ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ’NİN BAŞINA GELENLER

10 Aralık 2015 13:41
Okunma
3781
 ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİNİN BAŞINA GELENLER

 
Ahmet DEMİRTAŞ*
 
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla verilmesi gündeme gelen resepsiyon günlerce kamuoyunda tartışılmıştı. O günlerde kabul törenine kimler çağrıldı, kim katılacak gibi konular ön plana çıkmıştı. Tartışmaların bir yerinde ise  “Ak Saray” adı verilen yerin kaçak olduğu, ruhsatının olmadığı öne sürüldü. Tartışmaların, iktidarı ve R. Tayyip Erdoğan’ı sıkıştırdığı son gün Ermenek’teki kömür madeni cinayeti haberi gelince de (18 işçi ocakta kaldı ve yaşamlarını kaybetti.) tartışmaları öteledi ve bir anlamda iktidarı sıkıştığı yerden kurtarmış oldu. Bayram sonrasında Meclis’teki bütçe görüşmeleri sırasında bu saraya ne kadar para harcandığı gündeme geldi ve harcanan paranın fazla olduğu üzerine konuşma ve yorumlar ön plana çıkarıldı. TBMM komisyonlarında yapılan bütçe görüşmelerinde de “Kaç-Ak Saray” gibi adlarla anılıp yapımında kaç lira harcandığı tartışıldı. Yargı kararlarını hiçe sayarak açıklama yapan dönemin başbakanı “Gücünüz yetiyorsa kararı uygulayın, biz inşaatı bitireceğiz ve içine de oturacağız.” diyerek meydan okudu. Bu binanın yapımında harcanan paranın bizim verdiğimiz vergilerden karşılandığı ve gelecek yıllar için de borçlandırılacağımız apaçık ortadadır. Basında çıkan haberlere göre binanın yapımına 1,5 milyar lira harcandı. Bundan sonraki dönemde kaç lira daha harcanacağı bilinmiyor.
Biz yalnızca harcanan para üzerinden değerlendirme yapalım. Harcanan para Tayyip Erdoğan’ın gözüne az gelebilir. Ama biz emeğiyle geçinen insanlara göre hesap yaparız. Asgari ücretle çalışan bir kişinin bin liranın altında ücret aldığını biliyoruz. Varsayalım asgari ücret bin lira olsun. Harcanan para asgari ücretle çalışan 1.000 işçinin 12,5 yıllık ücretine eşittir. Başka bir hesaba göre Konya’nın geçen yıl ürettiği buğday 2 milyon 100 bin tondur. Toprak Mahsulleri Ofisi(TMO) 2014 yılında buğdayın kg. fiyatını 0,720 lira olarak belirlemiştir. Bu durumda harcanan para Konya’nın 2013 yılı buğday üretimi kadardır. 20 Kasım 2014 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazı, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi açıklamasına yer vermiş, Mimarlar Odası Kaçak Sarayın 1.000 değil, 2.000 odalı olduğunu, harcanan paranın da 5 milyar lira olduğunu belirtmiştir. Bu durumda Saray inşaatına harcanan para, 1.000 işçinin 41,6 yıllık ücretine eşittir. Harcanan para Konya’nın 3,3 yıllık buğday üretiminin parasal tutarına eşittir.
Bu yazının amacı  “Ak Saray” olarak adlandırılan bu yapının başlamasından günümüze değin geçen süreçte neler yaşandığını ve kamuoyunu yanıltmak için neler yapıldığını bir kez daha anımsatmaktır. Süreç içinde yaşananlara ormancılık kamuoyu tanık olmuşsa da aradan geçen sürede bazıları unutulmuştur.  Baştan açıkça belirtelim ki 2010 yılından bu yana sürecin bütün aşamalarında Başbakanlık için bina yapacağız/yapıyoruz açıklaması yapılmamıştır. Dönemin bakanı, genel müdürü ve başka yetkililere sorulduğunda; böyle bir şey yok, haberimiz yok yanıtı alınmıştır. Günümüzde yükselmiş olan yapının bulunduğu yer(arsa) 460 dekarı Orman Genel Müdürlüğü Gazi yerleşkesi, 70 dekarı ise Atatürk Orman Çiftliği(AOÇ) arazisi olmak üzere 530 dekar büyüklüğündedir. Bina yapımı ile AOÇ ve Devlet Mezarlığı arazisi içinde yol genişletilmesi yapılması sonucunda giden miktar eklendiğinde rakamın 600 dekarı geçtiği söylenebilir.
Ormancılık kamuoyunda 2008 yılından başlayarak OGM Gazi yerleşkesinin Başbakanlığa verileceği konuşulmaya başlanmıştır. Konu Ormancılık meslek örgütlerince Genel Müdür ve Bakana defalarca sorulmuştur. Her defasında alınan yanıt “Böyle bir şey yok, bizim haberimiz yok.” biçiminde olmuştur. Meslek örgütlerinin son ziyaretlerinde Bakan Eroğlu: “Böyle bir şey yok, olsa bile sizi sokağa atacak değiliz.” yanıtını vermiştir. Gazi yerleşkesi; ormancılık örgütünün 1950’li yılların ortasında satın aldığı, önce Ormancılık Araştırma Enstitüsü binasını daha sonra da diğer birimleri için binalar yaparak ve ağaçlandırma çalışmalarını yürüterek yaratılmış bir yerdir. 1961 yılında da AOÇ’den 430 dekar yer alınarak Söğütözü Orman Fidanlığı ile Söğütözü Mesire Alanı oluşturulmuştur. Alana yönelik ilk talan 2005 yılında Söğütözü Fidanlığının Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine(TOBB) hukuk dışı olarak satılmasıyla başlanmıştır. Bakanlık 116 orman fidanlığından 39 tanesini kapatma ve satma kararı almıştır. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği bu kararı Yargıya taşımıştır. Söğütözü Fidanlığı ve ayrıca 5 fidanlık satılmıştır. 39 fidanlığın kapatılması ve satılması kararını yargı önce durdurmuş, sonra da iptal etmiştir. Ama 6 fidanlık satılmıştır. Çevre ve Orman Bakanlığı bu satış başarısını önemsemiş olmalı ki yaklaşık yarım asırdır oturduğu yeri elden çıkarmayı, kendisi de kiracı olmayı amaç edinmiştir.
2008’den sonra çıkan söylentiler sorulduğunda yalanlayan yetkililer, 2010 yılında 1. derece doğal ve tarihî sit statüsünde olan yerleşke için “Koruma Amaçlı Uygulamalı İmar Planı” yapacağını belirterek Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne başvurmuştur. Başvuruda gerekçe olarak yerleşkede bulunan binaların bakımının yapılamadığı, bazılarının yıkılma tehlikesi taşıdığı belirtilmiştir. OGM tarafından yapılan 4.3.2011 tarihli 14 kuruluşun çağrıldığı toplantı, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin (TMMOB) itiraz etmesi üzerine Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce iptal edilmiş ve yetkinin Yenimahalle Belediyesine ait olduğu açıklanmıştır. OGM; bu başvurudan önce bütün idari binaların iletişim alt yapılarını yaptırmış, pencerelerini yenilemiş, boyalarını yaptırmıştır. Yerleşke içindeki camiyi aynı dönemde büyütmüş ve duvarların dışına kaplama yaptırmıştır. Bu gerçeği kurum çalışanlarının bilmesine karşın binaların bakımının yapılamadığını öne sürebilmiştir.
Bu kez Ankara Büyükşehir Belediyesi 29.4.2011 tarihinde 20 kuruluşun çağrıldığı Koruma Amaçlı Uygulamalı İmar Planı yapılması için bilgilendirme toplantısı düzenlemiştir. Toplantıya katılan OGM yetkilisi, “Çivi bile çakamıyoruz.” gerekçesini açıklamıştır. Bu bütünüyle gerçek dışı bir açıklamadır. Bu açıklamadan kısa bir süre önce bütün binalar elden geçirilmiş, pencereler değiştirilmiş, iç ve dış duvarlar boyanmıştır. Bu durum fotoğraflarda net bir biçimde görülmektedir.  Plan yapılması için yapılan başvuru öncesinde yerleşkede bulunan ağaçlar için rölöve planı yaptırıldığı öğrenilmiştir. Yüzlerce orman, makine, inşaat, harita mühendisi, mimar ve peyzaj mimarının çalıştığı OGM’de yerleşkedeki ağaç rölöve planının bir şirkete yaptırılmasının ve gizli tutulmasının özel bir amacı olmalıdır. İç Anadolu Ormancılık Araştırma Müdürlüğü uzmanlarının yaptığı çalışmada, yerleşkede 133 tür odunsu bitkinin yetiştiği saptanmıştır. 1954-1980 döneminde yapılan ağaçlandırmalarla alanda %70’lere varan kapalılıkta orman oluştuğu amenajman planlarına yansımıştır. Planın yapılmasına ve bilgi verilmesine dayanak olarak gösterilen raporda isim ve imza bulunmamaktadır. Rapor öylesine baştan savma ve özensiz hazırlanmıştır ki; içinde Adapazarı, Kocaeli gibi bilgileri taşıyan paragraflar yer almakta, Ankara’nın yıllık yağışı 846 mm (gerçeğin iki katından fazla) olarak gösterilmektedir.  Dikkat çekici bir yön ise planı yapacağı söylenen şirket adına temsilci olarak Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Nadir Doğan’ın yer almasıdır. Bu toplantıya da ilgili taraflar çağrılmamış, yasada belirtilen sürelere uyulmamıştır.  Bu toplantılar sonrasında hazırlanan Koruma Amaçlı Uygulamalı İmar Planı Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 17.6.2011 tarih ve 1806 sayılı kararıyla onaylanmıştır.
OGM Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne 4.8.2011 tarih ve 04.01/649 Sayılı yazı göndermiş ve Gazi yerleşkesinin 1. derece doğal ve tarihi sit statüsünün değiştirilmesini istemiştir. Onaylanmış plan daha uygulanmadan ve üzerinden 2 ay bile geçmeden sit statüsünün değiştirilmesini istemenin haklı bir gerekçesi olabilir mi? 20 yıl boyunca bu statüden bir yakınması olmayanların ve plan onaylandıktan sonra mı akılları başlarına gelmiştir? Sit kararının düşürülmesi amacıyla gerçek dışı bilgiler vermiştir: “Mevcut durumu ile alan, genel hatları ile iki bölge olarak ifade edilebilir. Bu bölgelerden birincisinde kurumumuza ilişkin idari tesisler, diğerinde ise kurumumuz çalışanlarının lojmanları yer almaktadır. Her iki bölgede de bitkilendirme sonradan yapılmıştır. Alanda bugün var olan yapılanmalar, sit alanı ilanından (02.06.1992 tarihinden) önceki yapılanmalardır. Ayrıca alandaki bazı yapıların yıkılma tehlikesi söz konusudur.
Kurumumuzca alanın gerek uydu görüntülerine, gerek fotoğraflarına ve gerekse mevcut arazi kullanım kriterlerine bakıldığında, “1. derece doğal ve tarihi sit alanı” özellikleri taşımadığı düşünülmektedir. Ayrıca, alana mevcut hâli ile zorunlu fiilî müdahaleler dahi suç unsuru oluşturmaktadır.
 İlgili alanın sit derecesi ve sınıfı hâlâ 1. derece doğal ve tarihi sit alanıdır. Mevzuatı ve Yüksek Kurul Kararları kapsamında yapılaşmaya ya da imar planına bağlı olmayan ancak sürekli ve zorunlu yapılması gereken; çevre düzenlemesi, bakımı vb. işlemler dahi yapılamamaktadır.”
Kurulu yanıltmak amacıyla ve gerçek dışı yazı yazılmıştır. Ormancılık çalışmalarında bitkilendirme terimi kullanılmaz. Alan içindeki ağaçların çoğu 50 yaşın üzerindedir ve bunlardan üç tanesi “anıt ağaç” olarak tescil edilmiştir. Kurum hem binalarda hem de bahçede çeşitli çalışmalar yapmış ve kurulun engeliyle karşılaşmamıştır. 1. derece doğal ve tarihî sit olması durumunda kuruldan izin alarak çalışma yapabilirdi. Bina ve bahçede çalışma yapamadığı için sit derecesinin düşürülmesi için başvuruda bulananlar bütün binaların yıkılmasını ve tüm ağaçların yok edilmesini ayrıca üç tane anıt ağacın kurutulmasını gerçek dışı yazılarıyla sağlamış oldular.
Yeri gelmişken bir anıyı anlatmalıyım. 2011 yılı Ağustos veya Eylül ayında meslektaşım ve arkadaşım Gürel Demirel’le birlikte zamanın Orman Genel Müdürü Mustafa Kurtulmuşlu ile görüşmeye gittik. Gazi Yerleşkesi ile ilgili söylentiler olduğunu, meslek kamuoyunun anlatılanlardan rahatsız olduğunu, bu nedenle gerçeği doğrudan öğrenmek istediğimizi söyledik. Bize daha önceki Genel Müdür Osman Kahveci döneminde protokol yapıldığını, yerleşkenin Başbakanlığa verileceği, sonradan durumu öğrendiğini ve kendisinin de durumdan rahatsız olduğunu aktardı. Bunun üzerine biz de “Çıkıp durumu açıkla, meslek kamuoyu ve biz arkanda dururuz. Genel Müdür şapkanı çıkarıp orman mühendisi olarak karar vermelisin.” dedik.  Ama “Ben Donkişot değilim.” yanıtını aldık. Koruma Kuruluna 4 Ağustos’ta sit derecesinin düşürülmesi yazısını yazdığını, buna dayanarak sit derecesinin değiştirildiğini birkaç ay sonra öğrendik.
Kendisine yapılan başvuruları yıllarca gündeme alıp karar vermeyen Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, OGM’nin 4.8.2011 tarihli başvurusunu hemen gündeme almış 10.8.2011 tarihinde karar alarak  “3. derece doğal sit” olarak değiştirmiş ve böylece bir rekor kırmıştır. Bu karardan sonra eski plan çöpe atılmış ve yeniden “koruma amaçlı uygulamalı imar planı” yapılması süreci başlatılmıştır. Artık yol açılmıştır. 430 dekarlık Gazi yerleşkesi yetmez denilerek bitişikteki AOÇ arazisinden 70 dekar alan eklenerek 530 dekara çıkarılmıştır. Üstelik eklenen 70 dekarlık alan (Üzerine Kayalar Oteli inşaatı var.) başkasına tahsis edilmiş durumdadır. Plan toplantısında “Olsun sahipleriyle görüşürüz.” yaklaşımı sergilenmiştir.
Yerleşkenin verildiği/verileceği söylentileri üzerine ormancılık meslek örgütleri çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Önce kurum çalışanlarının bilgilendirilmesine yönelik bildiri dağıtılmasının ardından, 15.12.2010 tarihli “Yeter Artık” başlıklı bildiri izlemiştir.  Ardından 12.8.2011 tarihinde “Niçin Şeffaflıktan Kaçıyorsunuz?” bildirisi ve 26.8.2011 tarihli “İhanete Uğradık.” bildirisi dağıtıldıysa da sarayın temel kazısı başlatılmıştır. Bu kapsamda yapılan en kararlı eylem ise kurum içinde yürüyüş yapılması ve bakanlık kapısına siyah çelenk bırakılması olmuştur. Gazi yerleşkesinin Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne gerçek dışı bilgilere dayalı yazıya imza atan Genel Müdürün TMMOB Orman Mühendisleri Odası üyeliğinden atılması başvurumuz ise işleme konmamıştır bile. Bu tutumu bir samimiyetsizlik göstergesi olarak görüyorum.
Daha sonra yapılan açıklamalarda alanın Başbakanlık için çalışma ofisi yapılmak istenildiği söylenmiştir. Kızılay’daki Başbakanlık binasının yetersiz olduğu, güvenlik sorunu yaşandığı dile getirilmiştir. Yerleşkedeki ormancılık örgütü kovulurcasına bir an önce boşatılması istenerek 5 ayrı yere dağıtılmıştır. Daha önce aynı birimde çalışanlar başka başka binalara dağıtılmıştır. Artık önemli olan sarayın yükselmesi, hizmet aksaması vb. şeyler ikincil konular olmuştur. Bize Başbakanlık binası yapılacak diye açıklama yapılarak gerçeğin saklandığını sonradan öğrendik. R. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Seçiminden sonra ani bir kararla burayı Cumhurbaşkanlığı Sarayı yapacağını ilan etmiştir. Yasal izinlerin alınmadığı, yapının yargı kararıyla durdurulduğu bu yer; hukuka, akla, emeğe meydan okunduğunun simgesi olmuştur. 175 yıllık ormancılık örgütünün belleğini, 60 yıllık emeği ile yeşertilen alanı yok ederek yükselmiştir. 60 yıllık emekle oluşturulan ormanlaşmış yeşil alandaki ağaç ve ağaççıklar toprağıyla kazınmış, yerinde akıl almaz para harcanarak beton yükselmiş, aralarına ise yurtdışından getirilen ağaçtan başka her şeye benzeyen biçimsiz varlıklar dikilmiştir. Anıt ağaç olarak tescilli ağaçlar ise kurutularak iskelete çevrilmiştir. Saray(!) başka yapılara benzemesin diyerek Anadolu’da doğal olarak yetişen ağaç türlerine bahçesini kapatmıştır.  Ankara koşullarında iyi gelişme göstermiş olan karaçam, kızılçam, Toros sediri, Uludağ köknarı, ladin, akkavak, atkestanesi, saplı meşe, akçaağaç, huş vb. türlerden oluşan, ormana dönüşmüş yeşil doku yok edilmiştir. Madem var olan yeşil dokuyu yok ederek saray(!) yapacaktınız, neden üzerinde ağaç olmayan başka bir yer seçmediniz? Var olan ağaçlar yok edildikten sonra büyük paralar vererek yurtdışından satın alınan bütünü bu toprağa, Ankara’ya yabancı olan ağaç türleri dikilmiştir. Aynı çevreler nedense Anadolu’da doğal olarak yetişen 600’ün üzerindeki ağaç ve ağaççık türü varken yurtdışından yabacı türleri getirip dikmeyi sürdürmektedirler. Kaçak Saraya yabancı ağaç türleri daha çok mu yakışmaktadır acaba? Gidişata bakarak AOÇ’den alınan 70 dekar arazi ile yetinilmeyeceğini görür gibi oluyorum. Ankara Büyükşehir Belediyesi AOÇ üzerinde TEMA PARK adıyla başlayıp sonradan ad değiştirerek sürdürdüğü (yargının durdurma kararı olmasına karşın) yapılaşma ile Sarayın birbirine koşut yürütüldüğü bir gerçektir. Her ikisi de bir varlığı parçalayarak yok etmek, emeğe ve halkın istemine karşı olmak ve hukuka meydan okumak anlayışının simgesi olmuştur. Öte yandan ormancılık tarihi ve kültürünün unutulmasını önlemek, gelecek kuşaklara aktarmak ve topluma tanıtmak amacıyla yıllarca çalışılarak açılmış olan Ormancılık Müzesi de kapatılmıştır. Yerleşke içinde açılmış olan bu müze ve içindeki önemli objeler ne durumdadır?
 
Sonuç
M. Kemal Atatürk tarafından 1925 yılında kurulan ve 1937 yılında vasiyet niteliğinde Hazineye bağışlanmış olan Atatürk Orman Çiftliği(AOÇ) 2006 yılından sonra açık bir parçalanma ve talan sürecine sokulmuştur. Bu talan açıkça itiraf edilmemiş olsa da bulvar açılması, tema park yapılması, yol genişletilmesi, başbakanlık konutu yapılması vb. gerekçeler öne sürülerek parçalara ayrılmış ve en verimli topraklar elden çıkarılmıştır. 1954 yılında Ankara’nın uzağında bir yerde kurulmuş, yıllar boyunca emek verilip para harcanarak ağaçlandırılmış ve günümüzde yeşil bir orman hâline getirilmiş olan OGM Gazi yerleşkesi, deyim yerindeyse katliama uğratılmıştır. Başlangıçta bu güzel yeşil alana göz dikilerek hazıra konulduğu düşüncesi pek çok kişi tarafından paylaşılmıştır. AOÇ ve Gazi yerleşkesinin başbakanlığa verileceği söylentileri üzerine sorulan soruları yetkililer, “Böyle bir şey yok.” biçiminde yanıtlayarak etik dışı davranmışlardır. İnşaatın başlamasında sonra bile açıkça “Başbakanlık sarayı yapılıyor, ödeneği şu kadardır.” biçiminde açıklama yapılmamıştır. Yapılan açıklamaların çoğunun yalan olduğu, bugün açığa çıkmış durumdadır. “Ağaçları kesmeyeceğiz, dokuyu bozmayacağız.” denmiş, ağaçların kökü kazınmıştır. OGM binalarına “Çivi bile çakamıyoruz. Bahçeye bakım yapamıyoruz.” denmiş, binaların hepsi yok edilmiştir. Bahçenin yerinde yeller esmektedir. Bilgi birikimine, deneyime, bilimsel yaklaşıma değer vermeyen, hukuku ve yargı kararlarını tanımayan ve istediğimi yaparım, bunu yaparken her yola başvururum diyen bir iktidar vardır. Kafasına koyduğunu gerçekleştirmek için doğal varlıkları yok etmekten ve savurganlık yapmaktan çekinmeyen bir tutumu benimsemiş durumdadır. Milyonlarca işsiz ve yoksulun ekmek peşinde olduğu, sözüm ona iş kazalarına(!) binlerce işçinin can verdiği ülkede; iktidar sarhoşları milyarlarca lirayı harcayarak 1.000 odalı saray yaptık diyerek övünmektedir. Bu da yetmezmiş gibi halkın tepkilerine rağmen ve hukuksuz yapılan bu Kaçak Sarayın, Türkiye’nin prestiji olduğunu söyleyebilmektedirler. Bu kadarına da pes doğrusu...
Bu türden saraylar iktidar gücünü kutsallaştıranların, paranın ve savurganlığın egemenliğinde yüzenlerin prestijini artırabilir. Ama bizim itibarımız; ülkemizin bağımsızlığı, halkın özgürlük, insan haklarına saygı, eşitlik ve gönenciyle artar. Zaten temel sorun da budur. Yaşananlar; prestijini para, güç, debdebeli lüks yaşam, toplum üzerinde oluşturdukları güçte görenlerle insan onuruna yakışır, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, dayanışma gibi değerlerde görenlerin mücadelesidir. Orta Doğu ülkelerindeki petrol sultanlarının da sarayları ve zapt edilemez paraları vardır ama prestijleri bunun tam tersidir. Sermayenin para kazanması, daha da zenginleşmesinin önündeki her türden engelleri kaldırmayı, ormanı, madenleri, suyu kısaca tüm doğal varlıkları sermayenin kar hırsına sunma politikasını benimsemiş bir iktidar söz konusudur. Yapıp ettikleri hiç kimsenin yanına kar kalmaz/kalmayacaktır. Yalan harcıyla atılmış temellerin üzerine kurulmuş uygarlık(!) yeşermez. Tarihin çöplüğüne göz atanlar bunun sayısız örneğini görebilirler.
 
 
*Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Üyesi, Orman Mühendisi