtar Paşa’nın ona zaman zaman yaver olarak görev verdiği ifade edilmektedir.
Yazar kitabın ilerleyen bölümlerinde Kars’ın ikinci kez hücuma maruz kalışı için “İşte Kars ahalisi bu şekilde iki ateş arasında kaldıkları hâlde sabırlı ve metanetli davranmışlardır.”diyor ve ilave ediyor. “Özellikle bizzat silah alarak düzenli orduyla beraber düşmana karşı gösterdikleri saldırı ve yiğitlikleri, her zaman vatan evlatlarının dilinin süsü ve tarih sayfalarının ziyneti olsa gerektir.”Ruslar 27 gün geceli gündüzlü Kars’ı top ateşine tutarlar. Ancak Kars direnir.
Ordunun Kars’a Tekrar Gidişi
Kuşatma altındaki Kars’tan kötü haberler alınmaktadır. Kumanda kademesi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında uzun uzun durumu görüşür ve ordunun Kars’a gitme kararı alır. Galip bir ordu Kars’a gitmektedir ancak Ruslar buna rağmen bombardımana ara vermeksizin devam etmektedir. Yazar bu sırada Kars ahalisinin sevincini şöyle anlatıyor. “Kars’taki ahalinin ve çoluk çocuğunun sevinçlerini ve sevinç çığlıklarını bir bayrama benzetmek doğru olamaz. Zira bayramların verdiği neşe bildik, bu sevinç ise bilinenin üstündeydi.”
Özellikle yazarın serhat boyu kadınları hakkında ki şu düşüncesi oldukça düşündürücü geldi bana. “Sınırdaki memleketlerin kadınlarında da başka bir hâl var. Memleketleri yüzlerce savaş hadiselerinin dönüp dolaştığı yer olduğundan mıdır, bunlardan bazılarına bakanlar, o narin vücudun, cesaretlive haysiyetli bir erkek ruhu taşıdığına hükmederler.”
Erzurum Yöresi Halkı ve Savaş
Aylardır süren savaşa hazırlıksız yakalanan Osmanlı ordusuna karşılık Rus ordusu yıllarca hazırlık yapmış ve yazarın anlatımından anladığımız kadarı ile değil askerini, hayvanlarını bile yörenin ağır kış şartlarına göre yetiştirmiş hatta eğitmiştir. Osmanlı devlet yönetimindeki zaaflar da imkânsızlıklara eklenince cephedeki askerin gücü tükenmiştir. Sadece askerin gücü değil sayısıda başlangıçtakinin neredeyse yarısına inmiştir. Ruslara ise sürekli takviye kuvvet gelmektedir. Osmanlı başka cephelerde de savaşmakta olduğundan takviye gelmesine imkân yoktur. Ordu Erzurum’a çekilmek zorunda kalmıştır. Artık iş kalan asker ve Erzurum halkına düşmüştür. Halkın savaş sırasındaki kahramanlıklarını yazar şöyle aktarıyor:
“Ekim ayının yirmi ikinci günü bir iş için Erzurum’a geldim.Ertesi sabah Hükûmet Konağı’na gittiğimde halk gelen top seslerinden Deve boynu ordugâhında çarpışma olduğunu anladıklarını söylüyordu. Herkesin kalbinde dehşet durağı olan telaşın benimle münasebeti yoktu. Zira altı yedi aydan beridir gülle ve kurşun içinde ömür sürmüş ve bir dereceye kadar da alışmıştım. Hükûmet Konağı’ndaki halkta gördüğüm telaştan tabii olarak benim kurtulmam gerekiyordu. Herkes bir telaşla öteye beriye koşuyordu. Çeyrek saat sonra konağın içinde hemen hemen hiç kimse kalmadı denecek kadar ortalık tenhalaştı. Ben de oraya getirttiğim atıma binerek ordugâhımıza giderken, yaya ve atlı birçok ahali de silahlanmış,şehrin dışındaki Gümüşlü Kümbet yoluyla ve Allah Allah sesleriyle Deveboynu’na doğru koşup gidiyorlardı. O akıntıya uyarak ‘Quartier General’ denilen kumandanın karargâhına kadar geldim. Bir de dürbünü alıp baktım ki savaş hattımızın her noktasına karşı düşman hücum ediyor. Hakiki saldırı ise sağkolumuzu oluşturan Topalak köyünün önündeki fırkamızın üzerine. Bu hali gören ahalinin hepsi ordunun sağ koluna doğru çekilip gittiler ve oradaki düzenli askerlerimize yardım gücü olarak ateşe saldırdılar…”
Bu tarihlerde Erzurum’da yaklaşık 1.000 hane Ermeni vardır ve halkakorku içeren bilgileri yaymaya başlamışlardır. Bunun üzerine ahaliden bir kısmı telaşe kapılarak Gazi Ahmet Muhtar Paşa’ya savaşın şehir dışında yapılması için telkinde bulunma kararı alırlar. “Bereket versin Arap-zade Ali Efendi vasıtasıyla toplanan daha büyük bir başka cemiyetin üyeleri gelerek ‘Bizler vatanımızın müdafaası uğrunda kanımızı, canımızı, ,hatta çoluk çocuğumuzu feda etmeye hazırız. Memleketin namusuna dokunacak surette Vahit Bey’in hanesinde toplanan birkaç haysiyetsizin cezalandırılmasını talep ediyoruz.’ dediler.” diye yazmakta.
Erzurum halkı sadece Deveboynu Muharebesi’nde değil, daha sonra daaynı yiğitlikle orduya katkıda bulunmuştur. Yazar halkın bu gayret vefedakârlığını şu genel ifadelerle anlatıyor. “Erzurum ahalisi Deveboynu Muharebesi’nde millî haysiyet ve cesaretlerinin derecesini tartıya yetecek miktarda çalışıp gayret gösterdi. Bundan sonra yazılacak olan Topdağı Muharebesi’nde de onların pek çok yiğitleri, can vererek şehadet şerbetini içmişlerdi. Allah hepsinden razı olsun.”
Elbette kitap ve yazar hakkında söylenecek, yazılacak daha çok şeyvar. Ancak yazımın konusu gereği burada bu kadarla yetinmeliyim.
Yeni yazılarda buluşmak dileği ile.