KİMİN MEDYASI?

30 Mayıs 2015 10:54
Okunma
3588
KİMİN MEDYASI?

 
Kadir YILDIZ
 
Bana vicdansız bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım."
Joseph GOEBBELS
 
Stratejik iletişim, uzun vadeli stratejik hedeflere ulaşmayı kolaylaştırmak maksadıyla eylem-söylem paketi olarak kodlanmış mesajların en uygun yer ve zamanda, en uygun vasıta ile en güçlü etkiyi yaratacak ve en senkronize şekilde, sürekli ve şeffaf bir süreçle ilgili (veya hedef) kamuoyu ile paylaşılmasını ve kamuoyunun etkilenmesini amaçlayan bir “yetenek” olarak tanımlanabilir. İletişimin stratejik bir kavram olarak algılanması ve stratejik yönetimi her geçen gün daha da önemli hâle gelmektedir. Çünkü modern dünyada kitle iletişim araçları gelişmiş ve çeşitlenmiş, kamuoyuna iletilecek mesajların hem içeriğinde hem de şeklinde önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bilgi iletişim hızındaki artış ve alternatif haber kaynaklarının çoğalmasına paralel olarak “Bizi daha çok tanıdıkça, daha çok severler ve desteklerler.” anlayışı olarak özetlenebilecek tanıtım ve halkla ilişkiler merkezli medya, alıcıdan ziyade kaynak odaklı ve tek taraflı bilgilendirmeye dayanan geleneksel iletişim anlayışı sona ermiştir. En başta İnternet, hayatın her alanında bilgiye ulaşma ve bilgiyi paylaşma bakımından iletişim ortamında bir devrime neden olmuştur. Örneğin, günümüz iletişim ortamında basit bir video kamerası ve İnternet erişimi olan birisinin paylaşacağı bilgi; önemine bağlı olarak ulusal, hatta küresel dengeleri bile değiştirebilecek bir güce sahip olmaya başlamıştır.
Sovyet Rusya dağılma döneminde, bağımsızlığını ilan eden Türk Cumhuriyetlerinde yaptığı katliamları gizlemek amacıyla Türk Cumhuriyetlerindeki iletişim kanallarını kesmiş ve bu ülkelerdeki iletişim merkezlerini ağır silahlarla yerle bir etmiştir. Düşman kuvvetlerinin bir saldırı hâlinde ilk işgal edeceği yerler, iletişim vasıtalarının olduğu kuruluşlardır. Bu, geçmişten günümüze bu şekilde süregelmiştir. Çünkü işgal edilen bölgedeki halka ve dünyaya seslenecekleri yerler medya vasıtalarıdır. Ülkemizde de yapılan askerî darbelerde ilk ele geçirilen yerler medya kuruluşları olmuştur. Çünkü medyanın ele geçirilmesi yönetimin ele geçirilmesi demektir. Günümüzde nükleer, kimyasal ve biyolojik silahtan sonra kitleler üzerinde en etkili silahın medya olduğu görülmektedir.
Türkiye’de de politik iletişim stratejileri ana hatlarıyla değişiklik göstermiş ve medya kuruluşları bunda önemli derecede rol oynamaya başlamıştır. İletişim araçlarında geleneksel medya diye nitelendirdiğimiz görsel ve yazılı medyanın yanı sıra sosyal medyada etkisini faal bir şekilde göstermeye başlamıştır. Bilgilerin anında alınıp geri dönüşümün hızlı bir şekilde yapıldığı sosyal medya üzerinden oluşturulan etkinlikler, aktif bir şekilde kendisini göstermiş ve bu bakımdan geleneksel medyadan daha etkin bir hâle gelmiştir.
Politik iletişim stratejilerinde insanların algı yönetimleri daha profesyonel yönetilmeye başlanmış, bu yolla algıları ile oynanan insanlara AKP’nin alternatifinin olmadığı bilinci yer edilmiştir. İnsan algılarını yönlendirmek veya yönetmek için sosyopsikolojik metotlar kullanılmaya başlanmış, daha çok İsrail’in dünya üzerinde birçok sahada kullandığı bilinçaltına yönelik mesajlar ile insanların algıları değiştirilmeye başlanmıştır. Bu yapılanma, insanları yavaş yavaş istenilen olguya alıştırma veya istenilen hizaya çekme stratejisi olarak kullanılmıştır. Bu durumdan günümüzde AKP profesyonel şekilde istifade etmekte ve Türkiye’de TV programlarında kullanılması yasak olan subliminal(bilinçaltına dönük) mesajları kullanarak insanların bilinçaltını istedikleriyle doldurmaktadır.
2002 yılında yapılan seçimler Türkiye için beklenmeyen sonuçlar vermiştir. Yıllardır Türkiye’nin siyasal gündeminde ve ülke yönetiminde yer alan pek çok parti, bu seçimlerde çok düşük oylar alarak Meclis dışı kalmıştır. 2002 Seçimlerinden Adalet ve Kalkınma Partisi birinci olmuş, 34,2 oranında oy alarak 363 milletvekili çıkarmıştır. CHP ise 19,3 oy oranıyla Meclise giren ikinci parti olmuştur. Türkiye yıllar sonra sadece iki partinin yer aldığı bir Meclis ile karşılaşmıştır. Bunun elbette ki dönemin siyasal etkilerinin yanı sıra kendisini halka umut olarak tanıtan AKP’nin inandırıcılık kabiliyetini iyi kullanması etkili olmuştur. İnandırma kabiliyetini seçim çalışmalarına başlarken gösterdiği ekonomik zenginliği ve İslami değerlere bağlılığını vurgulayışı etkili olmuştur. Seçim öncesi algı yönetimini profesyonel bir şekilde kullanan AKP, seçmenlere herhangi bir sembolik el işaretinin olmayışı, insanlara fikir üretiyoruz mesajını vermek için tasarladığı ampul logosu ve sarı yerine “turuncu” rengi kullanışı ile insanların bilinçaltını yönetmiş ve tek umut benim mesajını vermiştir.
22 Temmuz 2007 Seçimlerinde ise toplumun miting meydanlarına ve diğer seçim aktivitelerine sıcaklar nedeniyle yeterince ilgi göstermemesi, medyaya daha da büyük önem kazandırmıştır. Mitingler ayrıca medyada gündeme gelmenin önemli bir enstrümanı olmaya başlamıştır. Seçimlerin olmazsa olmazı olan kampanya müzikleri de başarılı olarak kullanılmış, radyo ve televizyonlarda sürekli olarak yayımlattırılmıştır. Medyada; radyo, televizyon ve gazetelerde reklama geniş yer verilmiştir. Kuşkusuz burada ürünlerin yapımı kadar, bu ürünlerin medyada yer alması da parasal güce dayandığından, reklam kampanyası da bütçesi geniş olan partiler tarafından kullanılmıştır. Her siyasal partiye, hatta aday milletvekillerine varıncaya kadar özel web siteleri yapılmıştır. Ancak bu tür, kampanyaya özgü tasarımı yapılan web siteleri yanında, son yılların sanal dijital ortamının teknolojik gelişmeleri olan Facebook, YouTube, Twitter, bloglar gibi sosyal medya da kullanılmıştır. Siyasal partiler, neredeyse anında birbirlerine hem miting alanlarında hem de sosyal medya aracılığı ile cevap vermişlerdir. Bu durum seçim kampanyalarına dinamizm getirmiştir. Günümüzde geleneksel medyanın dahi sosyal medyayı haber kaynağı olarak göstermiş olması sosyal medyanın son dönem Türkiye siyasetinde politik iletişim stratejilerinde vazgeçilmez ve güçlü derecede kullanılır olması ihtiyaç hâline gelmiştir.
ABD Başkanlık yarışlarında televizyonu büyük güç olarak kullanmakta ve yayımlattıkları kendi reklamlarının haricinde banka, içecek vs. reklamlarında da insanlara kendilerini fark ettirmeden izlettirip subliminal mesajlarla göz önünde olmaya alışmakladırlar. Bu iletişim stratejisini Türkiye’de yasak olmasına rağmen AKP’nin de kullandığını görmekteyiz. Yapılan bir araştırmada, 2008 yılı Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinden önce sosyal medyayı 400 günlük seçim kampanyasında “stratejik bir kuvvet çarpanı olarak” çok iyi kullanan ABD Başkanı Obama’nın sosyal medya sitelerinde paylaşılan video görüntülerinin 1,5 milyardan fazla sayıda izlendiği ortaya konmuştur. Yine aynı araştırmada, “Bize Katılın (Join Us)” sloganı ile Başkan Obama’nın seçim kampanyasını desteklemek için sosyal medya sitelerinde yapılan bağış çağrısına 850 bin kişi karşılık vermiş ve bağış kampanyasında toplam 200 milyon dolar toplanmıştır. Barack Obama’nın sosyal medya kullanımının ve sosyal medya başarısının ne denli öne çıktığını rahatlıkla görmekteyiz.
Seçmenler (özellikle gençler) İnternet ortamındaki gelişmeleri ve güncellemeleri de takip etmektedirler. Bu bağlamda potansiyel seçmen kitlesinin bir araya geldiği interaktif ortamda varlık gösteren adaylar bir adım öne geçmişlerdir. Bu konuda da sosyal medya da en aktif kullanıcı kitlesi olan gençler çabuk etkilenebilme dönemlerinde oldukları için seçimlerde büyük etkileri olduğu gözlemlenmektedir. Türkiye’de ise Twitter ve Facebook’tan ilk yararlanan liderler Cumhurbaşkanı Gül ve Erdoğan olmuştur. Buradan birçok insana ulaşabilmenin verdiği avantajı kullanmaya başlamışlardır. Ülkemizin genç nüfusunun ’da ağırlıklı olduğunu göz önüne alırsak seçimlerde sosyal medya üzerinden gençleri etkileyerek oy kazanmanın bir iletişim stratejisi olduğu sonucuna varabiliriz. ABD’de seçim çalışmaları kurumsal olarak profesyonel bir şekilde reklam şirketlerine yaptırılırken bunun yansımasını son dönemlerde ülkemizde de görmek mümkün hâle gelmiştir. Seçim kampanyalarında kullanılan sloganlar, halka sunuluş tarzı, insanları etkileme derecesi, dikkat edilebilirlik, sade ve anlaşılabilirlik bakımından çok iyi derece iletişim stratejini kullanan ABD; bu konuda da ülkemizi etkilemiş ve iktidar partisi AKP bundan fazlasıyla faydalanmıştır.
İnsanlar, dünyada olup bitenleri kitle iletişim araçları vasıtasıyla öğrenmektedirler. Kitle iletişim araçlarını takip etmeyenler de medya iletilerine maruz kalanlarla iletişim içine girmekte ve bir şekilde medya içeriklerinden haberdar olmaktadır. Medya iletilerine açık kalmakla başlayan medya etkilerinin ilk halkasını “haberdar olma” aşaması oluşturmaktır. Ardından farkına varılan konu ya da sorun hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacı duyulmakta ve “bilgi” ya da “bilişsel etkiler” aşamasına geçilmektedir. Daha sonra da edinilen bilgiler ışığından önce “tutum değişikliğine” gidilmekte, ardından da “davranış değişikliği” aşamalarına geçilmektedir.
Gündem belirleme yaklaşımının çıkış noktasını, medya etkilerinin ilk basamağı olan “haberdar etme” aşaması oluşturmaktadır. İnsanlar; kitle iletişim araçlarını ya da genel adıyla medyayı izleyerek “neler olup bittiğini” öğrenmekte, hangi konuların gündemin üst sıralarında yer aldığını, olayların önem sırasını görebilmektedir.
Gündem belirleme yaklaşımı, “medyanın haberleri sunuş biçimiyle halkın düşündüğü ve konuştuğu konuları belirlediği” tezini ileri sürmektedir. Kamu gündemini belirleyen medya, siyasal gündemi de etkilemekte, böylece ortaya zincirleme bir etkileşim çıkmaktadır. Medyanın insanlara “ne hakkında” düşüneceklerinin yanı sıra, “ne düşüneceklerini” de söylediği ifade edilmektedir. Medya kamuya zihinsel sıralamasını kendi istediği bilgileri yamamakta ve toplum gündemindeki konuları yine kendi istediği gibi düzenlemektedir. Medya böylece toplumun “eşik bekçiliği” rolünü üstlenmektedir. Bir mesaj, medyadan bireysel izleyici ya da dinleyicilere geçerken bu mesaja müdahale edenlere “ eşik bekçisi” denilmektedir. Eşik bekçisinin ana işlevi, bireyin aldığı mesajları süzgeçten geçirmek, belirli mesajların geçmesine izin verirken diğerlerini engellemektir.
Günlük gazete haberleri izlendiğinde eşik bekçilerinin oynadığı rol daha iyi anlaşılacaktır. Aynı olay, değişik gazetelerde çoğu zaman farklı biçimlerde yer almaktadır. Kimi gazeteler, olayı manşetten verirken kimileri iç sayfalarda küçük bir haber olarak kullanmakta, hatta bazı gazeteler ise yayın politikaları gereği haberi “görmezden gelmeyi” tercih edebilmektedirler. Tabii, bu tür yaklaşımda gazetelerin izledikleri yayın politikaları da öne çıkmaktadır.
Özellikle siyasi haberlerde, bir kısım gazeteler iktidara mensup siyasi partilerin haberlerini büyülterek birinci sayfalarından verirken muhalefet partilerinin haberlerini küçülterek kamuoyunun dikkatinden kaçırmayı tercih etmektedirler. Siyasal iktidarla medya arasındaki çıkar ilişkileri burada da kendini göstermekte; iktidardan teşvik ve kredi gibi parasal menfaat sağlayan bazı medya organları, iktidar partilerinin haberlerini büyülterek yayımladıkları gibi onlar hakkında olumsuz hiçbir haber yayınlamamaya da özel gayret göstermektedirler.
Günümüz demokrasilerinde basın genellikle üçüncü göz ya da dördüncü kuvvet olarak kabul edilmektedir. Medyanın güvenilirliğini yitirdiği ortamda demokrasi de zarar görmektedir. Güdümlü kamuoyu oluşturarak kitleleri yanlış tercihlere yönlendiren medya, siyasetin kirlenmesine, siyasetin rant kapısı hâline getirilmesine de neden olmaktadır. Bireylerin siyasal tutum ve davranışlarının yanlış yönlere kanalize edilmesi, çoğu zaman ciddi ekonomik krizleri, sosyal çalkantıları ve çağın gerisine düşme tehlikesini de beraberinde getirmektedir.
Medyanın kime ait olduğu ve etki alanı algı yönetimi açısından önem arz etmektedir.  Algı yönetimi açısından medya ilk değil son halkadır. Özenle hazırlanan propaganda belli başlı sosyopsikolojik teknikler ile şekillendirildikten sonra etki alanını genişletmesi için medyaya servis edilir. Burada servis edilen medyanın çeşitliliği ve fazlalığı oluşturulmak istenen algının daha hızlı ve etkili ulaşması açısından önemlidir. Yazılı ve görsel medyaya servis edilen algı yönlendirme biçimi birbirinden farklılık gösterir ama ulaşılmak istenen hedef aynıdır. Yazılı medyada köşe yazarları ve manşetler üzerinden yapılan bu yönetim, görsel medyada reklam, haberler, dizi, filmler ve tartışma programları üzerinden şekillenmektedir.
İnsanlara dikte edilmek veya istenilen bir görüşe kanalize etmek için medyanın çoğunluğunun ağız birliği etmesi algı yönetiminin başlıca unsurudur. Çünkü insanlarda “çok söylenen, sürekli söylenen” şeyler doğrudur şeklinde bir algılama eğilimi vardır. Bu eğilimi yanlış bir görüş dahi olsa yumuşak kelimelerle ve sıklıkla dile getirmek, insanların algıları üzerinde istenilen sonucu almaya yeterli etkenlerdir. İktidar partisi AKP’nin özenle kullandığı bu algı yönetim biçimi, günümüz Türkiye’sinde basın özgürlüğünün de kısıtlanması anlamına gelir ki bu da cunta yönetimlerinin uyguladığı sansürleri hatırlatmaktadır. Ama insanlar genel itibarıyla duruma bu şekilde bir yanaşma göstermedikleri için farklı algılamalara neden olmaktadır. Medya üzerinden yapılan bu psikolojik harp her görüşe elbette yer vermektedir. Ama bunların süreleri aşırı bir dengesizlik göstermekte ve alıcı kitle de “Basın özgür.” algısı oluşmasını sağlamaktadır. Görsel ve yazılı medyanın büyük kısmında baskın olan iktidar partisi bu olanağı son derece mükemmel bir şekilde kullanmakta ve toplumda oluşturmak istediği algıyı en fazla 12 gün içerisinde oluşturmaktadır. Burada medyanın da bir baskı altında olduğu gerçeğini de unutmamak gerekmektedir. Siyasal gücü elinde bulunduranlar, basın kurumları üzerindeki etkin gücünü her manada kullanarak algı yönetiminin yapılmasında kendisine ortak ettiği basın kuruluşlarını mecburiyet altına sokmaktadır.
Şimdiye kadar bahsettiğimiz algı yönetim tekniklerinin can bulduğu yer olarak adlandırabiliriz medyayı. Çünkü insanların en çok muhatap oldukları yer görsel ve yazılı medyadır. Buraya kadar bahsettiğimiz algı yönetimleri de elbette alıcılar üzerinde büyük bir etkiye sahiptirler ama medya bu yönetimlerin insanları etkileme konusunda en başında, iletilme konusunda ise en son halkasında yer alır.
Medyanın en önemli özelliği yansıtmak istediklerini yansıtmasıdır. Eğer medyada bir gücün elindeyse bu yansıtma onun istekleri doğrultusunda gelişir. Bu duruma şahit olduğumuz anlar yaşadık. Mesela Erdoğan’ın Haber Türk TV’den Fatih’i arayıp Devlet Bahçeli’nin açıklamasının alt yazıdan kaldırılması talimatını vermesi yaşadığımız örneklerden bir tanesidir. Medyaya ”Alo Fatih” skandalı olarak düşen bu olay, medyanın getirildiği noktayı gözler önüne sermektedir. Ne yazık ki topluma şimdiye kadar medyanın algı yönetiminden bahsedilmesi onları ikna etmemiş, yaşanan bu olay “Demek ki gerçekten medya AKP tarafından yönetiliyor.”  sözlerini az da olsa duymaya başlamamıza sebebiyet vermiştir. Mesela hiç İstanbul’u görmemiş birisine televizyonda yayımlanan dizi ve filmlerde sadece İstanbul Boğazı’nı gösterirseniz, izleyen kişi İstanbul’da herkesin Boğaz’daki yalılarda yaşadığını zanneder. Oysaki İstanbul’un geri kalan büyük kısmı bundan uzak bir yaşam sürmektedir. Buradaki örneği vererek göstermek istediğimiz şey, medyanın algı yönlendirmede seçicilik taktiğini kullanarak oluşturduğu süzgeç ile istenilen bilgiyi paylaşıp istenilmeyeni göz ardı ederek sağladığı manipülasyonlardır. Manipülasyon; olayları çarpıtılarak yapıldığı gibi, bazı enformatik bilgilerin toplumdan saklanması şeklinde de tezahür etmektedir. Bunun adı da sansürdür. Devletin uyguladığı sansür, enformasyon savaşında hem saldırı hem de savunma operasyonudur. Çünkü sansür uygulayarak devlet, halkın büyük bir bölümünün bilgiye ulaşmasını engeller. AKP iktidarı bu kavramdan oldukça faydalanmaktadır. Birçok olayda AKP iktidarından önceki dönemlere göre basına birçok kere sansür getirilmiştir. Maksat, olayın içeriğini halktan gizlemek ve başka bir gündem ile halkı oyalamaktır.
En son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde devlet televizyonu TRT’nin bile yanlı yayınlarına şahit olduk. Erdoğan dışındaki cumhurbaşkanı adayları bu durumu defalarca dile getirmelerine rağmen herhangi bir düzenlemenin yapılmamış olması da medyanın ne denli bir tarafgirlik içerisinde olduğunu göstermektedir. Maksat, toplum hafızalarında Erdoğan’ın yer etmesini sağlamak ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy eğilimini artırmaktır. Bu durum aynı zamanda insanların bilgi edinme hakkına bir tecavüz olmakla birlikte insanların tek bir düşünceye kanalize edilmesi gibi otoriter bir baskının var olduğunu da gözler önüne sermektedir. Sadece cumhurbaşkanlığı seçimleri değil bunun öncesinde de yapılan seçimlerde de aynı durumu yaşamış ve seçmenlerin oy verme özgürlüğü psikolojik bir yaptırım ile ambargo altına alınmıştır. İnsanlar ise seçimlerini özgür yaptıkları düşüncesine kapılmışlar, seçimlerini kendi isteklerinin dışında gerçekleştirdiklerinin farkına varamamışlardır. Burada suç elbette toplumun değildir. Bu algı yönetim tekniğini hangi ülke üzerinde uygularsanız uygulayın alacağınız sonuç aynıdır. Toplumda nefret edilen bir kişilik bu yönetim tekniği ile sempatik, çok sevilen bir kişilik ise nefret edilen bir varlık haline belli bir süreç içerisinde dönüştürülebilir.
Algı yönetimi halkalar şeklinde gerçekleşir. İlk yönetim birinci halka yani içinde bulunulan grup veya topluluk üzerinde gerçekleşir. Mesela bu miting meydanları olabilir. Bu yönetimden ilk etkilenen grup birinci elden ulaşılan gruptur. İkinci halka ise daha geniş bir halka olan toplumun tamamıdır. Bu da medya vasıtasıyla gerçekleşir. Medyada yayım alanı genişlediği ölçüde algı yönetim alanı da genişlemiş olur. Mesela anket araştırmaları medyaya servis edilmesiyle geniş bir kitleye ulaşır ki bu da toplum üzerinde oluşturulmak istenen kanaatin oluşmasında olumlu etkiler yaratır. Bu durum sadece haber niteliğinden çıkıp tartışma programlarında bir süre değinilmesiyle de pekiştirilmiş olur. Elbette bu pekişmede tartışan kişilerin uzmanlığı da önemli bir etkendir. Örnekleyecek olursak; bir hastaya doktorun verdiği tavsiyenin inandırıcılığı ile bir öğretmenin vereceği tavsiyesi arasında çok fark vardır. İnsanlar o konuda uzman kişilerin önerilerini dikkate alırlar. Uzman kişilerin sözleri insanlar üzerinde ikna edici en önemli unsurdur. Anket araştırmalarını da araştırmayı yapan uzmanlar tarafından duymaları onların inandırılmasında büyük bir etkendir. Bu bakımdan AKP anket sonuçlarını açıkladıktan sonra, anket araştırmasını yapan uzmanlar tarafından sonuçların konuşulmasını sağlayarak algının pekiştirilmesini sağlamaktadır. Bu güne kadar AKP tarafından yaptırılan anket araştırmaları dışında diğer anket araştırmalarının etkili olacak şekilde medyada konuşulmamasının sebebi de budur. AKP’nin; 12 ulusal gazete (Akşam, Güneş, Takvim, Sabah, Türkiye, Yeni Akit, Yeni Şafak, Star, Haber Türk, Hürriyet, Milliyet, Anayurt), 19 ulusal televizyon (ATV, Kanal 7, Kanal A, NTV, TGRT Haber, TRT, Kanal 24, TV Net, Beyaz TV, A Haber, Ülke TV, Star TV, Show TV, Haber Türk, TV 8, Meclis TV, Skytürk 360 TV, Olay TV, Kon TV) ve 4 haber ajansını (Anadolu Ajansı, İhlas Haber Ajansı, Doğan Haber Ajansı, ANKA Haber Ajansı) doğrudan veya baskı altında tutarak ağız birliği yapılmasını sağladığı görülecektir.
Şimdi bu gazetelerin hep bir ağızdan aynı noktaya ulaşılacak manşetler attığını, televizyonların aynı anda canlı yayınlar yapılıp izleyicilerinin o görüntülere kilitlenmesini sağladıklarını ve haber ajanslarının aynı doğrultuda haberler geçtiklerini düşünün. A Haber ve Ülke TV’nin birçok yayını ortak yapması da medyadaki fazlalığın algı yönetimindeki payını ve AKP’nin medyayı kullanma tarzını ortaya koyan bir örnektir. Bu iki kanalın aynı yayını yapması birinden birinin fazla olduğunu gösterir. Ama kendi politikasını herkesin gözünün içine sokma stratejisi uygulayan AKP, izleyiciler üzerinde algı yönetimi yapması için bu sayıyı oldukça fazla tutmaktadır. Bu kadar sesin çıktığı ve insanların tek bir söyleme maruz kaldıklarında akıllarında geçirecekleri iki şey vardır; birincisi “AKP çalışıyor.”, ikincisi “Herkes aynı şeyi söylüyor…”
Herkesin aynı şeyi söylediğine kanaat getiren halk, bunun doğru olduğunu varsayıyor ve kriterlerini medyadan aldığı bilgilere göre belirliyor. Üzerine birde izlenme oranları yüksek olan dizilerde AKP’nin politikalarına paralel sahneler çevrildiğini düşünürseniz hiç de azımsanmayacak bir algı yönetim biçimi ile karşı karşıya olduğumuz görülecektir. (Kurtlar Vadisi Pusu, Reaksiyon vs.) Dizi filmlerin insanların hayatına etkileri oldukça yüksektir. Kurtlar Vadisi’nin ilk yıllarında dizinin oynadığı saatlerde İstanbul trafiğinin rahatladığını göz önüne alacak olursak; insanların dizi filmlere, özellikle komplo teorilerini yansıtan dizilere olan ilgileri daha iyi anlaşılacaktır. Etkilenme seviyesi ise yine ilgi seviyesiyle parallelik gösterecektir. Dizideki Süleyman Çakır kod adıyla rol alan Oktay Kaynarca’nın ölümünden sonra Türkiye’de yaşananlar herkesin dikkatini çekmiştir. İnsanların bu durumu ne kadar içselleştirdikleri kılınan gıyabi cenaze namazlarıyla ve dizide Çakır’ı vuran oyuncunun darbedilmesiyle kendisini göstermiştir. Yani dizi filmler insanları etkileme konusunda oldukça önemlidir ve bu durumda AKP tarafından algı yönetiminde kullanılan önemli bir detaydır. İnsanlar sabahtan akşama kadar bu dizlerin algı yönetimlerine maruz kalmakta, işinden evine dönen insanlar ise Türkiye gündemini öğrenmek için televizyonun başında haberlere kilitlenmektedir. Haberlerdeki ilk haberin iktidar partisine ayrılıp, bu haberlerinde manşetlere ayrılarak 3-4 kez farklı habermiş gibi verilmesi de istenilen algının oluşması için üzerine çekilen cilası olmaktadır.
28 Şubat Dönemi’nde kurulan Batı Çalışma Grubu da televizyon dizilerini psikolojik harekât amacıyla kullanmıştır. Batı Çalışma Grubu yürütülecek psikolojik harekâtı; yayımlanması istenilen konuları tespit etmek, bu konularda uygun senaryoları oluşturmak için yarışmalar düzenlemek, yapım için profesyonel şirketleri kullanmak ve toplumun büyük bir kısmı tarafından ilgiyle izlenen yerli dizilerin yapımcıları ile görüşerek konular arasına laiklikle ilgili temaların sokulmasını sağlamak şeklinde dört maddelik bir psikolojik harekât planı hazırlamıştır. Bu dizilere ise “Süper Baba”, “Tatilciler”, “Bizim Aile” vb. şeklinde belirlenmiştir. İcra makamı olarak ise Genelkurmay Genel Sekreterliği, Genelkurmay Psikolojik Harekât Dairesi ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği görevlendirilmiştir. O dönem yayımlanan yerli dizilerin yapımcıları herhangi bir yönlendirme olduğunu kabul etmemişler ama “Ekmek Teknesi” dizisinin Heredot Cevdet rolünü oynayan Hasan Kaçan, dizide anlattığı dinî hikayelerin topluma rahatsızlık verdiği gerekçesiyle yayından kaldırtıldığını ifade etmiştir.
Bugün insanların kabul çizgilerinin kaymasında önemli bir yeri olan algı yönetiminin medya aracılığıyla nasıl işlendiğine kısaca değindik. İçinden geçtiğimiz algı yönetim süreci bana Kenya'nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın şu sözlerini hatırlatıyor: “Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.”
Elbette ki bu konuda yapılması gereken RTÜK’ün siyasal bir kurumun parçası olmaktan çıkarılması olacaktır. Türkiye’nin sosyal dokusunu zedeleyen görsel medyanın denetim altına alınıp geleceğe saçılan yozlaştırmanın ve beyin yıkama çalışmalarının önüne geçilmemesi hâlinde, sosyal yapımız dezenformasyona uğrayacak, gelecek sinirleri alınmış, millî ve manevi değerlerine kayıtsızlıkta bağışıklık kazanmış bir nesil meydana getirecektir. 
Günümüzde kullanılmaya başlayan en önemli savaş tiplerinden birisi ise siber savaştır. Özellikle devlet dokümanlarının başka devletler tarafından ele geçirilmesi maksadıyla kullanılan siber savaş, başlı başına bir operasyon hâlini almıştır. Son yıllarda sosyal paylaşım sitelerinin aktif kullanımı da algı yönetiminin sahasını genişletmiş ve insanlar kendi kişisel medyalarını oluşturmuşlardır. Bu durumu lehine çevirmek isteyen AKP, sosyal medya üzerinden örgütlenmiş ve insanların algılarının yönetilmesinde etkili bir psikolojik silah olarak kullanmaya başlamıştır. İnsanların algılarına yön vermek konusunda bilbord çalışmaları ve reklam filmlerine paralel bir çalışma yürüten AKP, sosyal medya üzerinde de anında etki uyandıracak ve insanlara bireysel olarak ulaşabilecek bir model uygulamaktadır. Anında bilgi paylaşımının olduğu sosyal medya bir o kadar da hızlı bir bilgi kirliliğinin oluştuğu yerdir. Sosyal medya üzerinden kara propaganda yapmak, yazılı ve görsel medyaya göre daha kolaydır. Kaynağı belli olmayan asparagas haberler sosyal medya üzerinden daha hızlı yayılabilmekte ve buna paralel olarak algı yönetim süreci daha hızlı gerçekleşebilmektedir. AKP de ülke genelinde oluşturduğu sosyal medya ağıyla insanlara yön verme konusunda tek elden çıkan çalışmalar yaparak topluma yön vermeye çalışmaktadır.
İnsanların medenileşmesinin ilk olarak taşı sivriltmeleriyle başladığı söylense de medenileşme ilk olarak insanların yaşam alanlarının arasına çit yapmalarıyla başlamıştır. İnsanlar bu davranışlarıyla birbirlerinin sınırlarına, hak ve hukuklarına saygı göstereceğini ve birbirlerinin özgürlüğüne kastetmeyeceğini göstermişlerdir. İnsanların yaşam alanları arasına çit çekmesi ayrılığın değil, birbirlerine olan saygının ilk işareti olmuştur.
Her sosyal olayın temelinde toplumsal ihtiyaçlardan doğan bir gereksinim vardır. Dün insanlar çit yaparak bu gereksinimi karşılamaya başlamışlar, daha sonra toprak edinme ve yurt kurma, gelişen süreçte ise o topraklarda huzur ve barışı tesis etme olarak devam etmiştir. Ne hazindir ki geçmişten günümüze bir çok aşamayı geçen insanlık, huzur ve barışın sağlanması noktasında sınıfta kalmıştır. Bu durum sadece üzerinde yaşadığımız Türkiye için değil tüm dünya için geçerli olan bir gerçekliktir. Ekonomik anlamda çok güçlü olan devletler dahi huzur ortamının oluşmasında yeterince başarılı olamamışlardır. Bunun başlıca sebebi ise sosyal hukukun ikinci plana itilmiş olmasıdır.
Türkiye’nin içinden geçtiği süreç içerisinde ismini koymakta güçlük çektiğimiz bazı gruplar sağ partileri sola, sol partileri de sağa kaymakla suçlamaktadırlar. Ne hazindir ki toplumsal ayrışma son 2002 yılından günümüze kadar olan 12 yıl içesinde hız kazanmış ve o kadar doğal bir hâl almıştır ki, sosyal mutabakat ve uzlaşma yadırganır olmuştur. Çünkü çözülmeye çalışılan meseleler tarafgirlik ve kamplaşma üzerinden yürütülmüş, aynı ülkenin insanı olduğumuz ve millî birliğimiz göz ardı edilmiş, meseleye sağ-sol, Şii-Sunni-Alevi veya etnik temelli olarak bakılmıştır. 3 Kasım 2002 yılında temeli atılan bu ayrışmanın günümüzde geldiği nokta ise insanlar arasındaki ayrışmanın kalın hatlarla çizildiği ve sadece yukarıda saydığımız unsurlar etrafında değil daha detaya inen bir ayrışmanın olduğudur. Neredeyse bu durum gözünün üzerinde kaşın var derecesine ulaşmıştır. Bunun akabinde insanların hem bireysel hem de toplumsal olarak huzura olan açlığı artmış ve talepleri de huzur ortamının sağlanması yönünde seyretmiştir.
Mutabakat; ortak değerler üzerinden hareket etmek ve aynı eksen etrafında birleşmeyi sağlayabilmektir. Aynı ideolojik düşünceye sahip insanlar bile detayda ayrı fikirlere sahip olabilirken sosyal ve siyasi grupların ayrı fikirler taşıması da normal ve sosyal bir gerçekliktir. Karı-koca, aynı evin içindeki iki kardeş veya çok yakın iki arkadaş bile her konuda tam anlaşma sağlayamazken, toplumun aynı çatı altında birleşmesini hazmedemeyen ve kutuplaşmadan beslenen gruplar bu durumu hiddetle karşılamışlardır.
İnsanların farklı görüşlere sahip olması birbirlerinin hak ve hukukunu hiçe saymasını gerektirmediği gibi onların bir ülkü etrafında buluşamayacağı anlamını da içermemektedir. Bunu sağlayabildiğimiz taktirde demokrasi kültürü gelişir, insanların birbirine olan sevgi ve saygı çıtası yükselir. Bu durumun ortaya çıkaracağı sonuç ise toplumsal huzurdur. Çünkü siyaset duygusal değil, sosyal bir vakıadır.
İnsan beyninde ortak bir ideal oluşturmazsa beynin bir bölgesi farklı diğer bölgesi farklı çalışır ve şizofreni ortaya çıkar. Toplumunda bir kısmı farklı diğer kısmı farklı hedefler peşindeyse o toplumda huzur bozulur ve sosyal şizofreni denilen durum yaşanır. İdealleri olmayan bir toplum amacı olmayan insana benzer. Bir toplumu toplum yapan onun tarihi, şu andaki kimliği ve idealleridir. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu üç konuda fikir birliği varsa o toplumun kendi kimliğini oluşturacağını, toplumun ülkü denilen ortak idealleri ve hedefleri olması gerektiğini, bir toplumun ortak idealleri yok edildiğinde ise o toplumun dağılacağını belirtmektedir. Son 12 yıldır bu idealler ortadan kaldırılmaya çalışılmış ve toplumun etrafında toplandığı ülküler yıpratılmıştır. Bu durum şuan içinde bulunduğumuz sosyal şizofreninin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Toplumun bir kesimiyle bütünleşip diğer kesimiyle empati kuramayan ve sosyal gruplar arasında uçurum oluşturmaya çalışan siyasi ve sosyal organizasyonların ülkemizi ne denli bir uçuruma sürüklediği aşikardır.
Bu hastalığın tedavi edilmesinin yegâne yolu; millî değerler ve ortak ülküler etrafında toplumun kenetlenmesini sağlayarak, insanlara oy getiren bir canlı olarak değil, yaşayan, büyüyen, gelişen, kültür elçiliği yapan bireyler olarak bakmaktan geçmektedir. Dünyada seyreden algı yönetimi, psikolojik operasyon, örtülü operasyon, maniplasyon, kamu diplomasisi vs. gibi milletimizin geleceğiyle alakalı yürütülen operasyonlara devlet olarak siyasi mihvalden uzak acil önlemler alınmalıdır. Ama ne yazık ki içinde bulunduğumuz vaziyet ülkemizi yönetenlerin dışarıdan gelen operasyonlara karşı koyma iradesini bir kenara bırakıp, kendi vatandaşı üzerinde maniplasyon ve psikolojik operasyon yaptığını göstermektedir.
İsmini saydığımız operasyon tiplerini kullanan liderler veya devletler, kendilerini gerçekte olanın dışında göstermek için algı yönetimine başvururlar. Gerçekten güçlü olan liderler veya devletler psikolojik operasyona başvurmazlar. Çünkü gerçekten irade sahibidirler ve gücü elinde bulundururlar. Kitlelerin yürütülen psikolojik operasyonlara maruz kalmaları insanların gerçek ile yapayı, haklı ile haksızı ve güçlü ile zayıfı ayırmasında ikilem yaşatmaktadır. Algı yönetimin de amacı zaten budur. Bu amaca araç olmaktan kurtulduğumuz gün, beynimize vurulan zincirleri kırmış ve gerçek gücümüzü idrak etmiş olacağız. Bu bakımdan ilk önce algı yönetimiyle kafamızda oluşan “süper güç ABD” algısını kırmamız gerekmektedir. Dünyada bir süper güç var ise bu gücün üç kıtada at koşturmuş Türk milleti olduğunu hafızalarımıza kazımamız gerekmektedir. ABD, SSCB dağıldıktan sonra dünya patronluğuna soyunmak için psikolojik operasyonlar sayesinde süper güç olduğunu kabul ettirmiş bir devlettir.
Bugüne kadar PKK’nın güçlü bir terör örgütü olduğu algısı örtülü operasyonlar sayesinde titizlikle işlenmiştir. Buna gerekçe olarak da 1984 yılından beri bitirilemediğini öne sürmüşlerdir. Oysaki başka bir terör örgütü olan IŞİD’in PKK-PYD ve peşmergeyi bir sürü gibi önüne katıp kovalaması bu durumun böyle olmadığını göstermiştir. PKK’nın ve uzantılarının güçlü bir örgüt gibi gösterilmesi sadece ABD’nin Türkiye üzerinde kurmak istediği bir baskının sonucudur. Türkiye’nin bölgede hâkim bir devlet olmasının önüne geçmek için ayağına vurulan prangadır. PKK’nin bitrilmemesinin tek sebebi, ABD’nin yerli iş birlikçileri tarafından Türkiye’nin ayağına vurulan pranganın çıkarılmak istenmemesinden dolayıdır. Ne yazık ki bu pranganın bedeli bize, binlerce şehide mal olmuştur. Şehitlerimizin katili sadece PKK değil, aynı zamanda da ABD’dir. Aynı şekilde kendisini dünyanın süper gücü ilan eden ABD de hâlâ Irak bataklığından çıkmış değildir. Rusya’nın Kırım’ı işgalinde de hiçbir yaptırımda bulunamamıştır. Hatta o kadar iyi ilişkiler kurmuşlardır ki ABD ve Rusya’nın en büyük otomotiv firmaları ortak üretim araçlar bile çıkarmışlardır. Tüm bunlara bakarak PKK’ya bitirilemeyen bir terör örgütü ve ABD’ye dünyanın süper gücü diyebilir miyiz?
Sonuç olarak; insanlar belli başlı operasyonlarla tek bir kanaldan istenilen görüşe sahip bireyler hâline getirilmiştir. Hükûmetler, sosyal gruplar vs. kendilerinin yaptıkları herhangi bir eylem ya da faaliyetin kendi düşünceleri olduğu zannıyla hareket etmektedirler. Oysaki algı yönetimi onları yaptıkları eylem ya da hareketlere mecbur bırakmaktan başka bir şey değildir. Toplumun geldiği nokta ise ortadadır. Yapılan araştırmalara göre; son 12 yılda dört kişiden biri depresyona girmiş, 25 bin kişi intihar etmiş, kadına şiddet yüzde 1400 artmış ve 2009 yılında 3 milyon kişi ruhsal rahatsızlık yaşarken bu sayı 2013 yılında 9 milyonu aşmıştır. Ülkemizde de bunun doğurduğu sonuç ise sosyal şizofrenidir!