SEDA ARTUÇ
MEHMET KAPLAN - ŞİİR TAHLİLLERİ
Sonraki yıllarda Türk dili ve edebiyatı bölümlerinin klasiklerinden olacak olan Şiir Tahlilleri, 1950’lerde de kendinden söz ettirir. Alanında ilk olan bu eser, eleştirmenlerce başarılı bulunur. Cahid Okurer, Şiir Tahlilleri’ni Kaplan’ın ön sözünden yola çıkarak değerlendirir. Okurer, Kaplan’ın Namık Kemal’de edebiyat araştırmalarında yeni bir ufuk gösterdiğini, Tevfik Fikret ve Şiiri’nde yeni yöntemler kullandığını, Şiir Tahlilleri’nin de bu görüş ve anlayışı başka bir açıdan tamamladığını imler.
Bu eserin şiir tahlili alanında ilk olduğunu belirten Okurer, metin tahlili olmadan edebiyat tarihinin, edebiyat tarihi olmadan metin tahlilinin eksik kalacağını söyler. Ona göre Kaplan, metin tahlillerinde gerektiği kadar edebiyat tarihinden yararlanmıştır. Ele aldığı on üç şairin şiirlerini birbirine benzeyen ve ayrılan yönleriyle değerlendirmiş, böylece eserin bütünlüğünü sağlamıştır. Bu eser; fikir, devirlerinin temayülleri, sanat ve üslup bakımından geniş bir düşünce ve vukufun eseridir. Buna karşın Kaplan’ın söylediği sözlerin kimisi tartışılabilecek türdendir:
“Bizce bir şiir evvela şiir olarak, muhtevası ile ele alınıp sanat ve üslup bakımından; yani, estetik metotla tahlil edilmelidir. M. Kaplan tahlillerinde şiirleri daha ziyade, cemiyetimizin ve o zamanki insanımızın içinde yaşadığı içtimai realite karşısındaki düşünce görüş ve davranışı bakımından ele almıştır. Bütün tahlillerde fikrî hayatın takip ettiği seyri tespit etmek düşüncesi hâkim görünmektedir. Hâlbuki şiir tahlillerinde fikrî istikametten ziyade şiir anlayışının, estetik zevk ve seyirlerini tespit etmek düşüncesinin hâkim olması daha uygundur.”[1]
Okurer, Kaplan’ın ön sözde metni kendi içinde inceleyeceğini, yeri geldikçe yazar ve dönemi üzerine söz söyleyeceğini belirtmesine karşın, onun tüm tahlillerde aynı davranmadığını, kimi zaman doğrudan yazar ya da döneminden başladığını ortaya koyar. Okurer’e göre kitabın en önemli yerlerinden biri de “netice”sidir. Kaplan, yüzlerce sayfada anlatılamayan, hatta değinilmeyen sorunları, Akif Paşa’dan Yahya Kemal’e kadar Türk şiirinin muhteva, şekil, muhteva ve şekil arasındaki münasebet, lisan bakımlarından geçirdiği tahavvül ve inkişafı, yalnızca dört sayfada toplu olarak ortaya koymuştur. Kaplan’ı yine Kaplan’ın aşacağını ileri süren Okurer’in kitapla ilgili genel değerlendirmesi şöyledir:
“Bizce bu eser, ciddiyeti, edebî eserler ve meseleler üzerinde etraflı ve derin düşünmek itiyadını kazanmış, vukuflu bir kafanın eseridir. Fakat bu eserin asıl değeri, edebiyatımıza evvelden beri alışılmış, basmakalıp görüşlerle bakmaktan kurtulmak ümit ve cesaretini vermesi; yeni görüşlerle, yeni bir zihniyetin ışığı altında edebiyatımızın bambaşka manalar kazanacağını, fikrî, edebî, içtimai sahada yeni yeni meselelerin ortaya çıkıp aydınlanacağını göstermesidir.”[2]
İbrahim Zeki Burdurlu, Şiir Tahlilleri’ni tahlil konusunda ilk ve başarılı bir eser olarak görür. Ona göre bu eser, ülkemizde yararlı bir metin incelemesi öğretiminin yerleşmesini isteyenlerin coşkuyla karşılayacakları bir eserdir. Akif Paşa’dan Yahya Kemal Beyatlı’ya kadar on beş şairin şiirlerinin çözümlendiği bu eser, bu şairlerin birbirleriyle olan ilintilerine, birbirlerini tamamlar ya da çelişir olmasına dikkat edilerek, aynı zamanda da bu şairlerin dil özellikleri göz ardı edilmeden yazılmıştır. Burdurlu, bu tahlillerden üç önemli sonucun çıktığını söyler:
“Birincisi metnin tahlili; ikincisi metnin tipikliğinden şairin özelliklerine varma; üçüncüsü, Türk şiirinin geçirdiği devirleri ve devirlerdeki toplum durumlarını bir sıra güderek anlama.”[3]
FETHİ NACİ - İNSAN TÜKENMEZ / GERÇEK SAYGISI
İnsan Tükenmez ve Gerçek Saygısı bu dönemin üzerinde en çok durulan eleştiri kitaplarıdır. Bu kitaplar toplumcu gerçekçi bir anlayışı benimsemiş bir eleştirmenin birbirini bütünleyen iki ayrı dönemini vermesi açısından önemlidir. Fethi Naci, eleştirmenler ve sanatçılar tarafından önemsenen, yazdıkları dikkatle izlenen, yazacakları merak edilen bir eleştirmenimizdir. Kitaplarıyla ilgili yazıların bolluğu da bunu göstermektedir.
Nurullah Ataç, İnsan Tükenmez’le ilgili yazılarında Fethi Naci’yi toplumcu gerçekçi yazarların derli toplu yazanlarından biri, hatta en iyisi olarak görür. Ataç, toplumcu gerçekçi edebiyat kuramının aşıldığı, eskidiği kanısındadır. Buna karşın Fethi Naci’nin eseri hakkında çok şeyler söylenebileceğini, kimilerinin bu eseri baş tacı ederken, kimilerinin de yok edilmesi gereken bir eser olarak göreceklerini söyler:
“Kimi, örneğin Yeni Ufuklar’da, Yeditepe’de yazanlar pek beğenecek, pek önemli sayacak, bilimsel bir yöntemle bizde eleştiriyi yenileştirdiğini, büyük doğruları yayıp gözleri açtığını söyleyeceklerdir. Kimi de ürperecektir; yavuzlar yavuzunun, yıkıcılar yıkıcısının, şeytanın parmağını görecekler bu betikte, yırtılmasını, yakılmasını isteyeceklerdir. Sonra… Bana öyle geliyor, bir iki yıl içinde unutulacaktır bu betik.”[4]
Fethi Naci’nin yalnızca toplumcu gerçekçilikle ilgilendiğini, başka bir kuramla ilgilenmediğini söyleyen Ataç, onun inanlı bir genç olduğunu, onda gönmüşlerin (hidayete ermişlerin) iç sevinci, odu (ateşi) olduğunu ileri sürer. Ataç’a göre Fethi Naci, taraflı olduğunu yargılarında da ortaya koyar. O, Dağlarca’yı incir çekirdeği doldurmayacak laflarla kitaplar dolduran bir şair olarak değerlendirirken, kendi dünya görüşüne sahip edebiyatçıları övmekten geri kalmaz. Bunu yaparken de diğer görüşlere gözünü kapar, kulağını tıkar. Bu ise, yazarın düşüncelerini daraltmaktan başka bir işe yaramaz. Ataç, bu konuda şunları söyler:
“Ancak o yollardan yalnız birine bağlanıp ötekilerle ilgilenmemek, savaş çığlıkları ile yetinmek daraltır düşünceyi. Biraz açılsın Bay Fethi Naci. Kapandığı odanın söyüklerini (duvarlarını) yıksın demiyorum, belli ki o odada erinci (rahatı) yerinde, orada bir özgürlük duygusu da gelmiş kendine. Yıkmasın söyükleri. Ancak biraz da dışarı baksın. Bir baca, bir delik olsun yok mu o toplumcu gerçekçilik çığırında?”[5]
Cöntürk’e göre İnsan Tükenmez, yarınki eleştirmeye kaynaklık edebilecek bir yapıttır.[6] Cöntürk, Fethi Naci’yi eleştirel ölçüleri olduğu için sorumlu bir eleştirmen olarak görür:
“Fethi Naci’nin en güçlü yanı, bizce, ölçülerini tanıtlamaya çalışması, bunları birbirini tutar, birbirini bütünler bir düzgü içinde bize sunmasıdır. Fethi Naci’nin başlıca ölçüleri şöyle özetlenebilir: Yazar nesnel, bilimsel, toplumsal gerçekleri yazmalı. Yazarın dünya görüşü olmalı ve bu görüş nesnel gerçeklere uymalı; yazar tarihen doğru olan özleri yazmalı. Yazarın dünya görüşü ile yazdıkları birbirini tutmalı. Yazar gerçekleri yaşamadan yazmamalı. Toplumcu olmalı, eğitici olmalı; halkın içinde bulunduğu şartların bilincini onda yaratabilmeli; halkın çektiği sıkıntıların, karşılaştığı meselelerin çözüm yolunu ona göstermeli; ona aydınlık, mutlu geleceklerin kaçınılmaz olduğu duygusunu aşılamalı.”[7]
Cöntürk’e göre Fethi Naci’nin yanlışı, edebiyat yapıtını bir çeşit toplum bilimsel yapıt uyruğuna geçirmektedir. Oysa bu biçimin ortadan kaldırılması tehlikesini beraberinde getirmektedir. Cöntürk, onun düşüncelerinde katı bir tutum takınmasını, yapıt şöyle olmalı diye buyurmasını, yalnız bir gerçeğin bulunmasına inanmasını, biçime yeterince önem vermemesini yanlış bulur. O, edebiyat eğrisi üzerinde duran, öznel eleştirme ile yargılayıcı eleştirme arasına düşen, insanî, sorumlu ve önemsel bir eleştirmeden, yani nesnel eleştiriden yanadır.[8] Cöntürk, bu nedenle Fethi Naci’nin eleştirisini, Ataç ve Yetkin’in eleştirisini onaylamadığı gibi, onaylamaz.
Oktay Akbal, İnsan Tükenmez’deki yazıların en önemli özelliğinin üzerinde düşündürebilmesi olduğunu söyler. Ona göre Fethi Naci’nin yazılarını beğenmesek de ileri sürdüğü iddiaları desteklemesek de hatta bunların çoğunda yazarı haksız bulsak da kitaptaki çoğu yazının önemli olduğunu inkâr edemeyiz. Bunun nedeni de Fethi Naci’nin“ belirli bir anlayışın en iyi en kuvvetli temsilcisi” olmasıdır. Akbal, Fethi Naci’nin sanat anlayışını, çelişkilerini ortaya koymaya çalışır. Bunu yaparken onun yazılarına göndermelerde bulunur. Onun sanat değerinden yoksun eserleri bağışlamadığını, buna karşın sosyal endişeyi ön değer olarak kabul etmeyen yazarları da küçümsemeye, değerini azaltmaya çalıştığını; fakat bunu istemesine karşın yapamadığını; çünkü içinde sanat yapıtına karşı bir saygının, bir sevginin olduğunu söyler. Akbal, kitaptaki “Acı” adlı yazıdan uzun bir alıntı yapar. Bu alıntıda Sait Faik, Oktay Akbal, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı gibi yazar ve şairlerin özüyle sözüyle kendileri olduğunu, bundan dolayı da yazdıklarında “Söylediğim doğru mu?” şeklinde bir kaygı taşımadıklarını söyler. Akbal, bu konuda şunları söyler:
“Fethi Naci burada meseleyi ne kadar güzel kavramış görünüyor. Ama bunu başka yazılarında unutuyor ya da unutmaya çabalıyor. Kişiliklerini, yukarda çizdiği ölçüde kabul ettiği yazarlara sosyal endişeyi ön plana almıyorlar diye aşırı saldırışlar yapmasının anlamı nedir? Fethi Naci’nin istediği eser okuru ümitsizliğe güç kırıklığına götürmeyecek, ona savaşma, hayata bağlanma isteği verecek. İyi niyet! Ama bir roman, bir şiir, bir hikâyenin tek amacı böyle bir hava vermek olursa acaba gerçekten uzaklaşmak, bir çeşit idealizme gitmek tehlikesi belirmiyor mu?”[9]
Akbal, Fethi Naci’nin iyi romana örnek olarak gösterdiği Teneke’yle ilgili görüşlerini eleştirir. Ona göre Fethi Naci’nin çok beğendiği son bölüm, romanın en zayıf bölümüdür. Zorlamadır, gerçek dışıdır. Yaşar Kemal, romanı bu şekilde bitirmeseydi çok daha başarılı olacaktı, der. Akbal sözlerini şöyle sürdürür:
“Benim kusur bulduğum nokta, Fethi Naci için bir başarı. Kaymakamın Dokuzuncu Senfoni’den bir parçayı ıslıkla çalarak –nasıl çalar o ayrı konu kasabadan ayrılması Fethi Naci’ye nasıl yapma ve gerçek dışı gelmiyor şaşıyorum? Görülüyor ki yazar, kendini gerçekle ilgisi olmayan bir idealizme vermiş, gözü başka bir şey görmüyor. Bir romanın başarılı ve başarısız yönleri bu tozpembe idealizmin aydınlığında yitip gidiyor, yön değiştiriyor.”[10]
Fethi Naci, edebiyatı ikiye ayırır: Birincisi yarattığı değerlere sırt çeviren toplumsal gerçeklerden korkan Batı’nın edebiyatı; ikincisi ise aydınlık geleceklere, insanın gücüne inananların edebiyatıdır. Yazar, birincilere Gide, Sartre, Camus, Kafka gibi yazarları örnek verirken ikincilere ise örnek vermez. Akbal, bu durumu eleştirir:
“Fethi Naci’ye göre bu edebiyatın temsilcileri önemsiz, öteki edebiyatın temsilcileri önemli. Yalnız bir şey unutmuş, “’insanın gücüne inanan’ edebiyatın temsilcilerinin adını saymayı. Bunu yapmamış. Yapamazdı da. Belki birkaç yazar adı sayardı. Ama yukarda adı geçen sekiz yazarın karşısına koyacağı adların ne kadar cılız, çelimsiz düşeceğini biliyordu elbette. Kolay değil Gide’in, Camus’nün, Saint Exupery’nin karşısına adam çıkarmak”.[11]
Oktay Akbal, Fethi Naci’nin kendisi gibi olan yazarları hazır kalıpçılıkla suçlamasına da karşı çıkar. Akbal’a göre hazır kalıplardan yana olan kendisi değil, Fethi Naci’dir. Çünkü kendisi sanatçının sanatın gereklerine uygun davranmasını savunur:
“Hazır kalıpları Fethi Naci kendi yazılarında kolaylıkla bulabilir. Belirli biçimler, kalıplar, düşünce tarzları teklif eden kendisidir. (…) Bir sanatçı önce kendi beğenisi için yazar, yaratır, sonra toplum o beğeniye yaklaşır demek suç mu? Bu gençleri hazır kalıpları benimsemeye, düşünmemeye bir çağrı mı?”[12]
Sabih Şendil, İnsan Tükenmez’i özlü ve iyi hazırlanmış, yakılacak değil okunacak günün en iyi kitaplarından biri olarak değerlendirir. Ona göre Fethi Naci, peşin yargılarla hareket etmeyen, yargılarını okuduğu esere göre veren bir yazardır.[13]
“Fethi Naci yazarın sosyal endişesinin olması gerektiğine, sanat endişesiyle sosyal endişenin birbirlerini tamamlaması gerekeceğine inanan bir yazar. Düşündüklerini çeşitli örneklerle kabul ettirmeğe çalışıyor. Sade ve canlı bir dili var Fethi Naci’nin. Okuyucuyu sürüklemesini biliyor. Fethi Naci öyle gelişigüzel hükümlerle şu şaire veya bu hikâyeciye çatan yazarlardan değil. Uzun uzun örnekler veriyor, bizi düşüncesinin doğruluğuna inandırmağa, daha doğrusu kandırmağa çalışıyor. Güçlü bir yazar Fethi Naci. Son yılların en kalburüstü eleştirmecilerinden…”[14]
A. Korkut’a göre İnsan Tükenmez, toplumcu sanatımızın teorisini kurma yolunda atılan ilk adımdır. Fethi Naci bu yapıtında toplumcu sanatla ilgili yapılan tüm olumsuz yargıları tartışıp yanıtlamaktadır. Fethi Naci, kimi eleştirmenler gibi ön yargılı hareket etmez. Hatta ön yargıya karşı savaşım verir. Bu da onun en başarılı bir yanıdır. Bu eser kendi çığırında bir başlangıçtır. Onun İlhan Tarus’la ilgili düşünceleri hangi kaygıyla eleştiri yazdığını da bize gösterir:
“F. Naci’nin İlhan Tarus ile tartışması toplumcu sanatın sanat kaygısı üzerindeki görüşünü belirtiyor. Yazar açıkça söylüyor ki sanat kaygısı olmadan, sırf toplum kaygısı ile sanat eseri yaratılamaz; üstelik böyle bir eser toplumsal görev de yerine getiremeyecek kadar güçsüz ve cansızdır (s. 55). Fakat F. Naci sırf sanat kaygısına dayanan, gerçek üzerine kurulmamış soyut bir güzellik kavramına da karşıdır.”[15]
A. Korkut, Fethi Naci’nin dil konusuna hemen hiç eğilmemesi ve –eksikliğinin farkında olmasına karşın- biçim üzerinde durmamasını eleştirir. Fethi Naci’nin İnsan Tükenmez’de belli bir tezi savunduğunu belirten Mehmet Kaplan, bu tezi şöyle özetler: Fethi Naci’ye göre sanatçı, bireyin değil toplumun sorunlarıyla uğraşmalı; ama kimi yazar ve şairlerin yaptıkları gibi karamsar bir tablo çizmemeli, ileriki mutlu toplumu yaratma umudunu taşıyan iradeli tipler ortaya koymalıdır. Yazar, bunu yaparken kuru gerçekçiliğe düşmemeli, estetiği ön plana almalıdır; çünkü sanat kaygısının olmadığı yerde kalıpçılık vardır.[16]
Kaplan, Fethi Naci’nin edebiyatın en önemli özelliği, duygu ve düşünceleri “image”lar yoluyla anlatmaktır görüşüne katılır. Bu nedenle eserinde hiçbir imge bulunmayan, gerçeği kuru bir belge gibi veren İlhan Tarus’u eleştirdiği için Fethi Naci’yi haklı bulur. O, Fethi Naci’nin ufku açık ve yaratıcı insan düşüncesine de tamamıyla katılır, ama geleceğin bilim tarafından önceden tayin edileceği görüşüne katılmaz.[17] Kaplan, sonuçta Fethi Naci ve eseri hakkında şunları söyler:
“Fethi Naci’nin içtimai gerçek kadar güzelliğe de değer vermesi beni sevindirdi. Bu, Türk edebiyatı namına ileri bir adımdır. Toplumsal gerçekçilerin yavaş yavaş estetiğin ehemmiyetini anlamaları, hem kendi görüşleri hem de Türk edebiyatı bakımından büyük kazançtır.”[18]
Fethi Naci, Ferit Öngören’e göre, edebiyattan anlamayan bir yazardır. İnsan Tükenmez, Fethi Naci’nin parantezli ya da parantezsiz Batı edebiyatından yaptığı aktarmalarla oluşturulmuş bir kitaptır. Bu yönüyle bir aşırmalar kitabıdır.[19] Necip Alsan’a göre Fethi Naci, Gerçek Saygısı’ndaki yazılarında okurun karşısına kendini beğenmiş, hocalık eden, öğüt veren bir kişi olarak çıkar. Fethi Naci’nin yazılarında gelişen bir düşüncenin olmadığını ileri süren yazar, onun ilk sözünden son sözünün ne olacağının çıkarılabildiğini, ön yargılı bir yazar olduğunu, kalıp sözleri ve yinelemeleri çok fazla kullandığını imler. Alsan, eleştirmen hakkında şunları söyler:
“Birçok sorunları ele alırken dar görüşle alıyor. Araçları kıt. Çözmek istediği sorunlara eğilirken onları çözmekten yetersiz olduğunu gösteriyor. Sağa sola başvurduktan sonra, bu böyledir deyip bitiriyor. Böyle olunca düşünceleri, aktarılmış düşüncelerden, kötü savunulmuş iyi düşüncelerden ileri gitmiyor. Fethi Naci’nin gücü, çözer göründüğü sorunların çoktan çözülmüş olmasında. Yetersizliği bu sorunlar üzerinde yeni baştan düşünürken onları tazeleyecek yerde yıpratmasında, yeni düşünceler üzerinde eski mantıkla düşünmek, çürük tekneye binmektir. Deyişindeki çetrefillik, gereksiz uzunluklar, düşünce gemisinin yol almamasından. Yazılarında öğüt bol. Bunlardan biri, kişinin yazdığından çok bilmesidir. Başkalarından öğüt alması gerekli değil. Kendi öğütlerini kendi dinlese, kendi kendini geçecek Fethi Naci.”[20]
Mehmet Seyda, Gerçek Saygısı’yla Fethi Naci’nin yazı hayatının ikinci aşamasına geldiğini, kendine daha somut dayanaklar bulduğunu, sanat sorunlarımız üstündeki görüşlerini çok daha yetkin biçimde dile getirdiğini belirtir. Ona göre Fethi Naci, bu eseriyle İnsan Tükenmez’deki görüşlerini bütünleyip muhtemel bir eksik, yanlış bir anlayışı düzeltir. Mehmet Seyda’ya göre Fethi Naci’nin önemi, araştırmalarını küçük ayrıntılara, kavramların tartışılmasına götürebilmesindedir. Onun gelişen romancılığımızla birlikte, sanattaki toplum sorunları, gerçekçilik akımlarının nedenleriyle ilgilendiği gibi romancılığımızla da yakından ilgilenmesi bir başka özelliğidir. O da tıpkı Yaşar Nabi gibi, başarılı roman deyince kişileri canlı olan, yaşayan romanları anlar. Seyda, Fethi Naci’nin iyi olmayan toplumcu romanlarla ilgili sözlerini alıntılayarak bitirir yazısını. Bu aynı zamanda onun eleştirmene katıldığının göstergesidir:
“Fethi Naci, (…) çağımızdaki çatışmaları göstermek artık yeter değil, gelişme yönünü de göstermelidir falan derken; öyle sanıyorum, biz en önemli bir şeyi, yazarın yazdığı yapıtın nihayet bir roman olduğunu pek aklımıza getirmek istemedik diyor. Bunlunla da yetinmiyor Fethi Naci, büyük bir içtenlikle duyumunu açıklıyor: … Toplumsal bilgi bakımından, dediklerimize uyan yapıtları okurken sıkılmaya başladığımızı, sonuna kadar okumak için kendimizi zorladığımızı niçin saklayalım?”[21]
Halil Erdoğan, Gerçek Saygısı’nı en ilgi çekici yapıt olarak gösterir. Yazar, daha çok kitabın “Düşünmek Üstüne” adlı bölümünü irdeler. Fethi Naci’nin ileri aydınlarımızdan biri olduğunu söyleyen yazar, onu yalnızca ileri aydınların sevmediğini, Mehmet Kaplan gibi karşıt görüşte olanların da beğenisini kazandığını söyler. Onun karşıt görüşteki insanlarda tepki değil de etki uyandırmasını önemli bulur. Halil Erdoğan’a göre, Fethi Naci’nin en ilgi çekici yanı, düşünmeye ve düşündürmeye çalışan bir yazar olmasıdır. Çünkü o, duygudan değil, bilgiden gelen inancı savunur. O, kuramının yanlış olduğunu düşünmez. Ona göre yanlışlık uygulamalardadır. Halil Erdoğan, onu iyi yetişmiş, öğrendiklerini sindirmiş, ama bunlarla asla yetinmemiş, kendisini ilgilendiren konuları sürekli izlemeye çalışmış bir yazar olarak nitelendirir. Yazar, Fethi Naci’nin bu kitabında İnsan Tükenmez’in ana çizgileri üzerinde hareket ettiğini, kendisiyle çelişmediğini özellikle belirtir:
“Aradaki en önemli ayrılık İnsan Tükenmez’de, belki de daha çok bilinenleri derli toplu bir biçimde tekrarlamaya eğilimli olan öğretici yazar Fethi Naci’nin ikinci betiğinde bir yandan öğretici olmaktan çok kuşkucu davranır gibi görünmesi, aynı sorunları, aynı bilgileri çok daha ustaca tekrarlaması, düşüncelerini daha yumuşak, daha derin bir biçimde verebilmesi ve daha ileri giderek diyeceğim ki, bir yanda da ilk betiğinde içinde bulunduğu çevreye bazı yönlerden karşı çıkar izlenimini bırakmasıdır.”[22]
Yazara göre kitabın birinci bölümünde söylediklerini, ikinci bölümde yapıtlara uygulayan Fethi Naci, böylece soyut sorunları somut sorunlar durumuna getirmeyi başarır. Halil Erdoğan, gerçekçi bir eserde öz biçim uygunluğunun söz konusu olduğunu söyleyen Fethi Naci’nin, eleştirilerinde özün doğru mu yanlış mı olduğunu belirtmekle yetinmesini bir eksiklik olarak görür.[23] Halil Erdoğan, Fethi Naci’yle ilgili dedikodulara da değinir. Ona göre önemli olan Fethi Naci’nin “ileride nereye gideceği” ya da “eskiden nerede olduğu” değildir. Önemli olan hâlen doğru yolda olup olmadığıdır. O, Fethi Naci’nin doğru yolda olduğu kanısındadır. Diğer yazar ve eleştirmenler de dedikodularla değil, yazılanlarla ilgilenmelidir:
“Eleştirmeci, eline aldığı yapıtı okur, inceler. Yazarın ne demek istediğini yazarın yazısından öğrenir. Söylentiler, dedikodular onu ilgilendirmez. Çünkü eleştirmeci, kendi adına kendi görüşü adına söz söyler. Fethi Naci’nin sağa dönmesi, sola dönmesi okuru en az ilgilendiren yönlerden biridir. İşin garibi şudur ki Fethi Naci’de önemli bir değişme olmamıştır.”[24]
Tevfik Çavdar, Gerçek Saygısı’nı ele aldığı yazısında İnsan Tükenmez’i de değerlendirir. Bu iki kitap arasındaki Fethi Naci’yi irdeler. Yazarın yazdıklarının çelişkili olmadığını, ne istediğini bildiğini ifade eder. Çavdar, Fethi Naci’nin İnsan Tükenmez’de söylediklerinin biraz çeviri kokan kuramsal ve genel doğrular olduğunun altını çizer. Fethi Naci’nin nasıl bir yazar istediğini ayrıntılı bir biçimde ortaya koyar. Çavdar’a göre Fethi Naci, insan gerçeğini tanımak, toplum gerçeğimizi tanımak, toprağımıza yerleşmek derken yazarın topluma olan sorumluluklarını yazarlara anımsatır. Zaten sanatçı ona göre bir hareket adamıdır. Çavdar, yazarın ilk kitabında ne istediğini şöyle özetler:
“Yazarlardaki dengesizliğin, bunalımın toplumdan gelmesi, yazarın çevresinde gelişen olayları ayırıcı ve nedenlerine nüfuz edici bir bilimsel görüşle incelenmesi, incelediği olaylar hakkında bir değer yargısına varabilmesi için sağlam bir dünya görüşüne sahip olması: işte Fethi Naci’nin İnsan Tükenmez’de istedikleri”.[25]
Çavdar, Fethi Naci’nin Gerçek Saygısı’na aldığı yazılarda bunlara karşı olmadığını, inkârcı bir davranış içinde olmadığını, böyle söyleyenlerin kötü niyetli olduklarını ileri sürer. Çavdar’a göre İnsan Tükenmez toplumcu gerçekçiliğin sorunlarını ele alan, bu konudaki kuramsal doğruları ortaya koymaya çalışan çok yönlü bir kitaptır. Gerçek Saygısı ise bu kadar çok yönlü değildir. O, aynı sözü farklı başlıklar altında anlatan bütüncül bir kitaptır. Fethi Naci, “Düşünmek Üstüne” başlığı altında sekiz yazı yazmıştır. Çavdar’a göre bu yazılarda tek bir sorun üzerinde dönüp durulması yazarın bir kusurudur; çünkü yazar, aynı konunun değişik yönlerine değineceğine, hep aynı eksen etrafında düşünce üretmiştir.
Çavdar’ın üzerinde durduğu bir başka nokta da Fethi Naci’nin kullanmış olduğu terimler ve deyimlerdir. Gerçekçilik ve onun sorunları üzerine düşünce üreten yazar birçok deyim ortaya atar. Çavdar’a göre bunlar ayıklanarak gerçekçi edebiyatımız için ortaya çok güzel bir deyimler sözlüğü çıkarılabilir. Çavdar, bu deyimlerden örnekler verir:
“Gerçeği aşma, aydınlık gelecekler edebiyatı, bölmeli kafa, hayat başkalarıdır…”
Çavdar’a göre Fethi Naci, Gerçek Saygısı’nda kuramsaldan sorunlara yöneldiği çevreyi aydınlatmaya çalıştığı için kusurlarına ve yinelemelerine karşın başarılıdır.[26] Fethi Naci ile ilgili de birçok yazarın tenkidi görülmektedir. Yazarların fikirlerinden yola çıkarak aynı zamanda edebî tenkide bakış açılarını ve tenkit üsluplarını da anlamak mümkündür.
HÜSEYİN CÖNTÜRK - ELEŞTİRMEDEN ÖNCE
Ülkemizdeki nesnel bilimsel eleştirinin öncülerinden olan Cöntürk, eleştirinin kuramıyla ilgili yazılarını Eleştirmeden Önce’de şiir anlayışıyla ilgili yazılarını da Çağının Şairi’nde toplamıştır. Bunlar, eleştirisinin uygulamasını henüz yapmamış kuramla ilgili çalışmalarını sürdüren bir eleştirmenin yazılarıdır. Bu yazılarda Cöntürk’ün yeni eleştiriye göz kırptığını, nesnelliği ve bilimselliği önemsediğini görüyoruz. Cöntürk’le ilgili değerlendirmeler genellikle olumludur. Onun eleştirinin temellerini ortaya koyarken bilimselliği göz ardı etmediği, bu eserin kendinden öncekilerden daha başarılı, güçlü ve gerçekçi olduğu eleştirmenlerce dile getirilir.
Ümit Ölmez, Eleştirmeden Önce’yi daha önce çıkan Fethi Naci’nin İnsan Tükenmez, Salah Birsel’in Şiirin İlkeleri ve Ataç’ın tüm kitaplarından daha bilimsel, daha güçlü ve gerçekçi olarak nitelendirir. Ölmez, Cöntürk’ü ve eserini olumlu olumsuz yönleriyle değerlendirir. Yazar, Cöntürk’ün eleştiriyi bir bilgi işi olarak görmesini, eleştiride iş birliğini ileri sürmesini, bilimsel eleştiriyi savunmasını; eleştiriye yeni terimlerin, kavramların kazandırılması ve eleştiri dilinin kurulması için çaba harcamasını; eleştiri mantığı üzerine düşünce üretmesini, eleştirmenin salt eleştiri yapması gereğinin üzerinde durmasını, eleştirmen ile denemeci arasındaki ayrımı ortaya koymasını olumlu karşılar ama yeni kavramları karşılamak için bulduğu biçne (form), içne (content, kurartı, tasartı), yaşam tarihi (biography) gibi yeni, ahlak bilimsel, pratik, nazari gibi yabancı sözcükleri kullanmasını, hatta bunlara Türkçe ekler getirmesini yadırgar. Ölmez, Cöntürk’ün eleştiri anlayışını şöyle toparlar:
“Ona göre, Ataç izlenimci bir eleştirmen sayılabilir. Fethi Naci ise toplumcudur. Yarının eleştirisini kuracaklar daha çok bu iki zıt tutumdaki eleştirmenlerin iyi taraflarını bir araya getirmeyi başaracaklar arasından çıkacaktır: Edebiyat eğrisi üzerinde kalan ve belirli ölçüleri olan eleştirmenler diyor. İyi eleştiri, eleştiri eğitimi aldıktan sonra yazılabilir. O, gücünü duygudan değil, bilimler ile felsefeden almalıdır. Sonra, herhangi bir yazarın kendisi değil, ortaya koyduğu yapıtı önemlidir. Eleştiride kişiye değinmekten çok, yapıtı eleştirilmelidir.”[27]
Cöntürk’ün çağdaş eleştirinin bilgi ve eğitim yardımıyla kurulacağı görüşüne katılan Ölmez, bu eseri eleştiri dalının başarılı bir yapıtı olarak görür. T.B.ye göre eleştirmenin sorunlarını çözmeye çalışan Cöntürk, bunda belli oranda başarılı olmuştur. O, bunun için öncelikle edebiyat eleştirisinin kurallarının, ölçülerinin ne olması gerektiği üzerinde durmuştur. Eleştirmen, Cöntürk’ün eleştiride iş bölümü ve iş birliği anlayışını destekler. Ona göre de öznel eleştiriden vazgeçilmeli; eleştirinin sanattan çok tekniğin niteliklerini taşıdığı ve bir bilgelik işi olduğu yazar ve eleştirmenlerce görülmelidir. T. B. Cöntürk’le ilgili şu yargılarda bulunur:
“Cöntürk, Eleştirmeden Önce’de eleştirmenin temellerini ortaya koymuş; sağlam bulduğu, beğendiği kurallara uygun denemeler de yapmıştır. Yazar, gerekli bir yolda ilerlemektedir. Eleştirme yaptıklarını sananların, Cöntürk’ün gösterdiği yoldan gitmeleri faydalı olacaktır.”[28]
MUSTAFA NİHAT ÖZÖN - EDEBİYAT VE TENKİD SÖZLÜĞÜ
Bir eleştiri sözlüğünde münekkit, tenkitçi gibi terimlere yer vermeyen Mustafa Nihat Özön’ün sözlüğün ön sözünde, “Tenkit fikrinin oluşu, gelişmesi her şeyden önce terimlerin tespitine bağlıdır.” demesi, insana pek inandırıcı gelmiyor. Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, bize göre, ilk olması açısından önemlidir. Bu sözlük üzerine üst üste iki yazı yazan Cahit Öztelli, sözlüğü çeşitli açılardan eleştirir. Öztelli, Özön’ün sözlüğü hazırlarken gereken özeni göstermediği kanısındadır. Ona göre yazar, işin derinliğine inecek sabırdan yoksundur. Böyle olunca da sözlükte yanlışların, eksiklerin, atlamaların olması da kaçınılmazdır. Öztelli sözlüğü dış yapı (bibliyografya, kısaltmalar, imla yanlışları, bulunmayan maddeler, başka teknik aksaklıklar)[29] ve iç yapı (edebiyat dışı terimler, gazeteler, kitaplar, gereksiz maddeler, yanlış açıklamalar, eksik maddeler, sözlüğün adı)[30] açısından eleştirir.
Öztelli’ye göre bu sözlük okura yararlı bir sözlük değildir. Sözlüğün genel karakteri, her şeyden bir parça, hiçbir şey tam değil, düşüncesinde toplanır. Örneğin sözlükte “Muallimler Birliği” dergisi vardır, ama bir edebiyat dergisi olan “Varlık” yoktur. Kitap olarak “Aydemir” vardır, ama “Yaban” yoktur. Edebiyat dışı ve gereksiz birçok terim vardır, ama “mizah, eleştirmeci” yoktur. Bu tür eksik ve yanlışlara değinen Öztelli, amatör bir sanatçının bile gereksinimlerine cevap vermeyeceğini söylediği bu sözde sözlüğün adının da yanlış olduğu kanısındadır:
“Sözlüğün adı böylece pek iddialı görünüyorsa da tenkit sözleri en az alınan maddelerdir. Münekkit, tenkitçi maddeleri bile alınmamıştır. Eleştirmenin kuralları, eleştirmecinin kişiliği, tarafsızlığı gibi tenkidin asıl gerekli, öğretici olan buna benzer meselelerini ele bile almayan bir sözlük nasıl olur da tenkit sözlüğü olduğunu iddia edebilir. Bu kadar az kelime ile tenkit sözlüğü denileceğine gazete ve kitap sözlüğü dense daha yakışırdı. Çünkü asıl yer onlara verilmiş.
(…)
Sözün kısası iş, lafa uymayınca sözlük de sözde kalır. Sözlüğün dediği gibi ‘lafçılık’ olur. (…) Sonuç olarak (…), yazar bu sözlüğü bu hâliyle yayımlamakla edebiyat âlemimize kötülük etmiştir. ”[31]
Çalışmamızın değerlendirme bölümünde;
Nurullah Ataç’ın Diyelim ve Sözden Söze, Suut Kemal Yetkin’in Günlerin Götürdüğü ve Edebiyat Üzerine, Yaşar Nabi Nayır’ın Yıllar Boyunca, Mehmet Kaplan’ın Şiir Tahlilleri, Fethi Naci’nin İnsan Tükenmez ve Gerçek Saygısı, Hüseyin Cöntürk’ün Eleştirmeden Önce, Mustafa Nihat Özön’ün Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü eserleriyle ilgili diğer yazarların tenkitlerini gözden geçirdik. Söz konusu eserlerin Cumhuriyet Dönemi edebiyatında edebî tenkitle ilgili genel bir izlenim edinmemize katkı sağladığını düşünüyoruz. Sonuç bölümünde ise söz konusu eserlerden yola çıkarak edebî tenkitle ilgili tespitlerde ve çıkarımlarda bulunacağız.
Sonuç
Teşhisin özü şahıstır. Teşhis, somutlaştırma yani şahıslaştırmadır. Doğru teşhis için, körün fili tarif etmesinden uzaklaşmak gerekir. Teşhis, ortaya nicelik ve nitelik koymaktır. Edebî metin ise şahıstır. Teşhisin en önemli yönü karardır. Teşhisin için emin olmak gerekir ancak tenkit, şüphedir.
Şüpheyi doğuran nokta teşhistir. Edebiyat açısından teşhis şüpheyi ortadan kaldıran neden sayılamaz. Tenkidin sonucu hükme bağlamaktır. Hükme bağlamak için emin olmak, karar vermek ve bunu gerekçelendirmek gerekir. Bir hükmün geçerli olması ya da olmaması gerekçelendirilmesiyle ilgilidir.
Gerekçeli kararın ilk aşaması bilgidir (vukufiyet). Edebî tenkit için malumat sahibi olunmalıdır. Teşhis, bilgilenmeyi sağlar. Edebiyatın başka bir yönü ahenktir. Metin teşhisi yapabilmek, metnin edebî olup olmadığına karar vermeyi gerektirir. Bir metnin edebi olabilmesi için metin edebiyatla ilgili olmalıdır.
Kavramlar (metin, edebî metin, metin incelemesi, tenkit, edebî tenkit, tenkit yöntemleri) anlama ihtiyacından doğar. Anlama ihtiyacının ardında merak vardır. Bu ihtiyaç yönelimi anlamaya çalışmaktan ortaya çıkar. Kişi, en sonunda anladıklarını anlatmaya çalışır.
Edebî tenkit, metnin anlatmaya çalıştığını anlamakla başlar. Anlatma anlama çelişkileri üzerinde de durmak gerekir. Metne edebîliği kazandıran kelimelerdeki anlam yükleridir. Bu anlamlar özeldir, sıradan değildir. Buna kimi edebiyatçılar şekil açısından kimileri de içerik açısından yaklaşır. Bir metnin edebî olabilmesi için o metni yazan kişinin dil ve estetik algısının üst düzeyde olması gerekir.
Eleştirmen her şeyden önce edebiyat dünyasının “kötü adamıdır”. Eleştirel düşüncenin tam olarak yerleşmemesi ve hepsinden önemlisi eleştirilerde nesnel bir yöntemin kullanılmaması eleştirmeni edebiyat dünyasının istenmeyen insanı yapmıştır.
Bununla birlikte edebiyatın gelişmesi için eleştirinin ve eleştirmenin önemi de herkesçe kabul edilmiştir.[32]
Bir metin, dıştan bakıldığında her okuyucu için aynı anlamı ifade etmiyor, aynı algıyı oluşturmuyorsa o metnin edebî derinliği var demektir. Edebî metinlerde işlenmemiş güzel duygu, hayal ve zevk ait olduğu toplumun sosyal kültürel birikimini yansıtan nitelikler taşımalıdır. Bu anlamda metin, sözlü ya da yazılı olarak üretilen anlamlı bütündür. En küçük parçası cümledir. Maksat, anlatma ve anlamlandırmadır.
Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin gibi eleştirmenlerin herhangi bir yönteme dayanmayan fakat süregelen geleneğin devamı olan eleştiri yazıları, eleştiriyi yaratıcı bir tür olarak görmemeleri, öznel eleştiriyi denemeye ve sanatçılığa daha yakın bulmalarına sebep olmuştur. Ataç, her ne kadar öznel eleştiri yöntemini benimsemiş bir yazar olsa da 1950’li yıllarda eleştirmenin bir yöntemi ve entelektüel birikimi olması gerekliliğini savunmuştur.[33]
Genel olarak, Cumhuriyet Dönemi’nin edebiyat gündeminde, Türk edebiyatında tenkidin gelişememesinin maddi ve manevi nedenleri vardır. Tenkitçilerin olumsuz eleştiriler yapmasıyla edebiyat dünyasından dışlandığını belirten yazarlar, eleştiri metinlerinin sadece süreli yayınlarda kaldığını ve sonrasında unutulduğunu dile getirirler. Her iki durum göz önüne alınırsa, eleştirmen manevi olarak bir tatmin sağlayamamaktadır. Üstelik eleştirmenlik maddi gelir getiren bir iş olmadığı için yazarlar sadece tenkit metinleri yazarak ihtiyaçlarını karşılayamamaktadırlar. Eleştirmenin bu sıkıntıları doğrudan veya dolaylı olarak tenkide yansımaktadır.
Çalışmamızda Cumhuriyet Dönemi ve edebiyatıyla ilgili genel bilgilendirme yaptıktan sonra, değerlendirme bölümünde Cumhuriyet Dönemi tenkidiyle ilgili ayrıntılı tespitler sunduk. Tenkit ve tenkitle ilgili çalışmaların edebiyatımızda oldukça geniş yer alması nedeniyle araştırmamızda Hüseyin Özçelebi’nin Cumhuriyet Döneminde Edebi Eleştiri (1951-1960) başlıklı tezinden yola çıkarak eleştiriyle ilgili kitaplar ve sözlükler üzerine değerlendirmeler sunduk. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Edebî Tenkit: Tenkitle İlgili Kitaplar ve Sözlükler Açısından Bir Değerlendirme isimli bu çalışmanın alana katkı sağlamasını ve bu alanda çalışmalar yapan kişilere yol gösterici olmasını diliyoruz.
[1] Okurer, C. (Aralık 1954). “Şiir Tahlilleri”, Hisar, C. 3, S. 56, s. 15, 142.
[2] agm., s. 15.
[3] Burdurlu, İ.Z. (Nisan 1955). “Şiir Tahlilleri”, Yenilik, C. 4, S. 28/4,s. 41, 143.
[4] Nurullah Ataç, “Söz Olsun: Düzenli Toplum”, Varlık, S. 438, 15 Eylül 1956,s. 4.
[5] Nurullah Ataç, “Söz Olsun: Kişi Oğlu”, Varlık, S. 439, 1 Ekim 1956, s. 6.
[6] Hüseyin Cöntürk, “Eleştirmede Ölçü”, Eleştirmeden Önce, Kültür Matbaası, Ankara, 1958, s. 28.
[7] age., s. 28. 144.
[8] “Öznel Eleştirmeye Karşı”, age. s. 38.
[9] Oktay Akbal, “Hazır Kalıplar”, Yenilik, C. 9, S. 45, Eylül – Ekim 1956, s. 5, 145.
[10] agm., s. 6.
[11] agm., s. 7.
[12] agm., s. 7.
[13] Sabih Şendil, “İnsan Tükenmez”, Yeni Ufuklar, C. 5, S. 37 (53), Ekim 1956, s. 671-673, 146.
[14] Sabih Şendil, “İnsan Tükenmez”, Forum, C. 6, S. 61, 1 Ekim 1956, s. 23.
[15] A. Korkut, “İnsan Tükenmez”, Pazar Postası, Y. 4, S. 41, 7 Ekim 1956, s. 9.
[16] Mehmet Kaplan, “İnsan Tükenmez”, Edebiyatımızın İçinden, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1998, s.315- 316, 147.
[17] age., s. 317/320-321.
[18] age., s. 317.
[19] Ferit Öngören, “Yenilgi Kazanmak”, A, S. 20, Eylül 1959, s. 6-7.
[20] Necip Alsan, “Eleştirmenin Eleştirmesi”, Varlık, S. 511, 1 Ekim 1959, s. 15, 148.
[21] Mehmet Seyda, “İki Kitap”, Forum, C. 11, S. 132, 15 Eylül 1959, s. 18-19, 149.
[22] Halil Erdoğan, “Gerçek Saygısı”, Dost, C. 5, S. 27, Aralık 1959, s. 18.
[23] agm., s. 22.
[24] agm., s. 21-22.
[25] Tevfik Çavdar, “…Bir Yaşama Ordusu Çıkıyor Aydınlığa”, Yeditepe, Yeni Seri S. 9, 1-15 Ağustos 1959, s. 6, 150
[26] agm., s. 7, 151.
[27] Ümit Ölmez, “Eleştirmeden Önce”, Pazar Postası, Y. 6, S. 24, 15 Haziran 1958, s. 14.
[28] T. B., “Eleştirmede Yeni Bir Şey Var”, Pazar Postası, Y. 6, S. 8, 23 Şubat 1958, s. 12, 152.
[29] Cahit Öztelli, “Yeni Bir Edebiyat Sözlüğü”, Türk Dili, C. 4, S. 45, Haziran 1955, s. 589-593.
[30] Cahit Öztelli, “Bir Edebiyat Sözlüğü”, Türk Dili, C. 4, S. 46, Temmuz 1955, s. 644-649.
[31] agm. s. 648-649.
[32] Baycanlar, Ç.S. (2007).age.
[33] Baycanlar, Ç.S. (2007).age.
Kaynakça
A. Korkut, (7 Ekim 1956). “İnsan Tükenmez”, Pazar Postası, Y. 4, S. 41, , s. 9.
Akbal, O. (1967). “Diyelim”, Dost Kitaplar, Kitapçılık ticaret Limited Şirketi Yayınları, İstanbul, s. 29, 135
Akbal, O. (Eylül – Ekim 1956). “Hazır Kalıplar”, Yenilik, C. 9, S. 45, s. 5. 145.
Alsan, N. (1 Ekim 1959). “Eleştirmenin Eleştirmesi”, Varlık, S. 511, s. 15. 148.
Ataç, N. (1 Ekim 1956 ). “Söz Olsun: Kişi Oğlu”, Varlık, S. 439, s. 6.
Ataç, N. (15 Eylül 1956 ). “Söz Olsun: Düzenli Toplum”, Varlık, S. 438, s. 4.
Aytaş, G. (2012). Edebi Tenkit ve Metin İncelemeleri Doktora Dersi Notları. GÜ GEF, Ankara.
Buğra, T. (Kasım 1955). “Siyah Kehribar, Megalomani ve Eleştirmeye Dair”, Yenilik, C. 6, S. 35, s. 10, 134
Burdurlu, İ.Z. (Ağustos 1955) “Diyelim”, Yenilik, C. 5, S. 32, s. 67-72.
Burdurlu, İ.Z. (Nisan 1955). “Şiir Tahlilleri”, Yenilik, C. 4, S. 28/4, s. 41, 143.
Cöntürk, H. (1958). “Eleştirmede Ölçü”, Eleştirmeden Önce, Kültür Matbaası, Ankara, s.30.
Cöntürk, H. (1958). “Eleştirmede Ölçü”, Eleştirmeden Önce, Kültür Matbaası, Ankara, s. 28.
Cöntürk, H. (27 Mayıs 1958). “Ataç ve Dilekler”, Salkım, C. 3, S. 49, s. 1, 136.
Cöntürk, H. , Bezirci, A. (1962). “Yarınkilere Karşı Hazırlanmak”, Günlerin Götürdüğü Getirdiği, Ataç Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 6.
Çavdar, T. (1-15 Ağustos 1959 ). “…Bir Yaşama Ordusu Çıkıyor Aydınlığa”, Yeditepe, Yeni Seri S. 9, s. 6, 150.
Devellioğlu, F. (1993). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara, s.656.
Erdoğan, H. (Aralık 1959 ). “Gerçek Saygısı”, Dost, C. 5, S. 27, s. 18.
http://www.edebiyol.com/CUMHURiYET_EDEBiYATI.html
Kaplan, M. (1998). “İnsan Tükenmez”, Edebiyatımızın İçinden, Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 315- 316.
Karaalioğlu, S.K. (1975). Edebiyat Terimleri Kılavuzu, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul.
Keskin, Y. (1 Kasım 1952). “Nurullah Ataç”, Varlık, S. 388, s. 22.
Mengi, M. (2000). Divan Şiiri Yazıları, Akçağ Yay., Ankara, s. 78.
Metin And, “Ataç”, Forum, C. 3, S. 25, 1 Nisan 1955, s. 20.
Okurer, C. (Aralık 1954). “Şiir Tahlilleri”, Hisar, C. 3, S. 56, s. 15, 142.
Ölmez, Ü. (15 Haziran 1958). “Eleştirmeden Önce”, Pazar Postası, Y. 6, S. 24, s. 14.
Önertoy, O. (1980). Edebiyatımızda Eleştiri Tanzimat ve Servet-i Fünûn Dönemleri, DTCF Yay. Ankara, s. 13.
Öngören, F. (Eylül 1959). “Yenilgi Kazanmak”, A, S. 20, , s. 6-7.
Özçelebi, H. (2003). Cumhuriyet Döneminde Eleştiri (1939-1950), MEB Yay. İstanbul, s. 276.
Özgü, M. (Haziran 1953). “Kitaplar: Edebiyat Üzerine”, Türk Dili, C. 2, S. 21, s. 632-633, 140.
Özgül, M.K. (Mayıs –Haziran-Temmuz 2003 ).“Tenkidi Eleştirmek”, Eleştiri Özel Sayısı, Hece, S. 77-78-79, s. 7
Öztelli, C. (Haziran 1955). “Yeni Bir Edebiyat Sözlüğü”, Türk Dili, C. 4, S. 45, s. 589-593.
Öztelli, C. (Temmuz 1955). “Bir Edebiyat Sözlüğü”, Türk Dili, C. 4, S. 46, s. 644-649.
Sabih Şendil, (1 Ekim 1956 ). “İnsan Tükenmez”, Forum, C. 6, S. 61, s. 23.
Sabih Şendil, (Ekim 1956 ). “İnsan Tükenmez”, Yeni Ufuklar, C. 5, S. 37 (53), s. 671-673.146
Sayısı, S. 77-78-79, Mayıs Haziran Temmuz 2003, s. 86-89.
Seyda, M. (15 Eylül 1959). “İki Kitap”, Forum, C. 11, S. 132, 15 Eylül 1959, s. 18.
Seyda, M. (15 Eylül 1959). “İki Kitap”, Forum, C. 11, S. 132, s. 18-19, 149.
T. B., (23 Şubat 1958). “Eleştirmede Yeni Bir Şey Var”, Pazar Postası, Y. 6, S. 8, s. 12, 152
Tanpınar, A. H. (1992). “Bizde Tenkit”, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yay. İstanbul, s. 174-176.
Tökel, D.A. (Mayıs –Haziran-Temmuz 2003 ) “Divan Edebiyatında Eleştiri”, Hece, Eleştiri Özel Sayısı, S. 77-78-79, s. 14-47.
Uçman, A. (Mayıs –Haziran-Temmuz 2003 ) “Tanzimat ve Servet-i Fünûn Dönemi Türk Edebiyatında Eleştiri”, Hece, Eleştiri Özel Sayısı, S. 77-78-79, s. 48-70.
Wellek, R. (1965). Concepts of Criticism, Yale University Pres, s. 21.