TRABLUSGARP VE BALKAN SAVAŞLARINDA ALİ FETHİ OKYAR

27 Temmuz 2016 11:46
Okunma
7472
TRABLUSGARP VE BALKAN SAVAŞLARINDA ALİ FETHİ OKYAR

 
 
Prof. Dr. İhsan Sabri BALKAYA
 
 
ALİ FETHİ’NİN ÇOCUKLUĞU VE EĞİTİMİ
Ali Fethi Okyar, 29 Nisan 1880 yılında Pirlepe’de doğmuştur. Babası Yazıcı İsmail Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. İsmail Efendi, Ali Fethi küçük yaşta iken ölmüştür. Fatma Hanım, eşini kaybedince oğlu Ali Fethi’yi Manastır valisi olan kardeşi Müderris İbrahim Ethem Efendi’nin yanına götürmüştür. Sekiz yaşına kadar Pirlepe’de kalmış olan Ali Fethi, ilköğrenimini dayısının yanında Manastır’da tamamlamıştır.
Ali Fethi’nin dünyaya gözlerini açtığı XIX. yy.de Osmanlı Devleti’nin Rumeli eyaletinin Makedonya (Kosova, Selanik, Manastır) diye anılan bu toprakları, en hareketli ve bir o kadar da girift olaylara sahne olacak bir zaman ve zemini oluşturuyordu. 
Etnoğrafyasının sınırı olmayan; Türk, Bulgar, Sırp, Ulah, Yahudi ve Arnavut’un yan yana yaşadığı bu bölge; Fransız Devrimi’nin yaymış olduğu milliyetçilik fikirlerinden çok etkilenmiş, böylece bölgede bağımsızlık hareketleri hız kazanmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile Makedonya toprakları ıslahat yapılması şartıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştır. Bu madde; Bulgar, Sırp ve Yunanlıların kurmuş oldukları siyasi çeteleri ve komiteleri harekete geçirmiştir. 
İşte Ali Fethi böyle bir ortam içerisinde çocukluğunu, gençliğini, hatta genç subaylık yıllarını ve hayatının yarıdan fazlasını geçirecektir.
İptidai Numune Mektebini bitiren Ali Fethi; Manastır Askerî Rüştiyesine gitmiş, orayı da bitirdikten sonra Manastır Askerî İdadisine başlamıştır (1894). Yunan Harbi (1313-1897) nedeniyle okulda sıkı bir askerî talim görürken bir taraftan harbin dedikoduları diğer taraftan da gizli gizli okumaya başladığı Namık Kemal’in eserleri; onun zihninde memleket meselelerinin yavaş yavaş uyanmasına sebep olduğu gibi, aynı zamanda da kafasında çözemeyeceği birtakım düğümler oluşturmuştur.
1897 yılının sonunda idadiyi bitiren Ali Fethi, 1898 yılının başında İstanbul’a gelerek Harp Okuluna başlamıştır. Manastır gibi küçük bir şehirden gelen Ali Fethi, İstanbul gibi azametli bir şehre gelince, onun tesirinde kalmış ve çok heyecanlanmıştır. Kendi ifadeleriyle bu duygularını şöyle dile getirmektedir:
“...Çok heyecanlı idim ve hiç şüphesiz hayatımın en büyük saadetini hissediyordum. O his ve heyecanla kitaplarıma sarıldım. Manastır’da çalıştığım gibi, aynı heyecanla Harbiyede çalışmaya başladım..."
İstanbul’a Harbiyede okumak için vatanın her tarafından öğrenciler gelmiştir. Burada değişik simalar birbirleriyle ya aynı sınıfta ya da aynı okulda okumanın sağladığı ortamda arkadaşlıklar kurmuş ve bu arkadaşlıkları bir ömür boyu devam edenler de olmuştur.
İşte Ali Fethi ile Mustafa Kemal’in Manastır İdadisinde başlayan arkadaşlıkları Harbiyede devam edecek ve bir ömür boyu çeşitli zorluk ve mücadeleleri birlikte omuzlayarak sürecektir. Ali Fethi’nin Mustafa Kemal’den başka Ali Fuat (Cebesoy), Galatalı Şevket (Albay), Ali Fuat (Erdem-Orgeneral), Cafer Tayyar (Eğilmez-Tümgeneral) Kara Vasıf (Albay-Karakol) Mustafa Muğlalı (Orgeneral) ve Mürsel (Bakü-Tümgeneral) de arkadaşları arasında yer alacaktır.
Ali Fethi ve arkadaşı Mustafa Kemal sınıfları yükseldikçe bir taraftan derslerine çalışırken diğer taraftan da temin ettikleri bütün yasak kitapları okuyorlardı. Montesquieu, Voltaire, Rousseau; Mirebeau’nun nutukları, Robespierre’in biyografisi ve Stuart Mille’in “Ekonomik Politik”i okudukları yabancı yazar ve eserlerini oluştururken Namık Kemal ve Tevfik Fikret’in eserleri de okunan yerli eserler arasında yer alıyordu.
Harbiye’de sıkı kontrol olmasına rağmen, gizlice okudukları eserler, bu genç insanın ve arkadaşlarının zihnini açmış ve memleketin fena ellerce idare edildiğini anlayarak hadiselerin sırlarına ait kafalarında oluşan düğümleri çözmüş; arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde hep baskı, sürgün, zulüm ve hürriyet üzerine konuşmuşlardır.
Böylece Mustafa Kemal, Ali Fethi ve Ali Fuat (Cebesoy) derslerinin haricinde hürriyet meselesi üzerinde yoğunlaşarak bilhassa kurmay sınıfına ayrılmayacaklar arasında bir teşkilat kurmuşlar, aynı zamanda birkaç sayı dergi de çıkarmışlardır.
1900 yılında Harbiyeden mezun olan Ali Fethi, aynı yıl kurmay sınıfına ayrılarak Harp Akademisine başlamıştır. Kurmaylık eğitimi sırasında da Harbiyede başlattıkları çalışmalar daha da yoğunluk ve hız kazanmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen Ali Fethi rüştiyeden başlayan okul ve sınıf birinciliklerini hep devam ettirmiştir. Kısaca derslerini, siyasi ve fikrî çalışmalarını birbirine tercih etmemiştir.
Dergi çalışmalarını sürdürdükleri Harbiyedeki odada, bir gün Okul Nazırı Ali Rıza Paşa tarafından yakalanınca duruma çok sinirlenen Ali Fethi:
“Hep o adamın başının altından (II. Abdülhamit) çıkıyor bunlar. Sarayı başına yıkılmadıkça rahat yok. Elime fırsat geçse oraya bomba koyarım." diye düşünce ve duygularını dile getirmiştir.
İşte bu düşünce ve duygularla Harp Akademisini 1903 yılında kurmay yüzbaşı olarak bitiren Ali Fethi, kaderin garip cilvesidir ki 31 Mart Olayı’ndan sonra tahttan indirilen ve Selanik’teki Alatini Köşkü’nde ikamete mecbur edilen Sultan II. Abdülhamit’in yaklaşık 3,5 ay muhafızlığından sorumlu olmuştur.
 
ALİ FETHİ’NİN ASKERLİK HAYATI
Ali Fethi, 1903 yılında erkân-ı harp birinciliği ile mezun olduktan sonra, kurmay yüzbaşı rütbesi ile merkezi Selanik’te olan 3. Ordunun 13. Süvari Alayına tayin edilerek askerlik hayatına başlamıştır. O günün şartlarında, kurmay subayların gittikleri ordu dâhilinde askerliğin her safhasında staj yapmaları usuldür. Kurmaylar; sekiz ay süvari, piyade ve topçu kıtalarında staj görmüşlerdir. Sekizer ay 3. Ordunun 13. Süvari Alayında görev yapan Ali Fethi, daha sonra yeni teşekkül etmiş olan Avcı Taburunun İkinci Bölüğünde piyade stajını yapmak üzere tayin edilmiştir. Ali Fethi sekiz aylık stajını burada tamamladıktan sonra Rıza Bey’in komuta ettiği Topçu Alayına geçmiştir.
Bu sırada bütün Rumeli’de Manastır, Kosova ve Selanik vilayetlerimizde çok önemli çete ve komitacılık olayları birbirini kovalamaktadır. II. Abdülhamit, Ali Fethi gibi genç subayları bu bölgeye tayin ederek vatan topraklarına yönelmiş tehditleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Ali Fethi, sekizer aylık bu staj dönemlerinde hep dağa çıkmış olan bu çetelerle gece gündüz demeden çarpışmakla uğraşmıştır.
Berlin Antlaşması'ndaki Makedonya’da ıslahat yapılması şartı; Bulgarları harekete geçirmiş, bu bölgede muhtariyet sağlamak için 1893 yılında Makedonya İhtilal Teşkilatını kurmuşlardır. Bulgarlar amaçlarını gerçekleştirmek için de vasıta olarak çetecilik ve tedhişi kullanmışlardır. Bu çetecilik faaliyetleri o sıralarda Sırp ve Yunanlılarda da vardır. 1903 yılı, Rumeli’de bu çetelerin yoğun hareketleriyle pek kanlı geçmiştir.
Bu durum karşısında 1903 yılında Rusya ve Avusturya bir proje hazırlayarak Babıali’ye vermiştir. Osmanlı Devleti bu projeyi kabul etmiş ancak bu projenin “polis ve jandarmanın Osmanlı hizmetine girecek yabancı mütehassıslarla düzeltilmesi” maddesi uygulanmıştır.
Ali Fethi; vazifelerinin her gün biraz daha güçleştiğini çünkü bu çete ve çete mensuplarını kendi ırklarından ve dinlerinden olanların sakladıklarından köy ve köylülere fazla baskı yapamadıklarını, karşılarına Avrupalı jandarma subaylarının çıktığını ve hatta bu jandarma subaylarının Türk subaylarını sorguya çektiğini anlatarak Rumeli’de jandarma kuvvetlerini ıslahla görevli bu subayların bizzat çeteleri ve mensuplarını himaye ettiklerinden özellikle dert yanarak bahsetmektedir.
Bu çete muharebelerinde iki yılını geçiren Ali Fethi, 25 Mart 1906 tarihinde kolağası rütbesine yükseltilmiştir. Bu arada harbiye mekteplerinin kuruluşuyla ilgili bir değişiklik yapılmıştır. Böylece, ordu merkezlerinde harbiye mektepleri kurulmuştur. Ali Fethi, bu değişiklikle Edirne Mekteb-i Harbiyesine 30 Nisan 1906 tarihli emir ile ders nazır muavini olarak tayin olmuştur. Fakat bu göreve tayin edilişi Ali Fethi’yi pek memnun etmemiştir. Çünkü Manastır’da çok güzel bir arkadaş ortamı kurmuştur. Buradan ayrılmak ona çok zor gelmiştir. Bu ortamdan ayrılmamak için girişimlere başlamıştır. Manastır’da kendine ihtiyaç olduğuna dair 3. Ordudan telgraf çektirmiş, fakat bunda muvaffak olamamıştır. Netice’de Edirne’ye giderek buradaki görevine başlamıştır. Üç ay gibi kısa bir süre burada çalıştıktan sonra 21 Ağustos 1906 tarihinde 3. Ordu Mahçova Yunan Hududu Mıntıka Kumandanlığına tayin olunmuştur. Manastır’a geri dönen Ali Fethi Mahçova’ya gitmeden Kesriye’ye gönderilmiştir.
Ali Fethi Kesriye’de 9 ay kalmıştır. Ali Fethi’nin Kesriye’deki 9 ayı kendilerine toprak katmak ve muhtariyet sevdasında olan bölgedeki Bulgar, Yunan ve Sırp çeteleriyle mücadele ile geçmiştir. Daha sonra 1 Mart 1907 tarihinde Selanik Riboğça Şark Şimendifer Hattı Müfettişliğine tayin olmuştur.
Ordu Makedonya’da azınlıkların isyanları ile meşgul olurken Meşrutiyet’in tekrar ilanını isteyen aydınlar ve bilhassa Tıbbiyeli öğrenciler II. Abdülhamit idaresine karşı örgütlenmeye başlamıştır. Bunun neticesinde 1906 yılında Selanik’te “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” kurulmuş ve 27 Eylül 1907 tarihinde de Paris’te kurulmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşmiştir. Ali Fethi Okyar İttihat ve Terakki Cemiyetine girmiş aynı zamanda Cemiyetin önemli simaları arasında da yer almıştır.
1908 yılı Haziran’ında; İngiliz Kralı VII. Edward yanında Başvekil Aschot ve Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Lord Grey olmak üzere, Rus Çarı II. Nikola da yanında Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Sazanof ve Şark İşleri Daire Başkanı olmak üzere Reval’de bir araya gelerek Makedonya’yı Osmanlı Devleti’nin kontrolünden aldıklarına dair bir anlaşma imzalamışlardır. Özel ve ayrı bir idari şeklin verilmesini istedikleri bu kararı Babıali’ye bildirmişlerdir. İngiltere, Rus yayılışını Hint yolunu tehdit etmeyecek şekilde sınırlamasına karşı, Rusya’nın Balkanlar ve Boğazlar bölgesindeki hareket serbestliğini tanıdığım açıklamıştır.
Reval Buluşması’nın neticeleri duyulur duyulmaz bölgedeki Sırp, Bulgar ve Yunanlılar çok sevinmiş ve Rusya’nın desteklediği Slavcı direniş hareketi bir anda şiddetlenmiştir. 3. Ordu Müşiri (Mareşal) İbrahim Paşa’nın kurmay heyetinde olan Ali Fethi, olayları yakından takip etmiştir. Yunan subaylarının komutasında 4  kişilik çeteler, gruplar hâlinde Makedonya’ya girmiştir. Bunun üzerine harekete geçen Türk subay ve erleri, bu çetelerle mücadele etmiş, Strebne’de Ali Fethi de bu çarpışmalarda aktif rol almıştır.
21 Mayıs 1908 yılında binbaşı rütbesine terfi ile Selanik Jandarma Zabitan Mektebi (Selanik Jandarma Subay Okulu) Kumandanlığına tayin olmuştur. Bu göreve tayin olmasında, Rumeli Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’nın teklifi ve bu göreve kıdem ve ehliyet bakımından Ali Fethi’nin uygun olduğu ve ondan başka bu işi yapacak insanın bulunmadığı şeklindeki ifadeleri etkili olmuştur. Bu tayin, Ali Fethi’nin askerî hayata başladığından beri Rumeli’de 3. Ordunun her kademesinde ve aynı zamanda çete muharebelerinde yapmış olduğu görevleri hakkıyla yerine getirdiğini ve bu görevlerden büyük tecrübeler kazandığını da göstermesi bakımından önemlidir.
Ali Fethi, 12 Ocak 1909 tarihinde Paris Sefareti Ateşemiliterliğine tayin olmuştur. Jandarma Subay Okulu Komutanlığını bırakarak 6 Mart 1909’da İstanbul’a gelmiş, buradan Paris’e gitmiştir. Bu görev, belki de Ali Fethi’nin hayatının önemli bir kısmını oluşturan diplomasi mesleğinin ilk yurt dışı tecrübesi ve denemesi olmuştur. Ateşemiliter olarak gittiği Paris’te, Avrupa devletlerinin ordu düzeni, kanun ve terbiyelerini yerinde görüp tetkik etmiş; hem bir asker olarak bilgi ve tecrübesini artırdığı gibi hem de bağlı olduğu makamlara bilgi vererek devletin askerî teknoloji sahasında istifadesini sağlamıştır.
Paris’te ateşemiliter iken patlak veren 31 Mart Olayı nedeniyle Selanik’e gelip Hareket Ordusuna katılmış ve Sultan II. Abdülhamit tahtan indirildikten sonra yaklaşık 3,5 ay Selanik’te Alatini Köşkü’nde onun muhafızlığım yapmıştır. 
Ali Fethi, daha sonra Selanik’ten geri çağrılarak tekrar Paris’e ataşemileter olarak görevlendirilmiştir. 29 Haziran 1910 tarihinde Fransa’nın 13 ve 14. Kolordularının yapacakları manevralarda bulunmak üzere görevlendirilmiştir. Bu manevraları Harbiyeden arkadaşı Mustafa Kemal’le birlikte izlemiştir.
1910  ve 1911 yıllarının büyük bir kısmını Paris’te ve Fransızların yaptıkları manevraları izleyip yazdığı raporları devlet merkezine, Genelkurmay Başkanlığına göndererek geçirmiştir.
25 Haziran 1911’de kendi arzu ve isteğiyle İşkodra Kuva-yı Mürettebesi Erkân-ı Harbiyesine tayin edilmiş, Triyeste yolu ile İşkodra’ya gitmek üzere hareket etmiş ve 3 Temmuz 1911 günü görev yerine varmıştır.
İşkodra'daki görevine başlayalı henüz 2,5 ay olmuştur ki İtalyanların Trablusgarp için ültimatom vermeleri ve Kuzey Afrika’daki son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’a (Libya) askerî harekât başlatmaları üzerine Trablusgarp Harbi’ne katılmıştır.
 
TRABLUSGARP HARBİ’NDE ALİ FETHİ
XVIII. yüzyılın sonlarında Avrupa devletleri arasında sömürgecilik faaliyeti başlamış, sömürge sahibi olma hevesi Avrupa devletleri arasında şiddetli mücadelelere yol açmıştır. Bu sömürgecilik mücadelesinde, Osmanlı Devleti’nin elinde kalan toprak parçaları, emperyalist devletlerin temel hedefini oluşturmuştur.
Birliğini geç tamamlayan İtalya da gözünü deniz aşırı ülkelere dikerek Trablusgarp, Bingazi ve Habeşistan’ı ele geçirip Kuzey Afrika imparatorluğu kurmayı tasarlamıştır. İtalya eğer takip edeceği emperyalist siyasette başarılı olursa, aynı zamanda Avrupa’da ikinci derecede bir devlet olmaktan kurtulacak ve dünya kamuoyunda söz sahibi bir ülke durumuna gelecektir. Bu büyük gaye için İtalya ilk önce Avrupa devletleriyle gizli birtakım antlaşmalar imzalamıştır. Yapılan bu antlaşmalarla İngiltere, Almanya, Avusturya, Rusya ve Fransa; İtalya’nın Trablusgarp üzerindeki söz konusu hedeflerini tanımıştır. İtalya bir taraftan bu girişimleri yaparken diğer taraftan Trablusgarp’a ekonomik yatırımlarda bulunmuştur. Neticede İtalya Trablusgarp’ı işgal ederek ele geçirmenin zamanını beklemiş, bütün askerî ve siyasi hazırlıklarını Osmanlı Devleti’ni uyutarak yapmıştır.
Bu gelişmeler karşısında Osmanlı Devleti ise pek zayıf ve atıl durumda kalmıştır. Rumeli’de, Anadolu’da (doğu illeri), Arabistan’da Havran ve Asir gibi bölgelerde isyan ve çete hareketleri devam etmektedir. Ordu, İtalya gibi bir düşmanla savaşacak durumda değildir. Donanma ise limanlara bağlanarak atıl duruma getirilmiştir. İttihat ve Terakki, devlet yönetimini kontrolüne almasına rağmen hükûmette yine eski devrin yöneticileri bulunmaktadır. Cemiyetin bir taraftan kendi iç mücadelesinin devam etmesi, hükûmette etkin ve uzak görüşlü devlet adamlarım olmayışı ve iç karışıklıklar, İtalya için uygun bir zaman oluşturmuştur. Bu uygun zamanı iyi hesap eden İtalya, Osmanlı Devleti’ne Trablusgarp üzerinde isteklerde bulunduğu 28 Eylül 1911 tarihli 24 saatlik bir nota vermiştir. Bu sürenin bitiminde 29 Eylül 1911’de ise verdiği ikinci bir nota ile Trablusgarp’ı işgal edeceğini bildirerek harp ilan etmiştir.
İtalyanların savaş ilanı karşısında “geleneksel Osmanlı kadrosu, devlet yöneticileri, asker ve diplomatik şahıslar, İtalya gibi güçlü bir devletle savaşacak durumda olmadıklarına inanmış ve diplomatik bir çözümden yana tavır almışlardır. Hükûmetin bu tutumu devrin genç subayları ve İttihat ve Terakkinin lider şahsiyetlerinin gözünden kaçmamıştır. Ali Fethi, Mustafa Kemal’e haber göndererek beraber Enver’in (Enver Paşa) yanına gideceklerini bildirmiştir.
Ali Fethi ile Mustafa Kemal, Enver Bey’in evine gitmişlerdir. Enver Bey; onlara,  hükûmetin tutumunun barıştan yana olduğunu, göz göre göre vatan parçasının teslim edilmek istendiğini söylemiştir. Bu duruma kendilerinin müdahale etmesi gerektiğini ve gönüllü arkadaşlar olarak oraya gidip savaşmalarının lazım geldiğini, tekrar akşam kendi evinde toplantı yapılacağını belirtmiştir.
Akşam olduğunda Enver Bey’in evinde yaklaşık on kişi toplanmışlardır. Bu toplantıya katılanlar arasında, Ali Fethi, Mustafa Kemal, Eşref (Kuşcubaşı, Teşkilat-ı Mahsusanın Başkanı), Süleyman Askerî, Mümtaz ve Hamdi Beyler vardır.
Toplanan bu şahıslar, karşılıklı görüşlerini açıklamışlardır. Trablusgarp’a giderek oradaki yerli halkı teşkilatlandırıp savaşmaya karar vermişlerdir. Gidecekleri yol güzergâhı olarak Mısır ve Tunus’u kararlaştırmışlardır. Bu gönüllü insanlar; gayet gizli olarak kılık ve kıyafetleri, isimleri değiştirilerek yola çıkacaklardır. Aldıkları bu kararı Ali Fethi, Mustafa Kemal ve Enver; Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın makamına giderek iletmişlerdir. Durumdan gayet memnun olan Mahmut Şevket Paşa; işin çok gizli tutulmasını istemiş ve kendilerinin izinli sayılacaklarını söyleyerek pasaport işlemleri için gerekli kolaylığın da sağlanacağı teminatını vermiştir.
Bunun üzerine harekete geçen Ali Fethi, Paris’e gitmiştir. Orada Elçi Rıfat Bey ve Fransız Harbiye Nezaretinde güvendiği insanları ziyaret ederek onlardan Trablusgarp’a gidebilmesi için yardım istemiştir. Burada gerekli hazırlıkları yapan Ali Fethi, yanına tıp öğrenimi yapmış ve yapmakta olan beş askerî doktoru alarak Paris’ten hareket etmiştir.
Kılık kıyafetlerini değiştirip değişik kimlikle aldıkları pasaportlarla Marsilyalı bir kayıkçının kayığında başlayan deniz yolculuğu çok çetin geçmiştir. Tunus’un Sfax Limanı’na varan Ali Fethi, buradaki Müslümanların da yardımlarıyla 10-15 gün süren zorlu bir yolculuktan sonra tahminen 10-12 Ekim 1911’de Trablusgarp’a ulaşmıştır.
Ali Fethi, Genelkurmay Başkanlığının 1 Ekim 1911 tarihli şifre emriyle Albay Neşet’in komutanlığındaki 42. Tümenin Kurmay Başkanlığına atanmıştır. 
Ali Fethi cepheye vardığında durum çok kötüdür. İtalyanların Ekim ayının başında başlattıkları bombardımanlarla sahil boyundaki halk perişan olmuş, kuvvetlerimiz geri çekilmiştir. 6 Ekim 1911’de Trablusgarp kenti, 4 Ekim 1911’de Tobruk ve 8 Ekim’de Derne işgali başlamış; 13 Ekim’de Derne, Homs ve Bingazi İtalyanlarca ele geçirilmiştir.
Birliklerimiz kendilerine, Saniyen Garyan mıntıkalarında çekidüzen verirken Albay Neşet’in durumun vahametinden dolayı ümitsizliğe düştüğü bir anda, cepheye gelen Ali Fethi gerçeği görmüştür. Karargâhtaki çalışmaları ile neler yapacağını kısa zamanda anlamış ve hemen işe başlamıştır. Karargâhtaki çalışmalarını tamamlayarak birliklerin başına geçmiştir.
Mısır yoluyla Tobruk, Derne ve Bingazi’ye gelen Mustafa Kemal ve Enver de vakit kaybetmeden çalışmalara başlayarak kuvvetlerini toplayıp harekete geçmiştir.
Yerli halkı teşkilatlandırarak düzenli birlik hâline getirmeye çalışan Ali Fethi'nin işi zordur. Çünkü işgallerden önce ve sonra İtalyanlar Trablusgarp’taki yerli halka yapılan savaşta Türklerin büyük kayıplar verdiği, savaşı kendilerinin kazanacağı, Türklerin onları kandırdığı yolunda bildiriler dağıtarak halkı oldukça etkilemişlerdir.
Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen Ali Fethi yerli insanları ve askerî birlikleri İtalyanlar karşısında teşkilatlandırarak karşı saldırıya geçecek duruma getirmiştir. 23 Ekim 1911 Hani Taarruzu, Trablusgarp’taki Türk ve yerli kuvvetlerin ilk başarılı taarruz günüdür. Gece yarısı başlayıp 8 km’lik bir alanda yapılan bu taarruz karşısında, İtalyanlar çok zor durumda kalmış, halkın ayaklanmasını bastırmakla meşgul olmuştur. Hiç şüphesiz son model silah, cephane, makinalı tüfek ve insan gücünden yoksun bu orduyu İtalyanlar için korkulu hâle getiren; Ali Fethi ve arkadaşlarının büyük gayretleridir. Ali Fethi, etrafına topladığı ve teşkilatlandırdığı kuvvetlerle durmadan düşmana baskın ve saldırılarda bulunmuştur. Bu baskınların en önemlilerinden biri de 2 Kasım 1911 günü yapılandır.
Ali Fethi, fırka kumandanlığına Cumapazarı'ndan yazdığı raporda, 2 Kasım 1911 günü düşmana taarruz edileceğini bildirerek fazlasıyla sargı bezi gönderilmesini istemiştir. Hani Trablus yolu istikametinde düşmana taarruz edilmiş, düşman geri çekilmek zorunda kalmış ve bu geri çekiliş esnasında çokça zayiat verdirilmiştir. 3 Kasım 1911 günü ise taarruz devam etmiş, Hani yolunun kuzeyindeki düşman, top ateşi karşısında mevzilerini terk ederek kaçmıştır. Bu kaçış sırasında Hani-Trablus yolunun güneyinde Şeyh Suni ve Şeyh Yusuf’un gönüllü birliklerinin saldırısına maruz kalarak perişan olmuşlardır.
Düşman kuvvetleri; çok üstün olmasına rağmen Türk kuvvetleri karşısındaki yenilgi ve geri çekilişlerinin öcünü yerli, masum ve savunmasız halktan almıştır. Onları hunharca öldürmüşler, akla hayale gelmeyen işkenceler yapmışlardır. Bu durumu 42. Tümenin Kurmay Başkanı Ali Fethi, 3 Kasım 1911 tarihli yazısıyla fırka kumandanlığına bildirerek İtalyanların yaptıklarının İstanbul’a iletilip Avrupa devletleri nezdinde protesto edilmesini istemiştir.
Türk kuvvetleri kazandıkları bu başarıların vermiş olduğu moralle bir taraftan hücumlarına devam ederken bir taraftan da İstanbul’dan silah ve mühimmat yardımı yapılmasını, ellerindeki kuvvetin azalması nedeniyle barış görüşmelerinin de başlatılmasını istemişlerdir.
İtalyanların Trablusgarp’ta bir avuç kahraman karşısındaki bu yenilgileri, Avrupa kamuoyunda ve kendi insanları nezdinde olumsuz bir hava oluşturmuştur. Böylece her an olabilecek barış görüşmelerine hazırlık ve tehdit unsuru olması hesabıyla, 5 Kasım 1911’de Trablusgarp’ı kendi topraklarına katan iradeyi krallarına imzalatmışlardır. Osmanlı Devleti ise bu durumu kabul etmediğini karşı cevapla dünya kamuoyuna duyurmuştur.
Bu gelişmelerin yaşandığı sırada Ali Fethi de tümen kurmay başkanlığı görevinden bağışlanmasını istemiştir. Çünkü Ali Fethi karargâhta çok az durmuş, günleri cephede halkı ve askerleri derleyip toparlamak ve taarruzla geçmiştir. Ali Fethi, asker ve halk arasında önemli bir saygınlık elde etmiştir. Karargâha geri dönüp orada meşgul olması durumunda; askerin ve halkın moralini bozabileceğinden, kurulmuş olan düzen ve disiplinin çözülmesinden korkmuştur. Ali Fethi; fırka kumandanlığına yazdığı bir yazıda düşmanın evvelce tahliye edilmiş evler üzerine keşif maksadıyla yaptığı hareketin hücum zannedilerek harekete geçildiğini, düşmanın mitralyöz ateşi karşısında zor durumda kalındığını, fakat buna rağmen düşmanın gerilediğini bildirmiştir.
Ali Fethi; fırka kumandanlığına gönderdiği bir başka yazıda; kolları bağlanarak öldürülen beş Arap’ın cesedine rastlandığını, kolları bağlanarak kendisine her türlü çirkin saldırıda bulunulan bir kadının kurtarıldığını bildirmiş; bu durumun bir İngiliz subayı tarafından da görüldüğünü, Times ve diğer Avrupa gazetelerine bu haberlerin iletileceğini kaydederek İstanbul basınının da bu görüntü ve haberlerle bilgilendirilip dünya kamuoyuna İtalyanların yapmış olduğu haksız ve acımasız zulmün duyurulmasını istemiştir.
Düşman kuvvetleri Trablus’u terk ettikten sonra Ayn-Zara’ya karargâh kurmuş Türk birliklerine 25/26 Kasım 1911 gecesi top ateşiyle saldırıya geçmiştir. Bir taraftan da denizden desteklenen bu taarruzda, düşman çok üstün kuvvetleriyle harekete geçmesine rağmen pek başarılı olamayıp önce ele geçirdikleri Ayn-Zara’yı 27 Kasım’da Türk mücahitleri geri almıştır.
İtalyan kuvvetleri 1 Aralık 1911 günü sabah erkenden Ayn-Zara'da tekrar saldırıya geçmiştir. Bugünün bir diğer önemi ise Kurban Bayramı olmasıdır. Düşman, bu bayram gününden dolayı Müslümanları karşılarında bulamayacaklarını zannetmiştir. Fakat tam tersi olmuştur. Ali Fethi ve Neşet Paşa askerle beraber gönüllüleri düşmanla harp etmek için sevk etmiştir. Umumi sahil ve Tacura gönüllülerine de haber gönderilmiştir. 2 Aralık 1911 günü İtalyan güçleri, Hani cihetinden düşmana taarruz eden Türk kuvvetlerini her taraftan sararak karadan ve denizden yoğun ateş çemberine almıştır. Bu muharebede Türk kuvvetleri ilk yenilgilerini tatmıştır. İtalyanlar büyük moral bulurken Türk birlikleri ve yerli halk o derece moral bozukluğu içine girmişlerdir. Hatta yerli halktan firar edenler, cepheyi terk edenler dahi olmuştur.
İyi bir moral gücü yakalayan İtalyanlar, 19 Aralık 1911’de tekrar saldırıya geçmişlerdir. Sedre civarında yapılan bu muharebeyi İtalyanlar kaybetmiş, büyük bir moral çöküntüsüyle Ayn-Zara’ya geri çekilmişlerdir. İtalyanlar, Trablusgarp’ın doğusundaki Homs kazasına Ekim ayının ortalarında başlatıp Kasım ayının sonu kadar devam ettirdikleri saldırılardan da bir sonuç alamamışlardır.
Trablusgarp’ta bu başarılar sağlanırken Derne ve Tobruk’ta da Mustafa Kemal ve Enver’in taarruz planlarıyla düşman geri püskürtülmüş ve işgal ettikleri yerler tekrar ele geçirilmiştir. İtalyan gemileri atış sahasından ileri gidemez olmuştur.
 
1912 YILINDA KARA HAREKÂTI VE BARIŞ
Osmanlı Devleti Trablusgarp’taki başarılı ortamdan faydalanarak barış yollarını ararken İtalya da Aralık 1911 ’den itibaren artık Trablusgarp’ta başarılı olamayacağını anladığından büyük devletler nezdindeki girişimlerle barış sağlamaya çalışmıştır. 1912 Nisan’ına kadar süren bu iki taraflı barış girişimlerinden bir sonuç alınamamıştır.
İtalya, bir taraftan barış girişimlerini sürdürürken diğer taraftan da Trablusgarp’taki kuvvetlerini takviye etmiştir. Akdeniz’de donanmasını hazır bulundurarak hem Anadolu’dan gelen yardımları engellemiş hem de Trablusgarp’taki olumsuz durumun devam etmesi hâlinde Boğazlara ve Adalara her an bir saldırının planlarını yapmıştır. 23 Nisan/17 Mayıs 1912 tarihleri arasında Ege Denizi’ndeki Rodos ve on bir ada İtalyanlar tarafından işgal edilmiştir.
İtalyanların Ocak 1912’de Kırkarış, Zanzur, Homs, Mısrata (önemli bir kıyı şehir merkezi), Derne ve Tobruk gibi merkezler ve etrafında başlattığı taarruzlar; aylarca süren karşılıklı yoğun mücadelelere yol açmıştır. Ali Fethi, Mustafa Kemal ve Enver gibi gönüllü olarak Trablusgarp’a gelen genç subayların teşkilatlandırdığı insanlar, çok olumsuz şartlara rağmen yapılan gerilla harbinde düşmana zor durumlar yaşatmıştır. Zaman, zaman şehir merkezlerini ele geçirmesine rağmen İtalyanların hiç beklemediği anda karşılaştığı direnişler, İtalyanlar ve dünya kamuoyu tarafından hayretle karşılanmıştır. İtalyanların Trablusgarp’taki bu direniş ve kahramanlık karşısında Kızıldeniz’e, Beyrut’a ve Çanakkale Boğazı’na yaptıkları saldırılar beklenen sonucu vermemiştir. Bu savaşın en önemli şahsiyetlerinden biri olan Ali Fethi, Trablusgarp’taki gösterilen bu başarılar için şöyle demektedir:
"...Trablusgarp'taki vatanseverlik ve yiğitlik dünyaya anlatılsa idi, Türklüğün her şeyini kaybettiği düşüncesinin hâkim olduğu o günlerde, dünyanın gözü önünde itibarımız yerini almakla kalmaz, hayranlık uyandırırdık. Trablusgarp, bugünkü neslin bilmesi gereken vatanseverlik destanıdır.”  
Fakat bu arada Balkan devletlerinin, Avrupa devletleri tarafından kışkırtılmaları ve kendi aralarında çeşitli anlaşmalar yaparak Osmanlı Devleti’ne harp ilan etmeleri, Trablusgarp’ta barış yapılmasını zorunlu kılmıştır. 15 Ekim 1912 tarihinde Uşi’de kararlaştırılan antlaşma, padişah iradesi ile onaylanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti Kuzey Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp ve geçici de olsa verilen Oniki Ada’yı kaybetmiştir. 
Tanınmış Alman Askerî şahsiyeti Von der Goltz şöyle der: “Düşmanlar; genç Türklerin ortaya koyduğu neticeden, millî ruhlarını ve gölgelenmiş gözüken haysiyetlerini şuurlandırarak eski günlerine dönüşlerinden endişeye düştüler ve Balkan Harbi’ni tasarladıkları tarihten önce çıkarttılar.”
Bu şekilde vakitsizce başlayan Balkan Harbi; Trablusgarp’ta destan yazan Ali Fethi, Mustafa Kemal, Enver Bey ve diğer genç subayların İstanbul’a dönmesine yol açmıştır.
 
BALKAN HARBİ VE ALİ FETHİ
Osmanlı Devleti bu harpte kendi bünyesinden çıkmış dört devletle (Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ) savaşmıştır. Beş asır hâkimiyetinde bulundurduğu toprakların tamamını kaybettiği savaşın, çok önemli sebepleri vardır.
Bu sebepler; Rusya’nın 1905’te Japon Savaşı’ndan yenilgiyle çıkması, Balkanlar’a, Karadeniz kıyılarına ve Boğazlara hâkim olma arzusuyla giriştiği Slavcılık politikası ve Balkan devletlerinin ittifakı için çalışıp onları Osmanlı aleyhinde kışkırtması, Karadağ’ın Balkanlar’da daha fazla büyüme isteği, Yunanistan’ın Bizans İmparatorluğu’nu kurma sevdası, Sırbistan’ın eski büyük Sırbistan’ı gerçekleştirme ve Makedonya’yı alma hedefi, Bulgaristan’ın ise bu bölgede yaşayan milletlerin özünü Bulgarların oluşturduğu inancıyla Büyük Bulgaristan’ı oluşturma rüyası, diğer Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın teşvik ve kışkırtmaları ile aralarında ittifaklar kurarak harekete geçmeleridir. Balkan devletlerinin kendi aralarında ittifaklar kurmalarında en büyük etken ise “Kiliseler Kanunu” olmuştur.
Bu kanundan önce Bulgaristan, bağlı olduğu Rum-Ortodoks kilisesinden ayrılıp millî bir kilise kurmuştur. Fener Rum Patrikhanesi Bulgar kilisesini aforoz etmiştir. Sırbistan millî kilise davası peşinde olmuştur. Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ arasında Osmanlı Makedonya topraklarındaki okul, kilise ve manastırların hangi cemaate ait olduğu hakkında büyük anlaşmazlıklar vardır. Rumeli’de Osmanlı-Rus Harbi’nden (1877-78) sonra bilhassa başlayan çetecilik ve ayaklanmalara rağmen bu devletler kendi aralarında hiçbir zaman birlik oluşturamamışlardır. Fakat İkinci Meşrutiyet’ten (1908) sonra iktidarı ele alanlar Rumeli’deki bu huzursuzluğun sebebinin kiliseler anlaşmazlığı olduğunu düşünerek 2 Temmuz 1910 yılında “Kiliseler Kanunu”nu çıkarmışlardır. Bu Kanun’la “İhtilaflı kilise, okul ve mukaddes yerlerde hangi unsurun nüfusu çok ise buraları ona aittir.’’ esası kabul edilmiştir. Böylece yıllardır Balkan devletleri arasındaki düşmanlık sona ermiş ve kendi aralarında ittifak yapmanın yolu açılmıştır.
Sırbistan'la Bulgaristan 13 Mart 1912’de, Bulgarlarla Yunanlılar 29 Mayıs 1912’de, Sırbistan’la Karadağ 6 Ekim 1912’de, Karadağ’la Bulgaristan Ağustos ise 1912’de “Kiliseler Kanunu"nun getirmiş olduğu dostluk havası içerisinde sözlü birer anlaşma imzalamışlardır.
Balkanlar’da bu gelişmeler olduğu sırada Osmanlı Devleti de sık sık yaşanan hükûmet değişiklikleri, 13 Nisan 1909’da 31 Mart Vakası, 14 Nisan 1909’da Ermenilerin Adana İsyanı, 5 Ekim 1908’de Avusturya'nın Bosna-Hersek’i ilhakı, 1910’da Harran’daki Dürzi Ayaklanması, 1911’de Yemen’de çıkan olaylar ve 1911 yılının Eylül’ünde başlayıp devam eden Trablusgarp Harbi gibi çok ciddi iç sorunlarla uğraşmaktadır.
Balkan devletleri kendi aralarında birlik ve ittifaklarını kurduktan sonra, Osmanlının içinde bulunduğu durumu uygun bularak bahaneler aramaya başlamışlardır. Önce, sınırdaki olayları bahane eden Karadağ, 8 Ekim 1912 günü Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. 16 Ekim 1912’de Bulgaristan ve Sırbistan, 18 Ekim 1912’de Yunanistan ve 13 Ekim 1912’de Bulgaristan bir nota ile savaş ilan etmiştir. Tarihte ilk kez bütün Hristiyan Balkan ülkeleri Osmanlı Devleti’ne karşı birleşmişlerdir. Bu gelişmeler üzerine Başkomutanlık Vekâletinin doğu ve batı ordularına taarruz emri vermesiyle savaş başlamıştır. Yalnız bu savaş başlamadan önce Yanya valisi devlet merkezine gönderdiği 30 Temmuz 1911 tarihli yazı ile ordunun iç savaşlarla yorgun olduğunu; partizanlık, şahsiyat, bölgecilik ve şiddetli yayınların milleti kinle, nefretle doldurduğunu dile getirerek kesinlikle harbe girilmemesi uyarısında bulunmuştur.
Savaş başladığında Trablusgarp’tan dönen Ali Fethi, İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığında görevlendirilmiştir.
Savaş ise bütün hızıyla devam etmiştir. Her cephede düşman karşısındaki ordu; direniş göstermesine rağmen başarılı olamamış, sürekli geri çekilmiştir. Bulgarlar karşısındaki Doğu Ordusu, bütün Trakya’yı terk ederek Çatalca’ya kadar çekilmiştir. Osmanlı ordusu Sırbistan’a Kumova’da yenilmiş, Yunanlılar Selanik’i ele geçirerek Ege Adaları’ndan Bozcaada, Limni, Samotraki ve Taşoz’u işgal etmişlerdir.
Vatan topraklarını savunmak için denizaşırı yolları kateden Ali Fethi, tabii ki masa başında oturmamıştır. Harbiye Nazırına (Millî Savunma Bakanı) çıkarak cephede görev istemiştir. Harbiye Nazırı Nazım Paşa bunu içtenlikle kabul etmiş ve Ali Fethi, 25 Kasını 1912 tarihli emirle Çanakkale Boğazı Mürettep Kuvvetler Kurmay Başkanlığına tayin edilmiştir.
Görevine başlayan Ali Fethi, durumun hiç ümit verici olmadığını, düşmanın sayı ve güç bakımından çok üstün olduğunu görmüş fakat asıl felaketi, ordunun boğazına kadar politikaya gömülmesi olarak değerlendirmiştir. 
Ordunun bu kötü durumu hükûmeti harekete geçirmiş ve barış görüşmeleri için girişimler başlamıştır. Fakat bu girişimlerden bir sonuç alınamamıştır. 3 Aralık 1912 tarihinde Çatalca’da imzalanan mütareke gereğince ateşkes sağlanmıştır. Bundan 10 gün sonra Londra’da başlayan Barış Konferansı ise sık sık kesintiye uğramıştır. Ardından 29 Ocak 1913 günü tamamen sonuçsuz dağılmıştır. Barış girişimlerinin olumsuz sonuçlanmasını müteakip Edirne’yi kuşatıp Çatalca hatlarına kadar gelen Bulgar orduları, Çatalca hattını aşamayınca Gelibolu Yarımadası’na doğru taarruz hazırlıklarına başlamış ve Türk ordusunu (Bolayır Kolordusu) Boğaz’ın dar kısmına sıkıştırmıştır. İşte burada harbin kaderinde etkili olan Bolayır Muharebesi ve Şarköy Çıkarması başlamıştır.
O sırada Bolayır Kolordu Komutanı Fahri Paşa, Erkân-ı Harbiye Reisi Ali Fethi ve Hareket Şube Müdürü de Mustafa Kemal’dir. Şarköy’den çıkarma yapması için kurulan Onuncu Kolordunun komutanı Hurşit Paşa ve Erkân-ı Harbiye Reisi ise Enver’dir. Bolayır Muharebesi ve Şarköy Çıkarması’ndaki gaye; Bulgar kuvvetlerinin geriye çekiliş hattını keserek iki ateş arasında bırakıp yenilgiye maruz bırakmak ve böylece Edirne’yi kurtarmaktır. Ya da en azından bu yolda girişimlerde bulunulduğunu ortaya koymaktır.
Başkomutanlık, Bolayır’da yapılacak taarruz ve Şarköy’den yapılacak çıkarma için Mürettep Komutanlığından ve onun kurmay başkanı Ali Fethi’den geniş bir şekilde kendi durumları ve karşıdaki düşman hakkında bilgi istemiştir.
Zaten bu sırada karşıdaki düşman hakkında keşif yaptırmış olan Ali Fethi, tekrar bir keşif yaparak Başkomutanlığa 5/6 Şubat 1913’de bir rapor göndermiştir. Raporda; düşmanın Kavaksuyu’nun güneyine zayıf kuvvetlerle geçtiği, diğer büyük kuvvetlerin kuzeydeki Keşan-Malkara’da bulunduğu ve Kavaksuyu’nun geriye çekilişe pek müsait olmadığı iletilerek Mürettep Kuvvetlerin zaman kaybetmeden taarruza geçeceği ve kendilerinden cevap beklendiği yazılmıştır.
Fahri Paşa, Ali Fethi ve Mustafa Kemal’in önceden düşündüğü taarruzu Başkomutanlıkta düşünmüş olmalıdır ki bilgi istenmiştir. Fakat Başkomutanlık; gelen bilgiler ve keşifler ışığında Bolayır Kolordusuna tek başına taarruz etmesinin sakıncalı olacağını, saldırının; İstanbul’dan gönderilecek 10. Kolordu ile koordineli olarak 8 Şubat 1913 tarihinde yapılması şeklinde planlandığını mürettep kolorduya bildirmiştir.
Ali Fethi; Bolayır Muharebesi ile ilgili yazdığı küçük kitapçığın 8. sahifesinde, düşmanın bu zayıf durumunun böyle devam edemeyeceğini 8 Şubat 1913’te durumun farklı olacağını yazmıştır. Gerçekten de 5/6 Şubat’taki durum değişmiş ilk keşiflerin haricinde düşmanın Sarazköy ve Sivritepe (hariç) 1 piyade alayı, 14 bataryası ve 6 bataryanın olduğu ortaya çıkmıştır.
Bolayır Kolordusu ile Genel Karargâh arasındaki yazışmalar tamamlanmış ve 8 Şubat 1913 sabahı başlayacak taarruz için birlikler hazır duruma getirilmiştir. 7 Şubat 1913 günü akşamı gelen emir üzerine Kuva-yı Mürettebe Komutanlık Karargâhında komutan Fahri Paşa, Kurmay Binbaşı Erkân-ı Harbiye Reisi Ali Fethi, Harekât Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, 10. Kolordunun irtibat subayı Binbaşı Tevfik ve diğer karargâh subayları toplanıp durum değerlendirmesi yapmıştır. Binbaşı Tevfik, 10. Kolordunun bütün hazırlıklarını tamamlayarak yarın sabah şafakta Şarköy bölgesinde olacağını ve birlikte yapılacak taarruz için kararlı olduğunu söylemiştir. Yapılan bu toplantıda, fikirler ortaya atılıp tartışıldıktan sonra herkes dağılıp tümeninin başına gitmiştir.
Ali Fethi, 10. Kolordunun hazırlığına rağmen çıkarmanın hayli zaman alacağını irtibat subayına söyleyerek bir gecikme ihtimaline karşı irtibat subayının kesin konuştuğunu, bunun üzerine Bolayır Kolordusuna taarruz emri verildiğini belirtmektedir.
Bolayır Kolordusu taarruza hazırken 10. Kolorduda durum şu merkezdedir: 10. Kolordunun 1. kademesi vapurla bindirilip harekete hazır hâle getirilmiştir. Saat 18’de hareket edilecektir. Fakat Güzel Girit Vapuru ortalarda yoktur. Aranmış, bulunamamıştır. Saat I9’da hareket eden Kolordu Komutanı Hurşit Paşa, Erkân-ı Harbiye Reisi Enver’in (Yarbay) bulunduğu vapur (Nilüfer) Haydarpaşa açıklarına geldiğinde 31. Tümenden bir telgraf almışlardır. Telgrafta, 61 ve 62. şirket vapurlarının Şarköy’e asker götürmeyeceği bildirilmektedir. Enver Bey, Haydar Paşa telgrafhanesinden cevabi telle gerekirse zor kullanılmasını ve Güzel Girit Vapuru’nun aranmasını, eğer hareket etmişse Şarköy’e doğru gelmesini emretmiştir.
İki üç saatlik gecikmeyle 31. Tümen de hareket etmiştir. Sabah olduğunda (8 Şubat 1913) Saat 8’de Enver’le Hurşit Paşa’nın vapuru İnceburnu’na gelmiştir. 31. Tümeni taşıyan vapurla, havanın da rüzgârlı ve denizin dalgalı olması nedeniyle ancak 1,5-2 saat sonra buluşmuşlardır. Diğer vapurlardan haber yoktur.
Tabii bütün bu olumsuzluklardan haberi olmayan Fahri Paşa ile Ali Fethi, Bolayır Kolordusuna sabah erkenden taarruz emri vermiştir. Yoğun bir çarpışma ve top ateşi içerisinde taarruza devam ederken bir taraftan da Şarköy’de yapılacak çıkarma heyecanla beklenmektedir. Ne yazık ki saatler geçmesine rağmen bir haber gelmemiş ve Şarköy’den Bulgar kuvvetleri saldırıya geçmiş, ordumuz perişan olup çok kayıp vermiştir.
Bu arada İnceburnu’ndaki 10. Kolordunun vapurlardaki askeri beklemektedir. Yarbay Enver Bey (Enver Paşa) Nilüfer Vapuru’ndan Bolayır’a bir mesaj hazırlamış, tam göndereceği an Binbaşı Tevfik gelmiştir. Yarbay Enver Bey, vapurların tam zamanında gelmemesinden dolayı taarruzun ertesi güne (9 Şubat 1913) ertelenmesi istediğini bildirmekten son anda vazgeçmiştir.
10. Kolordunun irtibat subayı Binbaşı Tevfik, hiç değilse eldeki mevcut kuvvetlerin çıkarılmasını teklif etmiştir. Bu kabul edilip Bolayır’a saat 10’da çıkarma yapılacağı bildirilmiştir.
Fakat çıkarma bir türlü gerçekleştirilememiştir. Hava muhalefeti dolayısıyla çıkarma 1,5 saat geç yapılabilmiştir. Bu durumda iş işten geçmiş ve Bolayır Kolordusu ağır yenilgiye uğrayıp çokça kayıp vermiştir. İstanbul’dan yardım talep edilerek hiç değilse Gelibolu’dan kuvvet takviyesi yapılması ve buranın Bulgarların eline geçmesinin önlenmesi istenmiştir. Aynı zamanda 10. Kolordunun arzusuna rağmen bu vakitten sonra beraberce bir taarruz yapacak durumlarının olmadığı da Başkomutanlığa bildirilmiştir.
Şarköy’e çıkan Enver Bey illa da bir taarruz yapmak için ısrar etmişti. Bu fikre Fahri Paşa, Ali Fethi ve Mustafa Kemal karşı çıktığı gibi, Başkomutanlık da razı olmamıştır. Durumu yerinde görmek isteyen Enver Bey Bolayır Karargâhına gitmiş, durumun o kadar da fena olmadığı kanaatini oradakilere söylemişti15fi. Bu durum, ordu komutanları arasındaki diyalog eksikliği ve görüş ayrılığının da bir ifadesi olmuştur.
Günlerce önce büyük ümitlerle hazırlanılan Bolayır ve Şarköy çıkarması, neticede ordumuzun yenilip moralce çökmesine yol açtığı gibi; Ali Fethi, Mustafa Kemal, Enver ve diğer İttihatçıların ileri gelenleri arasındaki anlaşmazlığın da tamamen su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Söz konusu komutanlar, bu yenilginin suçunu birbirlerine atmaya uğraşmışlardır.
Hatta 1913 yılında yazarı belli olmayan “Balkan Harbinde Askerî Mağlubiyetlerimizin Esbabı” adlı bir eser kaleme alınmış ve bu eserin 82. sahifesinde, Şarköy ve Bolayır Muharebesi yenilgisinin sebebinin; ‘tabya hatası”ndan ve “Bolayır'daki kolordunun yalnız başına muzaffer olma hevesinden kaynaklandığı” ifade edilmiştir. Bunu okuyan Ali Fethi çok üzülmüş ve cevap olarak 26 sahifelik bir kitapçık hazırlamıştır. Bu küçük kitapçıkta hadiseyi olduğu gibi anlatan Ali Fethi; yenilgiye, 10. Kolordunun zamanında çıkarma yapmamasının yol açtığını ifade etmiştir. Hadisenin gelişimi incelendiğinde, bunun doğru olması ihtimali fazladır.
Bolayır Muharebesi’nin mağlubiyetle neticelenmesiyle komutanlar arasında ortaya çıkan huzursuzluk, Ali Fethi ve Mustafa Kemal’i istifanın eşiğine getirmiştir.
26 Mart 1913’te Edirne’nin düşmesi ve 30 Mayıs 1913 Londra Barış Antlaşması ile Midye Enez hattının batısındaki toprakların Edirne dâhil kaybedilmesi, hem genç subaylara hem de millete büyük üzüntüler yaşatmıştır.
Balkan devletlerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı başlayan II. Balkan Harbi’ni fırsat bilen ordumuz harekete geçmiştir. Fahri Paşa’nın kumanda ettiği ve Enver’in kurmay başkanı olduğu kolordu ile Hurşit Paşa’nın kumanda ettiği ve Ali Fethi ile Mustafa Kemal’in kurmay başkanlığını yaptığı Bolayır Kolordusu, Trakya’da Edirne istikametine ilerleyip Edirne’yi düşman işgalinden kurtarmıştır (21 Temmuz 1913).
Ali Fethi, Bolayır yenilgisinin sebeplerini yazdığı kitapçığın 24. sahifesinde, “Balkan Harbi’nde mağlubiyetlerin esbabını (sebeplerini) araştırmak gülistan vatanın güzel bir çiçeği olan Rumeli'nin kaybedilmesinden ders ve ibret almak hepimiz için bir borçtur.” demektedir.
İşte bu duygularla dolu olan Ali Fethi Bey, savaştan sonra İstan­bul’a dönmüş ve 14 Eylül 1913 tarihinde askerlikten istifa etmiştir.
 
KAYNAKÇA
 
Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Talihimiz ve Jön Türkler, İstanbul, 1945.
Ahmet Turan Alkan, İkinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Cedit Yayınları, Ankara, 1992.
Ali Fethi Okyar, Bolayır Muharebesinde Adem-i Muvaffakiyetin Esbabı, İstanbul, 1330 (1914).
Ali Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, (Yayına Hazırlayan Cemal Kutay), Tercüman Yayınlan, İstanbul, 1980.
Ali Fuad Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap ve Aka Kitabevi, İstanbul, 1967.
Ayfer Özçelik, Ali Fuad Cebesoy, Ankara, 1993, Akçay Yay.
Benoist Mechin, Mustafa Kemal, Bir İmparatorluğun Ölümü, çev. Zeki Çelikkol, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997.
Celal Bayar, Ben de Yazdım,  Baha Matbaası, İstanbul, 1966.
Cemal Kutay, “Milli Mücadele’nin Gerçek Öncüleri”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 27, 15 Nisan 1987.
Cemal Kutay, “Milli Mücadele’nin Gerçek Öncüleri”, Türk Dünyası Tarih Dergisi S. 4, 15 Nisan 1987.
Cemal Kutay, Trablusgarp’ta Bir Avuç Kahraman (Fuat Bulca’nın Hatıraları), yay. Haz. Mustafa Unan, İstanbul, 1963.
Cemal Kutay, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, C. 17, Haziran 1961.
Ergün Aybars, “Makedonya ve 11.Meşrutiyet”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeler Dergisi, S. 1, İzmir, 1983.
Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih (1780-1900), Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1975.
Fahrettin Altay, “Balkan Felaketi”, Hayat Tarih Mecmuası, S. 8, Eylül, 1972.
Fatih Rıfkı Atay, Çankaya, Sena Matbaası, İstanbul, 1980.
Fethi Tevetoğlu, “Ali Fethi Okyar’ın Günlük Hatıraları”, Türk Tarihi Belgeleri Dergisi, TTK Yayını, C. XII, S: 16; Ankara, 1987
Fethi Tevetoğlu, “Atatürk'ün Davasını Yürütmekle İlk Aklına Gelen Arkadaşı Fethi Okyar", Türk Kültürü, Yıl: XXVI, S: 292, (Ağustos, 1987).
Genelkurmay Başkanlığı Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi (ATASE)
Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Arşivi
Hale Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1011-1012 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, TTK Basımevi, Ankara, 1989.
Halil Paşa, İttihat ve Terakkiden Cumhuriyet’e Bitmeyen Savaş, (Yayına Hazırlayan: Taylan Sorgun), Kamer Yayınları, İt- Baskı, İstanbul, 997.
Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, MEB Basımevi, İstanbul, 1982.
Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, MEB Basımevi, İstanbul, 1983.
Hayri Mutluçay, “Balkan Savaşında Uğrayacağımız Felaketi Gören Bir Vali”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Mayıs 1972.
 Hüsnü Ersü, “1912-1913 Balkan Harbinde Şarköy Çıkarması ve Bolayır Muharebeleri”, Askerî Mecmua, Yıl 2, S. 50, Haziran 1988.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, c. IV. Dergâh Yayınları, İstanbul, 1982.
İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu (1912-1922), Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, TTK Yayınları, Ankara, 1993.
Mithat Sertoğlu, “Balkan Savaşı Sonlarında Edirne’nin Kurtarılması Hususunda Hemen Teşebbüse Geçilmesi İçin Atatürk’ün Harbiye Nezaretini Uyarışına Dair Bir Belge”, Belleten, C. XXXII, S. 128, Ankara, 1968.
Münir Aktepe, “Atatürk’ün Sofya Ataşeliğine Kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Olan Münasebetleri ve Bu Hususla Alakalı Bir Belge”, Belleten, C. XXXIII, S. 150, Nisan 1974.
Nermin Kırdar (A. Fethi Okyar’ın Kızı) ile 24.8.1997 günü annesi, babası ve ailesi hakkında Üsküdar/İstanbul’da yaptığımız söyleşi.
Nermin Kırdar Özel Arşivi.
Osman Okyar- Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1997.
Osman Okyar Özel Arşivi.
Rauf Orbay, “Rauf Orbay’ın Hatıraları", Yakın Tarihimiz, C. II, 26 Temmuz 1962.
Suat İlhan, “Atatürk ve Askerlik, Düşünce ve Uygulamalar”, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Ankara 1990.
T.C. Hariciye Vekâleti Müddeti Hizmet Cetveli.
Tahsin Uzer, Makedonya’da Eşkıyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, TTK Yayınları, Ankara, 1987.
Tahsin Uzer, Makedonya’da Eşkıyalık Tarihi ye Son Osmanlı Yönetimi, TTK Basımevi, Ankara, 1987.
Tahsin Üzer, Makedonya'da Eşkıyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, TTK Basımevi, Ankara 1987.
Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Balkan Harbi (1912-1913), T.C. Gen. Kur. Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara, 1993.
Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Osmanlı-İtalyan Harbi (1911-1912) T.C. Gen. Kur. ATASE Yayınları, Seri No:5, Ankara, 1981.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA).
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA).
Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi Arşivi (TBMM A).
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Arşivi.
Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılap Tarihi, C. II, TTK Yayınları, Kısım IV, Ankara, 1952.
    - Türk İnkılap Tarihi, C. I, TTK Yayınları, Ankara, 1991.
Zekeriya Türkmen, “Makedonya Meselesi", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 61, (Ağustos 1989).
Ziya Şakir, “Serbest Fırka Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü?”, Tasvir Gazetesi, Tefrika No: 4, 28 Haziran 1945