MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÛMETLERİ HATA MIYDI?

22 Ekim 2015 12:39
Okunma
7439
       MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÛMETLERİ HATA MIYDI?


Evin GÖKTAŞ
- Koalisyon tartışmalarının gündemde olduğu bir dönemde Yrd. Doç. Dr. Fuat Uçar tarafından kaleme alınan ve Berikan Yayınevinden çıkan “Türk Siyasi Hayatında Milliyetçi Cephe Hükûmetleri” adlı kitabı raflardaki yerini aldı.
Hem üniversitelerde “yardımcı ders kitabı” hem de politikacıların “başucu kitabı” olabilecek nitelikteki bu doktora tezi çalışması ile Uçar,  yakın dönem Türk siyasal hayatında önemli ve kritik bir yer oluşturan Milliyetçi Cephe hükûmetleri dönemini incelemiş.
Dr. Fuat Uçar, 7 Haziran Seçimlerinin ardından koalisyon görüşmelerinin yeniden gündeme gelmesi nedeniyle de güncel olma özelliğini taşıyan kitabında, Milliyetçi Cephe hükûmetlerinin ortaya çıkmasına yol açan faktörler ve bu dönemi çeşitli yönlerden üç ayrı bölümde ele alarak “Koalisyonlar ülkeyi kurtarır mı? Koalisyonlar zararlı mıdır? Üstelik sağ koalisyonlar topluma ne kazandırır? Koalisyon başarısız olursa, ne olur?” gibi sorulara yanıt aramış.
Uçar’a göre, Türkiye’de istikrarsızlık sürecini başlatan ya da etkileyen en önemli unsur, “kutuplaşma ve cepheleşme” olgusu olmuş. Böylece gerek geçmişte, gerekse günümüzde toplumda ve siyasette kutuplaşma ve cepheleşmeye yön veren en önemli unsur da siyasal partiler olmuş.
Yaklaşık 500 sayfalık kitabında Uçar, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasındaki mücadeleden başlayıp günümüze kadar devam eden siyasal alandaki çekişme ve cepheleşmeyi ayrıntılı bir şekilde ele almış.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki fikir ayrılıklarının cepheleşmeye dönüşmesinin siyasal tasfiyeleri beraberinde getirdiğine dikkati çeken Uçar, bu durumun ayrıca ekonomik ve siyasal istikrarsızlara da yol açarak “çoğulcu demokrasiye geçememede” de en önemli etken olduğunu vurgulamış.
Daha önce yayımladığı “Dış Türkler, Üç Tarz-ı Siyaset (Türkçülüğün Manifestosu), Geçmiş Günümüz ve Geleceğin Türk Dünyası” isimli kitapları ile tanıdığımız Uçar, Dokuz Eylül Üniversitesinden yetişip Giresun Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümünde Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapıyor.
Uçar’la, yakın dönemin Türk siyasal hayatına ışık tutan son eseri üzerine konuştuk.



 
- Haziran ayında Berikan Yayınlarından Türk Siyasi Hayatında Milliyetçi Cephe Hükûmetleri isimli yeni kitabınız yayımlandı. Neden böyle çalışmaya yöneldiniz?
Bu çalışma ile yakın dönem Türk siyasal hayatında önemli ve kritik bir dönemi oluşturan, ayrıca bu yönü itibariyle de güncelliğini koruyan bir konu olması nedeniyle Milliyetçi Cephe hükûmetleri dönemi doktora tezi olarak incelenmiştir. Yaklaşık yarım asır (40 yıl)  öncesinde meydana gelen ve Türkiye'nin siyasal hayatında ilk kez açıkça "cephe" hükûmeti ismini alan bu koalisyon hükûmeti ayrı bir önem taşımaktadır. Aradan geçen bunca zamana rağmen siyasal ve toplumsal dinamikler farklılaşmış olsa da gerek toplumsal hayatımızda ve gerekse de siyasetteki cepheleşme ya da kutuplaşma farklı görünümler altında daha da artarak devam etmiş ve hâlâ da etmektedir. Bu nedenle günümüzde yaşanan bu keskin kutuplaşmanın daha iyi anlaşılabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti'nin yakın dönem siyasal hayatının ve çeşitli dinamiklerinin bu yönüyle ortaya konulmasının günümüz açısından yararlı olacağı düşünülmüştür. Ayrıca Türkiye’nin en çalkantılı dönemini oluşturan 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 dönemleri arasında özel bir yeri olan MC dönemlerinde meydana gelen düşünsel, sosyal ve siyasal olayların objektif bir yaklaşımla ele alınması da önemli başka bir amaç olarak belirlenmiştir.
 
- Siyasi olarak "Cephe" kelimesi nedir? Türk Siyasi hayatına nasıl girmiştir?
"Cephe" kelimesi Türk Dil Kurumu tarafından “belli bir düşünce, istek çevresinde sağlanan beraberlik”, “kutup” kelimesi de “birbiriyle karşıt olan şeylerden her biri” şeklinde tanımlanmış Arapça kökenli kelimelerdir. Bu kavramlar İngilizcede kutuplaşma "polarisation",  cephe kavramı da "confrontation" olarak ifade edilmiştir.
Karşıtlıklar genellikle cepheleşme olarak nitelendirilirken birçok alanda kullanılması tercih edilen cepheleşme özellikle terim olarak siyaset bilimi terminolojisinde özgü bir nitelik kazanmıştır. Bu çerçevede teorik olarak “cepheleşme” kavramında olduğu gibi aynı ya da benzer nitelikleri ifade etmek için kullanılan “kutuplaşma” kavramı da bu amaca dönük olarak tercih edilen bir kavram olmuştur. Kutuplaşma ya da cepheleşme benzer hatta amaca yönelik özellikler için birbirlerinin yerine ikame edilen kavramlar olarak kullanılmaktadır. Son zamanlarda güncel ya da “moda” tabirle kutuplaşma kavramı daha çok tercih edilmektedir.
Siyasi olarak 1902'deki Osmanlı Liberalleri Kongresi ile sosyolojik olarak da "merkez-çevre" şeklinde iki ana siyasi eksen üzerinde gelişen kutuplaşma Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan süreçte 1960’lı yılların ortalarından itibaren sağ-sol şeklinde ve antikomünist eksende kuvvetli bir sol karşıtı ortak payda niteliği kazanmıştır. Bu şekilde Türkiye’nin siyasal hayatındaki temel bölünme ve buna bağlı kutuplaşma ilk kez siyasi olarak 1975 yılında I. MC hükûmetinin kurulmasıyla siyasal bir görünüm kazanmış ve 1977 yılında kurulan II. MC hükûmeti de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gensoru ile düşürülen ilk hükûmet olmuştur. Daha sonraki süreçte de farklı görünümlerle devam etmiştir.
 
- Türkiye'de cepheleşme ya da kutuplaşma ilk kez Milliyetçi Cephe hükûmetlerinin kurulmasıyla mı ortaya çıktığı söylenebilir mi? Bu çerçevede cepheleşmenin ana aşamalarını kısaca anlatır mısınız?
Türkiye'nin siyasal ve toplumsal hayatında cepheleşme MC hükûmetlerinin kurulmasından çok önceleri başlamış olup MC'lerin kurulmasıyla hükûmetler düzeyinde ilk kez siyasi bir nitelik kazanmıştır. Türkiye'de siyasi ve toplumsal olarak cepheleşmenin tarihine bakıldığında en önemli gelişim noktaları şu şekildedir:
Türk siyasi hayatına tarihsel olarak bakıldığında cepheleşme olgusu biraz önce de belirttiğim gibi 1900'lü yıllara kadar uzanmaktadır. 1902 yılında I. Jön Türk Kongresi ya da Osmanlı Liberalleri Kongresinde Jön Türkler, Osmanlıyı içinde bulunduğu zor şartlardan kurtarmak için dış müdahalenin davet edilip edilmemesi konusunda “müdahale taraftarı” Prens Sabahattin'in liderliğinde “adem-i merkeziyetçilik” görüşleri etrafında, “müdahale karşıtı” grup da Ahmet Rıza'nın liderliğinde “merkeziyetçi-devletçi” şeklinde olmak üzere iki gruba ayrılmışlardır. 1907 yılındaki II. Jön Türk Kongresinde ise II. Abdülhamit muhalifi olarak bu iki grubu oluşturan Jön Türkler bu süreçte Abdülhamit'e karşı ilk kez birleşik bir cephe ya da ittifak oluşturup ortak bir amaç etrafında toplanmışlardır. Jöntürk Kongresi, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ve sonrasında yaşanan süreç, Türk toplumunda demokrasinin oluşması açısından inkâr edilemez bir öneme sahiptir. Bu yüzden 1908’den itibaren Cumhuriyet Dönemi boyunca ve günümüze kadar süregelen bir karşıt ideoloji sorunu hep gündemde olmuştur. Böylece II. Meşrutiyet, Mütareke ve Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsayan bir çatışmayı da başlatan bu cepheleşme hareketi içerisinde İttihat ve Terakki Cephesi, bağımsızlık yanlısı olan ve Almanya’ya yakınlık duyan milliyetçi bir çizgi izlemiştir. Bu şekilde kökenleri İTC’de bulunan bu partileşme çabaları ülkede İttihatçılar ve İtilafçılar şeklinde iki büyük cepheye giden süreci de başlatmıştır.
Millî Mücadele yıllarında ulusal direniş hareketi, siyasi olarak I. Grup ve II. Grup şeklinde,  Cumhuriyet’in ilk yıllarında iktidardaki CHF ve karşısında oluşan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası şeklinde hem siyasi hem de sosyolojik tabanlı olarak devam etmiştir. 1946'da DP'nin kurulmasıyla başlayan ve "merkez-çevre" olarak da ifade edilen bu siyasi ve sosyolojik kutuplaşma DP iktidarının son yıllarında 1958'de Vatan Cephesi-Husumet Cephesi şeklinde doruk noktasına çıkmıştır. Nitekim bu kutuplaşma, 27 Mayıs 1960 Darbesi’ne giden süreç içerisinde çeşitli gerginliklerin de kaynağını oluşturmuştur. 1960'li ve 1970'li yıllarda sağ-sol şeklinde artarak devam eden kutuplaşmanın, 1980'li yıllardan itibaren çeşitli dinsel ve etnik unsurların da baskın hâle gelmesiyle 1990'lı ve 2000'li yıllarda da Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Militarist-Sivil, İslamcı-Laik, Avrupa Birliği taraftarları ve karşıtları şeklinde yaşanan kutuplaşmalar şeklinde değişen şartlara göre farklı şekillerde etkilerini devam ettirdiği görülmektedir.
Bu çerçevede ortaya çıkan siyasal ve sosyal yapı Prens Sabahattin’in “adem-i merkeziyet”çi ve liberal ekonomiyi önemseyen çizgideki partiler Hürriyet ve İtilaf, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi, Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi şeklinde değerlendirilmiştir. Bu genel eğilimden farklı bir yaklaşım ise İdris Küçükömer tarafından Batı’ya karşı İslamcı ve doğucu cephenin temsilcileri olarak nitelendirdiği Hürriyet ve İtilaf Fırkası, I. Meclisteki II. Grup, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti ve Adalet Partisini Türk siyasal kültüründe “sol” akımlar çerçevesinde değerlendirmiştir.
Görüldüğü gibi geçmiş dönemlerden itibaren iktidar olmak ve siyasi ve toplumsal olarak egemenliğin devamını sağlamak için bir mücadele aracı olarak kullanılagelen bu kutuplaştırıcı unsurlar, çeşitli muhalif söylemleri ve buna bağlı cepheleşmeleri de kaçınılmaz hâle getirmiştir. Bu şekilde Türk siyasal yaşamında ortaya çıkan “İttihatçı-İtilafçı mücadelesi”, “Vatan Cephesi”, “Milliyetçi Cephe”, “Demokrasi-İrtica Cephesi” ve “ilericilik-gericilik” şeklindeki kutuplaşmalar değişen şartlara ve zamana bağlı olarak güncelliklerini devam ettirmişlerdir.
 
- Böylece kutuplaşan siyaset ve toplum ile ilgili olarak Türkiye'de sağ ve sol kavramların gelişimi nasıl başlamıştır?
Toplumsal sınıf ve güçlerin birbirlerinden ayrılmasını anlatan gelişme ilk kez 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi sonucunda “sağ-sol” şeklinde ortaya çıkmıştır. Osmanlı-Türk toplumunun yapısında ise Batı’dakine benzer bir sınıfsal taban ve ilişkiler sisteminin bulunmaması, kendine özgü farklı çatışmaları meydana getirmiştir. Böylece Türk siyasal hayatındaki kutuplaşmanın temelindeki esas unsur modernleşme olmuştur. Modernleşme, Türk aydının kültürel açıdan kitlelerden yabancılaşması ve merkez-çevre gerilimine damgasını vuran bir kırılma noktası oluşturmuştur.
Buşekilde düşünce ve felsefe olarak Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatına Batı toplumlarından girdiği kabul edilen sağ ve sol düşünce ile ilgili olarak Cemil Meriç Bu Ülke adlı eserinde; “Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı" şeklinde ifade ettiği ve toplumda derin kutuplaşmalara neden olan sol ve sağ kavramlarının Türk toplumundaki algısını göstermesi bakımından önemli bir tespit olmuştur.
Böylece biraz önce cepheleşmenin ana aşamalarını belirttiğim siyasi gelişmeler ve dinamikler sonucunda Türkiye'de sağ ve sol şeklindeki gelişmeler bu söz konusu İttihatçı-İtilafçı çizgisindeki mücadelelerden etkilenerek gelişme göstermiştir.
 
- MC hükûmetlerinin kurulması bir hata mıydı? Ya da MC'lerin kurulması yaşanan kutuplaşmayı nasıl etkilemiştir? Bu yönüyle geçmişte Türkiye'nin siyasetinde ve toplumunda yaşanan sağ-sol şeklindeki kutuplaşmanın topluma etkisi ya da maliyeti nasıl olmuştur?
Bir paradigmayı anlamak için onun nasıl pratiğe dönüştüğüne bakmak gerektiğinden, oluşumu bakımından kendine özgü (suigeneris) şartlar gösteren MC dönemlerini kendi konjonktürüne göre değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenle Türk demokrasi tarihi açısından kritik bir dönemi oluşturan ve tarihe mal olmuş MC dönemlerini önyargılarla değil de çok yönlü ve konjonktürel bir bakış açısıyla değerlendirmek daha doğru olacaktır. Yani konjontürel şartlar da bu dönemde önemli bir etken olmuştur.
O dönemde dünya konjonktüründe de benzer oluşumlar yaşanmıştır. Türkiye’nin siyasal tarihine Millî Koalisyon ya da Cephe Hükûmeti olarak geçen siyasal oluşumların benzerleri Batı’da da“Milliyetçi Cephe”, “Sol Cephe”, “Birleşik Cephe” şeklinde kullanılmıştır. Örneğin Fransa’da 1936’da solcu ve aşırı solcu partiler Halkçı Cephe adıyla, 1948’de İtalya’da Komünist Partisine karşı Sosyalist, Liberal ve Cumhuriyetçilerin de katılımıyla geniş bir merkez koalisyonu tercih edilmiştir. Yine İspanya’nın Katanya Bölgesinde sağdan sola bütün partileri kapsayan bir Millî Koalisyon kurulmuş ve Hollanda’da 204 gün süren hükûmet krizinin sonundamerkez sağ bir koalisyon kurulmuştur. Ayrıca Fransa’da Sosyalist Parti sekreteri Mitterrand’ın 1978 Seçimlerinin ortak başbakan adayı olarak seçilirken Barre ise seçimden önce ülkenin “sol macera”ya girmesini önlemek üzere başbakanlığa getirilmiştir. Bu yönüyle de bakıldığı zaman Türkiye'de de MC'nin kurulmasını hata olarak değil de ülkenin içinde bulunduğu şartların da etkisini, hatta uzun süre devam eden hükûmetin kurulamaması gibi siyasi krizi de göz önüne alınca çözüme yönelik alternatif bir oluşum olarak görmek gerekir. Bu yönüyle faydalı olmuştur da denebilir.
Siyasette MC nitelikli girişimler resmî olarak MC hükûmetleri kurulmadan önce de başlamıştır. Örneğin, 1973 Seçimlerinin ardından ortaya çıkan hükûmet buhranı sırasında sola karşı bir milliyetçi cephe kurulması önerisini ilk ortaya atan ve toplantılarda “Demirelsiz bir hükûmet” isteyen Bozbeyli’nin, ülkeyi erken seçime götürecek ve Demirel’i dışlayan lidersiz bir sağ koalisyon önerisi gerçekleşmemiş ya da gerçekleşememiştir. Yine CHP-MSP Koalisyonu döneminde, MSP’nin genel af konusundaki muhalif tutumu sırasında bir “milliyetçi (sağ) cephe” kurmak için harekete geçen Bayar, başında Demirel’in bulunmadığı bir “Sağ Koalisyon hükûmeti” düşüncesi çevresinde sağ partileri bir araya getirmeye çalışmıştır.
O dönemde CHP-MSP hükûmetinin istifası ile yaklaşık 6,5 ay hükûmet kurulamamış ülke uzun bir süre müstafi ve güvenoyu alamamış bir hükûmetle idare edilmiştir. 31 Mart 1975'te I. MC'nin kurulmasıyla bu hükûmet krizi de çözülmüş oldu. Dolayısıyla MC'lerin kurulması ülkeyi siyasi bir krizden kurtarmıştır. Ayrıca toplumdaki ve siyasetteki kutuplaşma MC'nin kurulmasıyla başlamamış, yaşanan kutuplaşmanın sonucunda MC Hükûmetleri kurulmuştur. Bu nedenle o dönemde yaşanan her olumsuzluktan eleştirilebilir yönlerine rağmen MC'yi sorumlu tutmak doğru değildir. Diğer parti ve liderler gibi muhalefeti oluşturan CHP'nin ve lideri Ecevit'in de yaşanan bu olumsuzluklarda büyük payı vardır.
Böylece toplumda geçmişte sağ-sol şeklinde yaşanan kutuplaşmanın en büyük etkisi hatta maliyeti her cepheleşme döneminden sonra askerî darbenin yaşanması olmuştur. Örneğin; Demokrat Parti iktidarının son yıllarında ortaya çıkan Vatan Cephesi-Husumet Cephesi 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin, 1960'lı yılların sonuna doğru ortaya çıkan 1968 öğrenci olayları 12 Mart 1971 Muhtırası'nı, 1970'li yılların sonuna doğru artan terör ve şiddet olayları ile artan sağ-sol kutuplaşması 12 Eylül 1980 Darbesi’nin meydana gelmesinde, yine daha yakın dönemde 1990'lı yılların sonuna doğru toplumda artan laik-antilaik kutuplaşması sonucu 1997'de yaşanan postmodern darbe olarak da adlandırılan 28 Şubat Muhtırası'nın meydana gelmesinde bu kutuplaşmalar önemli etkenler olmuştur. Bu yönüyle toplumda artan her kutuplaşmanın ardından meydana gelen askerî darbelerin Türkiye'ye hem ekonomik yönden ciddi kayıplar hem de binlerce insanın hayatını kaybetmesi yönünden çok ağır bir maliyeti olmuştur.
 
- Koalisyonları nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'nin ve Türk toplumunun yapısına uygun mu? Tek parti yönetimleri ile koalisyonları mukayese eder misiniz?
Genel olarak belirli ve ortak ilkeler etrafında anlaşılan bir ortak olarak kabul edilen koalisyonlar aslında demokrasinin yerleşmesinin ve işleyebildiğinin önemli bir göstergesidir.
Koalisyonların Türk toplumunun yapısına uygunluğunu ise şu şekilde değerlendirmek daha doğrudur. Elbette tek parti yönetimler ekonomik ve siyasi yönden daha istikrarlı ve kalıcı uygulamalar yapabilmektedir. Koalisyonlu yönetimler ise aşırıya kaçan tek parti uygulamalarında ya da siyasi olarak çoğunluğun hegemonyasına karşı bir "emniyet supabı" olarak, frenleyici bir etki olarak görmek gerekir. Yani ekonomik, siyasal, sosyal vb. konularda toplumun bütün katmanlarını gözeterek daha adil ve eşitlikçi bir uygulamanın sağlanması açısından daha demokratik bir uygulama olabilmektedir. Örneğin; doğruluğu ya da yanlışlığı bir tarafa, üzerinde çok fazla süpekûlatif değerlendirmeler yapılan ve toplumu daha da kutuplaştıran "Ergenekon-Balyoz Davaları", "Açılım Süreci", "Paralel Yapı" gibi gelişmeler koalisyon dönemlerinde belki bu kadar tartışmalı ve müphem bir hal almayabilirdi.
Bu yönüyle koalisyonların en önemli faydasını siyasi ve toplumsal olarak kutuplaşan ülkede kutuplaşmanın ortadan kalkmasında ya da daha alt seviyelere indirilmesinde, karşıt görüşlerin bir araya gelmesinde, toplumda bu uzlaşı ve hoşgörüyü tesis etmesinde önemli bir etken olarak görmek gerekmektedir. Geçmiş yıllarda da 1974 yılında CHP-MSP, 1991'de DYP-SHP ve 1999'da DSP-MHP-ANAP koalisyonları ülkenin içinde bulunduğu kritik dönemlerde kısa süreli de olsa karşıt kutuplar arasında bir uzlaşı sağlamıştır. Günümüzde de toplumun liderlerin koalisyonlar aracılığıyla öncülüğünde böylesi bir uygulamaya ve uzlaşıya ihtiyacı vardır.
Bugün Avrupa'da 22 ülke koalisyon ile yönetilmektedir. Bunlar arasında Danimarka, Estonya, İrlanda ve İsveç gibi ülkeler 2 partili koalisyonla, Fransa, Finlandiya, Hırvatistan ve Bulgaristan gibi ülkeler 4 partili koalisyonlarla yönetilmektedir. Almanya'da 3 partili, Yunanistan'da radikal sol koalisyon, İtalya'da 5 parti ve bağımsızlardan oluşan bir koalisyon yönetimi bulunmaktadır. Böylece dünyanın kişi başı milli geliri en yüksek 50 ülkesinin 30’u 2 veya daha çok partili koalisyonlar ile yönetilmektedir. Buna karşın Türkiye'de, Avrupa'nın ve dünyanın çeşitli ülkelerindeki koalisyon ile yönetilen ülkelerin çoğunun toprak ve nüfus yönünden çok küçük olduğu hatta Türkiye'nin bir ili kadar olduğu ve bu nedenle koalisyon ile yönetilebileceği, oysa koalisyonların Türkiye'de istikrarsızlığa neden olduğu şeklinde eleştirilmiştir.
Koalisyonların Türkiye'de istikrarsızlığa neden olduğu yönündeki yaygın kanaatin aksine yapılan tek parti hükûmetleri ile koalisyon hükûmetleri dönemindeki büyüme oranları da yakın zamanda basında çıkan bir araştırmaya göre [http://www.haberturk.com (10.6.2015)] Türkiye’nin son 45 yıllık tarihine bakıldığında, tek partili iktidarlar ile koalisyon hükûmetleri dönemleri arasında büyüme verilerinde anlamlı bir fark ortaya çıkmadığı gözlemlenmiştir.
Bu araştırmaya göre Türkiye, son 45 yılda tek partili hükûmet dönemlerinde ortalama %4,5 büyürken, koalisyon hükûmetlerinin yönettiği dönemlerde ise bu rakam %4 olarak gerçekleşmiş. Bu dönemde Türkiye en yüksek büyüme oranını %10,5 ile 1977 yılında Süleyman Demirel'in başbakanlığında kurulan, dönemin en sert kutuplaşmanın yaşandığı dönemde kurulan AP-MSP-MHP koalisyonu yani MC dönemlerinde sağlanmıştır. Yani bu dönemde kutuplaşmanın had safhada olduğu MC dönemleridir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti tarihinde açıkça "cephe" adını alan I. MC hükûmeti 2 yıl 2 ay 21 günlük süre ile o zamana kadarki en uzun süreli koalisyon hükûmeti olmuştur.
 
Kurulduğu dönemde en uzun süreli olan Milliyetçi Cephe hükûmetlerinin politikaları ve günümüze etkileri neler olmuştur?
31 Mart 1975 - 13 Haziran 1977 tarihleri arasında görev yapan I. MC hükûmetinde AP, MSP, CGP ve MHP yer almıştır. MHP bu dönemde Mecliste 3 milletvekilliğine sahipken koalisyonda 2 bakanlıkla temsil edilmiştir. Yine 21 Temmuz 1977 tarihinde AP, MSP ve MHP tarafından kurulan ve 5,5 ay görev yapan II. MC hükûmeti 30 Aralık 1977 tarihinde CHP tarafından verilen gensoru ile düşürülen ilk hükûmet olmuştur.
II. MC'nin 5.5 ay gibi çok kısa süreli olması nedeniyle icraatlar yönünden I. MC'yi değerlendirmek daha doğru olacaktır. I. MC döneminde bürokrasi ve devlet dairelerinde kadrolaşmanın arttığı yönündeki eleştirilere karşın I. MC öncesi CHP-MSP dönemine göre niceliksel olarak kadrolaşmanın her iki hükûmetler döneminde de aynı olduğu görülmektedir. Yine bazılarına göre 1 Mayıs 1977 Taksim Olayları gibi olaylarla I. MC dönemlerinde anarşi ve terörün arttığı yönündeki eleştirilere karşın siyasi terör yoluyla yaşamını kaybedenlerin sayısı, I. MC dönemini oluşturan 1975-1977 dönemine göre 1978-1980 yılları arasında daha fazla olmuştur.
Koalisyon içerisindeki çeşitli anlaşmazlıklara ve çeşitli eleştirilebilir politikalarına rağmen ilk icraatları genel olarak şu şekildedir: CHP-MSP Koalisyonu döneminden kalma ve kamuoyuna “mektupla öğretim” olarak takdim edilen bu uygulamanın Türkiye koşullarında yetersiz kalması nedeniyle yükseköğretimin önündeki yığılmayı önlemek ve eğitim teknolojilerinden de yararlanmak üzere Yaygın Eğitim Kurumu (YAY-KUR) adında yeni bir uygulamaya gidilmiştir. Böylece önceki “mektupla öğretim” uygulaması “yaygın öğretim” uygulamasına dönüştürülmüştür. Bu uygulama günümüzdeki açık öğretim uygulamasının da temelini oluşturmaktadır. 1975 yılında Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesiyle başlatılan üniversiteler zincirine, Samsun On Dokuz Mayıs, Eskişehir, Trakya Tıp Fakültesi, Konya Selçuk, Bursa Uludağ, İnönü ve Elazığ Fırat Üniversiteleri kurulmuştur. Yine Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nin sayısı 4’ten 10’a çıkarılmış, 6 adet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, 7 adet Yüksek İslam Enstitüsü, 250 yeni İmam-Hatip okulu açılmıştır. Böylece 1974 yılında 8 olan üniversite sayısı, 1977 yılı başında 16’ya çıkarılmış ve 1976 yılında yeni 6 akademinin faaliyete geçmesi sağlanmıştır. Ülkedeki yükseköğretim ağı genişletilmiştir. Ayrıca Kültür Bakanlığının da 1000 Temel Eser projesi başlatılarak Türk Kültürü'nün gelişmesine yönelik çalışmalar başlatılmıştır.
 
I. MC Hükûmeti nasıl bir dış politika izledi sizce?
Genel olarak dış politikada daha millîci bir politika izleyen I. MC Hükûmeti Sovyetler Birliği ve Orta Doğu İslam ülkeleri ile olan ilişkilerini daha üst düzeye taşıma yönünde bir politika izlemiştir. Arap-İsrail sorununda Araplardan yana tavır almıştır. 1975’te İslam Konferansı Örgütü'ne ilk kez Dışişleri Bakanı düzeyinde katılmıştır. İslam Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısı ilk kez İstanbul’da yapılmıştır.
Ekonomik olarak da dünya ekonomik bunalımın içerisinde bulunurken DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) gibi yapay yöntemlerle Türkiye ekonomisi 1975 ve 1976’da %8 dolaylarında büyümüş ve sermaye birikim oranı 1975-1976 yıllarında, %20 gibi son derece yüksek bir orana ulaşmıştır. I. MC hükûmeti döneminde 1975'te gerçekleştirdiği çeşitli barajlar ve hidroelektrik santrallerin yapımı, Türkiye-Irak Boru Hattı, Afşin-Elbistan Santralı ile Silifke Kâğıt Fabrikasının inşasına başlanmış ve 1975’in Aralık ayında Başbakan Demirel ve Sovyetler Birliği Başbakanı Kosigin İskenderun Demir Çelik Tesislerinin açılısını birlikte yapmışlardır. 1976 yılında Seydişehir ve Ereğli’de kurulacak fabrikaların da dâhil olduğu altı proje için gerekli ekonomik yardım Sovyetler Birliği’nden sağlanmıştır.
Sosyal güvenlik yönünden de; 1 Mart 1977 tarihinden itibaren aylık bağlanmış ve memurların emeklilik ikramiyesinin 30 aya çıkartılmış, 65 yaşını doldurmuş bulunan yaşlı, sakat, malul, çalışamaz olanlara maaş bağlanmıştır. Bütün bu sosyal, ekonomik, kültürel ve dış politik uygulamalar kalkınma ve yatırım hamlesi olarak Türkiye'nin içinde bulunduğu dönemde gelişmesini, kalkınmasını sağlayan alt yapılar olarak yer almış ve önemli hizmetlerde bulunulmuştur.
 
  - Türkiye'de koalisyonlar neden uzun ömürlü olamıyor? Sizce bunun önündeki engeller nelerdir? 
Türkiye'de demokratik kurum ve kuruluşların yerleşmesinde ve işleyişlerinde özellikle gelişmiş Batı ülkeleri standartlarına ulaşmada ciddi sorunların devam etmesi, toplumun bu kültürü tam olarak içselleştirememesi önemli etkenler olarak söylenebilir. Fakat en önemli diğer bir sebep de siyasi partilerde parti içi demokrasi kültürünün yetersizliği, liderlerin toplum ve ülke gerçekliğine yönelik politikalar yerine oportünist ve popülist politikalar sonucu kişisel ikbal tutkularını ön plana çıkartarak parti ve liderlik düşüncesinin egemen kılınmak istenmesi sadece siyasi koalisyonları değil toplumsal uzlaşı ve hoşgörüyü de olumsuz etkileyerek kutuplaşmayı artırmada en önemli unsur olmuştur.
 
- 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra ortaya çıkan siyasi tabloyu ve koalisyon görüşmelerini geçmiş dönemdeki Milliyetçi Cephe'nin oluşumu yönünden nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuya geçmişten yine MC Dönemi’nden bir örnek vermek gerekirse ekonomik ve sosyal dengesizliğin ve anarşinin devam ettiği o günlerde önemli bir iç politik gelişmede de Meclis Başkanlığı seçimi olmuştur. 5 Haziran 1977’de yapılan milletvekili seçimlerinden sonra Millet Meclisi yeni üyelerinin yemin töreni dışında hemen hemen tam çoğunlukla toplantı yapılmamış ve başkan seçiminden aylarca sonuç alınamamıştır. Böylece Meclis Başkanı, genel seçimlerden ancak altı ay sonra seçilebilmiş ve Meclis nihayet çalışmalarına başlayabilmiştir. Krizin aşılması amacıyla MHP, CHP’nin Meclis Başkanlığı için önerdiği adayın, antikomünist olması, mutedil kişiliği ile tanınması ve CHP milletvekillerinin kendi adayını desteklemesi şartıyla CHP adayını destekleyeceğini söylemiştir. Türkeş, daha önceden “Demokrasinin bütün alternatiflerine açığız.”  diyerek “CHP-MHP Koalisyonu olmaz diye bir peşin hükmümüz yok.”  şeklinde demokratik ve gerekli bir açıklama yapmıştır. MHP’nin CHP ile ilişki kurmaya yönelik demokratik ve uzlaşmacı bu tutumu Ecevit tarafından “MHP, CHP’ye yakınlaşarak ‘meşrulaşmak’ istiyor...” şeklinde mesafeli bir tutumla karşılanmıştır. Böylece geçmişte sert kutuplaşmaların yaşandığı dönemlerde liderler bu derece olumlu ve uzlaşmacı bir tutum gösterebiliyorsa günümüzde de liderlerin koalisyon kurma çalışmalarında en az o kadar uzlaşmacı bir tutum göstermelidirler. Hatta toplumda artan kutuplaşmayı azalmak için öncelikle partiler ve liderler bu tutumu göstererek örnek olabilmelidirler. Bu uzlaşının sağlanması konusunda en azından sağ partiler arasında milliyetçi cephe oluşumu bir örnek olabilir.
 
Yine bu çerçevede 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yapılan TBMM Başkanlığı seçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuya da MC Dönemlerinden örnekler vermek mümkündür. Örneğin; 1975 yılında yapılan 47 tur oylama sonucu Meclis Başkanı seçilemeyince, MSP’li adayın desteklenmesini kabul etmeyen AP, bağımsız aday ısrarından vazgeçerek MSP’ye rağmen CHP’li Kemal Güven’e oy verilmesini kararlaştırmıştır.  Böylece 24 Aralık 1975 günü yapılan 48. tur oylamada Kemal Güven, 371 üyenin 280’inin oyunu alarak başkan seçilmiştir. Yine II. MC Dönemi’nde, bir türlü seçilemeyen Meclis Başkanı 17 Kasım 1977'de 38. tur oylamada MHP’nin oylarıyla meclis başkanı seçilmiştir. CHP Zonguldak Milletvekili Cahit Karakaş da Türkeş’e, “Sizin ve partinizin sayesinde Meclis Başkanı seçildim” diyerek teşekkür etmiştir. Dolayısıyla 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yapılan meclis başkanlığı seçiminde MHP'nin AKP adayını dolaylı yoldan da olsa desteklemesini doğal bir siyasi gelişme olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü 1980 öncesinin aşırı kutuplaşmış ortamında bile MHP CHP'nin adayına destek verip seçilmesini sağlamışsa günümüzde de bu benzeri bir siyasal tercih pekâlâ olabilir.
 
Siyasette ve toplumda cepheleşme ya da kutuplaşmanın yaşanmaması için sizce ne yapmak lazım? Ne olursa cepheleşme ya da kutuplaşma yaşanmaz?
Bu durum aynı zamanda hem Türkiye'de koalisyonların neden uzun ömürlü olamadığı yönündeki soruyla da ilgili olarak hem de söyleşiden genel olarak bir sonuç çıkarmak adına da şu şekilde bir değerlendirme yapılabilir. Bu durum aynı zamanda ve temelde ülkede demokrasinin tüm kurum ve kurumlarıyla yerleşmesi ve işlerlik kazanmasıyla, ayrıca ülkeyi yönetmeye talip siyasi partilerin kendi içinde de parti içi demokrasiyi yerleştirmesi ve içselleştirmesiyle de çok yakından ilgilidir. Çünkü kendi içinde parti içi demokrasiyi yerleştiremeyen ve uygulayamayan bir siyasi partinin ülkede adil bir yönetim gerçekleştirmesi pek mümkün değildir. En önemlisi de siyasi liderlerin bu konudaki tutumu, topluma ve kendi aralarında kullandıkları dil ve üslup belirleyici bir öneme sahiptir. Liderlerin kendi kişisel düşünceleri ve parti çıkarlarına göre değil de halkın beklentilerine yönelik hareket edip karar vermeleri ülke ve toplum açısından daha faydalı olacaktır. Liderlerin bu konudaki tutumu mevcut kutuplaşmanın artmasında ya da azalmasında ve aynı zamanda toplumsal uzlaşmanın sağlanmasındaki en önemli engel durumundadır.