MHP NEDEN YÜKSELİŞTE?

30 Mayıs 2015 11:03
Okunma
3341
MHP NEDEN YÜKSELİŞTE?

 
   
  Mehmet DUMANOĞLU
 
 
  7 Haziran 2015’te yapılacak genel seçimler Türkiye açısından 1923 yılındaki İkinci Dönem TBMM genel seçimlerinden sonraki en önemli ikinci genel seçim olacaktır. 1923 yılı İkinci Dönem genel seçimleri yeni Türk Devleti’nde inkılapları gerçekleştirecek Meclis olacaktı. Gerçekten de 1923 İkinci Dönem Meclisi bütün inkılaplar, reformlar, halifeliğin kaldırılması, sosyal hayat, hukuk ve kültür alanındaki bütün yenilikleri, değişiklikleri yapmıştır. 07 Haziran 2015’te yapılacak genel seçimler de Türkiye Cumhuriyeti açısından tarihi önemdedir.
 
   Niçin bu kadar önemli?
1.   AKP’nin ( daha doğrusu Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın) ilk hedefi, yeterli oy alabilirse başkanlık sistemini getirmektir. Bunun anlamı devlet yönetiminde sistem değişikliği demektir. Türkiye’nin durumu henüz başkanlık sistemine geçişe uygun değildir. 1980’den itibaren önce Kenan Evren sonra Turgut Özal daha sonra Süleyman Demirel başkanlık sistemini dillendirmişler ancak Türkiye koşulları uygun olmadığından bu görüşlerinden vazgeçmişlerdi.
Türkiye’nin çok büyük çoğunluğunun T. Erdoğan’ın başkanlık sistemi isteğine karşı çıkmasının temel nedeni; ‘’ tek adam’’lığı çok sevmesi, kendisiyle aynı görüşte olmayanlara tahammülsüzlüğü,  basın dâhil yaptığı baskılar ve  “BOP’un eş başkanı” olmasıdır.
2.   Başkanlık Sistemi uygulanırsa; bunun doğal sonucu olarak ‘’ özerklik veya eyaletçilik’’ gündeme getirilecektir.
  Tarih bilimi, olayların gerçekleştiği zamanın koşulları düşünülerek geçmişten ders çıkarma  işidir.
  -Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘’ BOP’un eş başkanı olduğunu’’  kendisi açıklamıştır.
   -BOP ve GOP ile din; mezhepler mücadelesi ve marjinal gruplara milliyetçilik; kabileciliğe indirgenmiştir.
   Bugün Irak, Suriye, Mısır, Libya, Sudan ve Yemen’de yaşananlar bunun sonuçlarıdır. BOP’un daima göz önünde tuttuğu ilk ülke Türkiye’dir. BOP ile hedeflenen “federatif” yönetimdeki bir Türkiye’dir.  Federatif yönetim deyince akla Yugoslavya gelir. Daha dün denilebilecek bir zamanda Yugoslavya diye bir ülke vardı. Şimdi nerede?  Yugoslavya’nın ne olduğunu ve dağılmasıyla Balkanlar’ı ne hâle getirdiğini, Bosna ve Kosova’da yaşananları  unutmak veya  görmezden gelmek akıllıca bir düşünce olabilir mi?
   - Yıl: 2003. ABD Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice açıklama yapıyor: “BOP’a göre Türkiye dâhil yirmi iki ülkede sınırlar ve haritalar değişecek.”
   - Yıl: 2013. Konuşmacı; Dışişleri Bakanı Hillary Clinton (Şu anda ABD Başkanlığına hazırlanıyor.): “Türkiye dışında bölünme hikâyesi tamamlandı.”
   Türkiye’de özerklik veya eyalet kavramları kullanılmadan başkanlık sistemi ile “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” adı altında federal yapının önü açılacaktır.
  Özetlersek; bu seçim sonunda ya bütün düzen değiştirilecek ya da üniter yapı korunacak.
 
  MHP NEDEN YÜKSELİŞTE?
 
  Şubat 2015’ten beri yapılan kamuoyu araştırmalarında AKP’nin oy oranının düşüşte olduğu görülmektedir. Hükûmetin düşüşü gizleme çabalarına rağmen gerçek budur.
AKP’deki düşüş; MHP, CHP ve HDP’nin – doğal olarak – oylarını yükseltmeleri demektir. AKP’den kopacak oylar MHP’ye gelecektir. Çünkü bu parti içindeki  “milliyetçi, muhafazakâr –ancak yeniliklere açık- canlı haklarına saygılı, yolsuzluk dosyalarından rahatsız, başkanlık sistemine karşı olan oylar”  MHP’ye gidecektir.
 
  MHP oylarının yükselişindeki asıl nedenler şunlardır:
 
I.  Genel Başkan Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin Kişisel Duruşu
 
  03 Kasım 2002 yılında yapılan 11. Dönem erken Genel Seçimlerinde MHP genel seçim barajını   ( DYP ile birlikte) geçememişti.
  Bu sonuç sadece MHP’de değil her yerde şaşkınlıkla karşılanmıştı. Çünkü Türkiye’de herkes ne zaman ülkenin başı sıkışsa MHP’ ye bakmaya alışmıştı.  Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin sonuçtan kendisini sorumlu tutarak istifasını vermesi, Türk toplumunda ve partide önce şaşkınlıkla ancak daha çok takdirle karşılandı.  Daha önce hiç bir siyasi parti genel başkanı “seçim sonuçlarından kendisini sorumlu tutarak”  istifa etmemişti. Takdir ve şaşkınlık duygularının nedeni buydu. “Altı defa gittim, yedi defa döndüm.” diyenleri, “Küçük olsun, benim olsun.” diyenleri görmüştük geçmişte.
  Bu davranışıyla “gerektiğinde sorumluluk alarak bütün bedeli ödemeğe hazır olduğunu” gösterdi Bahçeli.  Genel başkanlıktan istifa ettiğini açıklayarak “partiyi daha başarılı yapabileceklerin” önünü açmıştı. Bu tutum Türk demokrasisinde siyasi partiler açısından yenilikti.
  Onun düşüncelerini değerlendiren ve takdir eden MHP teşkilatı, kendisini yeniden genel başkanlığa getirerek yanında olduğunu, ona güvendiğini  gösterdi. Her ne kadar geçmişte Ülkücü camia içindeki çalışmalarını, Milliyetçi Asistanlar Derneği başkanlığı dönemindeki  uğraşılarını, o zaman Adana’ya bağlı bir ilçe olan Osmaniye ve Ankara Necatibey Caddesi’nde bulunan genel merkezde Renault marka arabası ile her yere koştuğunu anlatmaz ve anlatılmasını pek istemezse de  o zamanın Ülkücüleri iyi bilirler.
  Devlet Bahçeli ile ilgili yukarıdaki çok kısa hatırlatmalar şunu göstermektedir:
  Bazı siyasi partiler gibi MHP, koşulların ortaya çıkardığı bir teşkilat değildir. Kökü Kuvayımilliye’ye dayanır. Devlet Bahçeli de çok uzun yıllar partiye ve Ülkücü görüşe emek ve zaman vermiştir.  Yani “kök”ün dallarından birisidir. Terör örgütü ile yapılan görüşmelere karşı çıkmasının temelinde bu kuvayımilliye ruhu’’ yatmaktadır. Çünkü yapılan görüşmelerin sonunda eyaletçilik, özerklik istekleri, teröristbaşına af ( veya ev hapsi) talepleri  gelecektir. Üniter yapının tehlikede olduğu görülmektedir.
   Devlet Bahçeli söylediği her cümlenin arkasında durarak toplumdaki “inandırıcılık”  düzeyinin sürekli yükselmesini sağlamış,  MHP’ye oy vermeyi düşünmeyenlerin dahi  güvenini kazanmıştır. Bunun en son örneği Tunceli ziyareti ve orada yaptığı konuşmasıdır. Esasen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gereksiz ve toplumu adeta şehir şehir ayrıştıran ifadeleri ile başlayan “Tunceli’ye gitme / gidememe” konusu Başbakan’ın yaptığı politik bir hataydı. Bahçeli, Tunceli’yi ziyaret ederek ülkenin her karış toprağının “vatan parçası” olduğunu gösterdiği gibi,  sözünün arkasında olduğunu da ispatladı. Oysa Davutoğlu şimdiye kadar defalarca söylediğinin tersini yaptı. En son örneği  “AKP’nin bütün teşkilatlarına şeffaflık” getireceğini söylemesi oldu.  “Bunu yaparsan AKP’li yönetici bulamazsın.” şeklinde Cumhurbaşkanından ikaz alınca vazgeçti. Aslında Cumhurbaşkanının bu ikazı  ‘’AKP’de siyaset niçin yapılıyor?’’ sorusunun “rant”la ilgili itirafıdır.
  Devlet Bahçeli bütün tahrik ve kışkırtmalara rağmen (en son Ege Üniversitesinde olduğu gibi) Ülkücüleri sakin olmaya, tahriklere kapılmamaya çağırdı, teşkilatını iyi yönetti ve kontrol etti. Esasen ‘’ başbuğluk geleneği’’ dolayısıyla Ülkücüler zaten farklı bir davranışa girmezlerdi. Devlet Bahçeli’nin bu dirayetli ve soğukkanlı tutumu Türk toplumunda hem kendisinin hem de MHP’nin takdir edilmesine,  farklı kesimlerde ve basında sempati kazanmasına zemin hazırladı.
  Benim Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüsünde üniversite öğrencileri ile konuşmam sırasında fark ettiğim bir kişisel özelliği daha var ki eminim Sayın Bahçeli de bunun farkında olmamıştır. Bahçeli’nin “akademik kökeni” üniversite gençliğinde ciddi bir oranın kendisine sempati duymasına yol açmaktadır.
  Gene üniversite öğrencilerinden öğrendiğim bir sempati nedeni de şu: Devlet Bahçeli konuşmalarını  - belki kendisi de hiç fark etmeden -  “ders anlatır gibi”  yapmakta.  Bu özellik ilgi çekmektedir. (Öğrenciler, bu özelliğin MHP Genel Başkan Yardımcısı Edip Semih Yalçın’da da olduğunu söylemişlerdi.)
  Türkiye siyasi partiler tarihine baktığımızda genel başkanların ikinci adam istemedikleri görülür. Hele bir partili genel başkanlığa adaylığını koymuşsa artık bu kişinin o partide kalması imkânsızdır. Haziran 2015 genel seçim milletvekilleri aday listeleri açıklandığında Devlet Bahçeli’ye genel başkanlık için rakip olmuş Prof. Dr. Ümit Özdağ ve Koray Aydın’ı aday listelerinde görenler çok şaşırdılar. Bütün yazılı ve görsel basında bundan bahsedildi.
  Parti içindeki rakibi ile kol kola yürümek, iki özelliği gösterir:
  Devlet Bahçeli daha önceki siyasi partilerde yaşandığı gibi “Küçük olsun, benim olsun.” düşüncesinde değil, “Önce Türkiye, sonra MHP.”  inancındadır.
   Bu gerçek; MHP Genel Başkanının, kişisel hırslarını aşmış olmasını ve demokrat kimliğini gösterir.
Daha önce böyle bir tutuma şahit olmamış çevrelerin ve basının “şaşırması” belki de normaldir. Ne dersiniz?
 
II.  MHP Politikalarının Etkisi
 
  21 Mart 2015 Cumartesi günü MHP 11. Olağan Büyük Kurultayı yapıldı.  Bu adlandırmada dikkatleri en fazla çeken “kurultay” kavramının kullanılmasıdır. Uzun yıllardır siyasi partiler Fransızca bir sözcük olan “kongre” ifadesini kullanmaktalar. Orta Asya Türk devlet yönetimlerinde devletle ilgili meselelerin konuşulduğu toplantılara “kurultay” denilirdi. Gerçekten de 11. Kurultay sadece MHP’nin iç işleri ile ilgili bir toplantı olmadı. Burada benim vurgulamak istediğim, kurultay kavramının özellikle kullanıldığı ve Türk diline sahip çıkmadaki özendir.  MHP; milliyetçi, muhafazakâr bir partidir. Ancak bu muhafazakârlık, ülkenin gelişmesine katkı sağlayacak yeniliklere açık bir anlayış olmuştur.  Herkes bilir ki “dil”, bir milletin var olmasındaki temel etkendir. Çünkü bir insan hangi dille düşünüyorsa o kültüre sahiptir. Kurultay sözcüğü kullanılarak millî kültüre ve Türkçeye sahip çıkıldığı gösterilmiştir. Bu ince düşünce elbette “entelektüel düzeydeki yurtseverlerin” dikkatinden kaçmadı.
  Tabiri caizse “sokaklarda duyduğum” bir düşünceyi yazacağım burada. Bilindiği gibi aday listelerinin açıklanmasından sonra MHP hariç bütün siyasi partilerde “küskünler”, protestolar, istifalar, adaylıktan çekilmeler yaşandı. Ülkücü Harekete ve MHP’ye çok uzun yıllardır emek vermiş Faruk Bal, Özcan Yeniçeri, Tunca Toskay, Reşat Doğru, Sinan Oğan gibi şahsiyetler bırakın küsmeyi, partileri için aynı tempoda çalışmaya devam edeceklerini söylediler. Bu, “Önce Türkiye, sonra MHP.” anlayışıdır ki yukarıda Devlet Bahçeli’nin kişisel duruşu kısmında söz etmiştik. Demek ki bütün MHP’liler aynı ülküdedirler, aynı kökün dallarıdırlar.
  (Esasen geçmişte de aynı davranış biçimi yaşanmıştı. Önceki dönemlerde büyük hizmetler veren Rıza Müftüoğlu,  M. Abdülhaluk Çay, İsmail Köse,  Halil Şıvgın, Şevket Bülent Yahnici, Ali Güngör, Enis Öksüz, Bahattin Ergezer, Ercüment Konukman ve diğerlerinden de hiç bir zaman ülkeleri ve partileri aleyhine söz duyulmamıştır. Ülkücülerin, 12 Eylül 1980’de askerî cezaevlerinde yaşadıklarından dolayı “kendi devletlerinden” şikâyet ettikleri de hiç duyulmamıştır.)
  İşte burada Türk milletinin inanılmaz sağduyusu devreye giriyor. İnsanımız diyor ki “Bunların geçmişleri böyle, şimdi böyleler. Gelecekte de böyle olurlar.”.
  Bu olgu, insanlarımızın MHP’ye sempati ve güven duymalarına neden olmakta. Bu inanıştan yola çıkarak seçim kampanyalarında öncekilerle şimdikilerin birlikte çalışmalarının sağlanması ciddi oy artışına neden olabilir diye düşünmekteyim.
   AKP hükûmetinin resmi kurum ve kuruluşlardaki “T.C.” yazısını kaldırmaya çalışması Anadolu insanında büyük tepkilere neden olmuş hatta o sırada facebook üzerinden düzenlenen bir kampanya ile bütün üyeler adlarının başına T.C. ibaresi koymuşlardı. Sadece bir gün içinde iki milyon yurttaşımızın bu kampanyaya katılması bazılarının ürkmesine neden olmuştu, hatırlanacağı gibi. İşte bu sırada MHP’li belediyeler hükûmetin tutumuna karşı çıkıp binalarına T.C. ifadesini asmışlardır. Bu tutum, halkın MHP’yi – bazı şehirlerde aynı davranışı gösteren CHP’li belediyeleri -  takdir etmelerine neden olmuştur.
  Hükûmetle İmralı arasındaki görüşmelere MHP’nin sürekli tepki göstermesi özellikle gaziler, gazi aileleri ve şehit ailelerinin MHP’ye ilgilerinin artmasını sağlamıştır. Hükûmetin sanki 1984’ten bu yana hiç terör yaşanmamış gibi yaşanan acıları unutturmaya yönelik tutumu Türk toplumunda öfkenin yükselmesine neden olmaktadır. İşte bu anda MHP bu insanların gidecekleri tek yerdir.
  Sürekli basında yer almak üstelik hep aynı konudan bahsetmek, zannedildiği gibi insanların ilgisini üzerinize çekme ve ikna yöntemi değildir. Hatta bir müddet sonra toplum bu kişi veya kişileri okumaz, televizyonlarda izlemez. Çünkü söyleyecekleri bellidir ve  “yüzü eskimiştir”.
  Devlet Bahçeli’nin ekranlarda göründüğünde toplum tarafından ilgiyle izlenmesinin nedenlerinden birisi de budur. Yani yüzü eskimemektedir. Her konuşmasında farklı bir konudan bahsetmesi, yaşanılan olaylardan örnekler vermesi “anlaşılmasını” kolaylaştırmaktadır.
 
  Sayı mı? Kalite mi?
Bu seçim döneminde siyasi partilerin büyük çoğunluğunda görülen bir tutum var: Adaylıklarda kadın aday sayısını artırmak. CHP   %23,  AKP  %14, HDP  %50 oranında kadın adaylara yer verdi.
  Elbette nüfusumuzun otuz milyon civarının gençlerden oluştuğu, kadınlarımızın nüfusumuzdaki oranının %51 olduğu günümüz ortamında gençler ve kadınlar TBMM’de mutlaka yer almalıdırlar ve her siyasi parti onların önünü açacak uygulamalar yapmalıdır.
  Ancak burada unutulmaması gereken şudur:
  Sırf sayıyı fazla tutmak yetmez. Bir kadın milletvekili çıkarırsınız,  yirmi erkek vekilden daha çalışkan, başarılı,  kaliteli olur. İki yüz kadın milletvekili çıkarırsınız başarı sıfır olur. Elbette tersi ifadeler de doğrudur.
Sözün özü, kadın veya erkek aday sayısının fazla olması önemli değildir. Önemli olan niteliktir, kalitedir, bilgidir. Her ne kadar basında hiç söz edilmemişse de MHP’nin buradaki tutumu “modaya uymamak” olmuştur. Kadın aday sayısını fazla tutmak değil,  niteliğe bakılmıştır. Yanlış yorumlanmaya fırsat vermemek için şunun söylenmesi gerekir: Bu cümle, diğer siyasi partilerdeki kadın adayların yeterli olmadığı anlamına gelmemektedir. Böyle bir şeyi ima etmek bile en hafif tabirle ayıp etmek olur.
  MHP oy oranındaki yükselişin nedenlerinden birisi de gençlerin MHP’ye olan ilgileridir. İyi tanıdığım için rahatlıkla söyleyebilirim ki ilk defa oy kullanacak gençler iki siyasi partiye yönelmişlerdir: MHP ve HDP.
   HDP’ye yöneliş “bölgesel” karakterlidir. MHP’ye yöneliş ise “ulusal” niteliklidir. Geçmiş seçim kampanyalarında olduğu gibi bu dönem seçim çalışmalarında da gençlik, üzerinde çalışılması gereken kesimdir. Özellikle Ülkü Ocakları bu konuda çok başarılı olabilecek bilgi ve tecrübeye sahiptir.