Biraz bilgi ve girizgâh: Seçimlerle ilk olarak muhtarlık teşkilatının kurulmasıyla 1830'larda tanıştık. Genel seçim yolunda atılan bir diğer adım ise 1864 Vilayet Nizamnamesi’dir. Bu Nizamname; ülke idaresini vilayet, sancak, kaza ve köy idari birimlerine ayırmakta, her aşamadaki yöneticilerin görev ve sorumluluklarını ayrı ayrı açıklamaktaydı. Ayrıca belediye meclisi üyelerinin seçimle gelecekleri hükmünü getiriyordu. Osmanlı, 1876 tarihinde Meşrutiyet’in ilanıyla parlamenter sisteme geçmişti. Yürürlüğe konan Kanunuesasi ile Meclisiumuminin kurulması kabul edildi. Meclisiumumi, üyelerini padişahın seçtiği ve görevleri ömür boyu süren Heyetiâyan ile üyelerinin halk tarafından seçilen Heyetimebusandan oluşmaktaydı. Meclisimebusanın 130 üyeliği için yapılan ilk genel seçim sonunda ilk Meclis 69 Müslüman (Hepsi Türk değil.) ve 46 gayrimüslim olmak üzere toplam 115, bazı kaynaklara göre 117 milletvekili ile 19 Mart 1877 tarihinde açılmıştı. Ne yazık ki Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle 28 Haziran 1877 tarihinde bu ilk Meclis tatil edildi. Meclisin ikinci dönemi ise yeni seçilen milletvekilleri ile 13 Aralık 1877 tarihinde yeniden seçilen milletvekilleri ile açıldı. Bu Meclisi de II. Abdülhamit, Rusların Yeşilköy önlerine kadar geldiği bir dönemde 13 Şubat 1878 tarihinde Kanunuesasi’nin kendisine verdiği yetki ile süresiz tatil etti.
Türk siyasi hayatında siyasi partiler ilk defa 1908'de İkinci Meşrutiyet'ten sonra kuruldu. İttihat Terakki ve Ahrar Fırkasının girdiği 1909 Seçimleri siyasi partilerin yarıştığı bir seçimdi. Jön-Türklerin, Abdülhamit’in hatta İngilizlerin desteklediği bu İslamcı(?) ve ademimerkeziyetçi parti, ilk muhalif parti olarak da gösterilir. Ahrarcılar, İttihatçılar karşısında tutunamamışlardır. Sonrası malum karışıklar ve savaş dolu yıllar. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara'da açılan Büyük Millet Meclisi (23 Nisan 1920) için yapılan seçimler yeni bir devletin kuruluşuna da hizmet etti.
1923 yılında Türkiye’de ilk genel seçimler yapılmıştır. Bu seçimlerin bir diğer özelliği de Lozan barış görüşmeleri öncesine denk gelmesidir. Bu seçimi Müdafaaihukuk Grubu kazanmıştır. Bu seçimin ilklerinden biri de Tunalı Hilmi Bey'in kadınlara seçilme hakkı için öneri vermiş olmasıdır. Seçimler 28 Haziran 1923'te yapıldı. 23 Temmuz 1923'te de Lozan Antlaşması imzalandı. Bundan sonra, 1924–45 arasındaki tek partili dönemde iki dereceli olarak yapılan seçimler (1927, 1931, 1935, 1939, 1943) yarışmalı olmadığı için serbest ve demokratik değildi. Bununla birlikte bu dönemde, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması gibi (1934) çok önemli bir demokratikleşme adımı da atıldı. Çok partili yaşam başladıktan sonra yapılan ilk seçimlere (1946) Demokrat Partinin de katılması ve tek dereceli seçim usulüne geçilmesi demokratikleşme sürecinin önemli adımlarıdır. Ne var ki, bu seçimde oylar açık verilmiş, sayım ise gizli yapılmıştı. Gizli oy ve açık sayıma dayalı ilk seçim 1950'de yeni Seçim Kanunu’nun onaylanmasından sonra gerçekleşti. Sonuçta tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisi muhalefete düştü ve iktidar Demokrat Partiye geçti. 1954'te Yüksek Seçim Kurulu oluşturuldu.
Türkiye'de seçimlerin geçmişe nazaran daha demokratik bir yapıya kavuşması 27 Mayıs müdahalesinden sonra yapılan 1961 Anayasa'sıyla sağlandı. 1961 Milletvekili Seçimlerinden başlayarak uygulanan nispi temsil sistemi Türkiye için önemli bir yenilikti. 1961, 1965, 1969, 1973, 1977 Genel Seçimleri, bazen nispi sistemin de etkisiyle oyların ve Meclisteki sandalyelerin çok sayıda parti arasında dağılmasına ve koalisyon hükûmetlerine yol açtı. Ama seçmen oylarının Meclise daha doğru bir biçimde yansımasını da sağladı.1980 Askerî Darbesi’nden sonra yapılan ilk genel seçimlere (1983) Millî Güvenlik Konseyi'nin izin verdiği parti ve adayların katılabilmesi seçimlerin demokratikliği ve serbestliği ilkesini sarstı. Bu durum ancak 1987 Genel Seçimlerinde bir ölçüde giderilebildi. 1983–87 arasında iktidar partisinin seçim yasalarında yaptığı değişiklikler yeni tartışma ve eleştirilere neden oldu. Artık milletvekili ve yerel yönetim seçimleri serbest, eşit ve tek derecelidir; genel oy ilkesi benimsenmiştir. Oy vermede gizlilik, oyların döküm ve sayımında ise açıklık kuralı geçerlidir. Daha da önemlisi seçimlerin dürüstlüğü yargı organının güvencesi altındadır.
Seçim vaatleri: Bu yüz yıllık dönemde gerçekleşmeyen pek çok seçim vaadi halka sunuldu ama çoğu da gerçekleşmedi. Bu konuda biraz hafıza tazelemekte fayda var:
Demirel, “Ne verirlerse benden 5 fazlası.” diyordu millet el aman dedi, Erbakan “fabrika yapan fabrikaları” kurdu. Hepsinin temelleri ortada çürüdü. Faizi kaldırdığı için faiz derdimiz de yok. Çiller hepimize iki anahtar verdi, gerçi benzinini, doğal gazını alamasak da artık varoşlarda bile herkesin evi ve arabası var. Ecevit, köy-kentleri kurduğu için otuz yıldır kimse şehre göç etmiyor. Bunların dışında mazotu 1 lira yapanlar mı, milleti evlendirenler mi, Denizli’ye deniz getirenler mi, asgari ücreti 5 katına çıkaranlar mı, ne ararsan hepsi var derde devadan gayrı….
Ama fıtratımız gereği hepsini unuttuk, iktidara geldiklerinde de nerede bu vaatler diyemedik, hesap sorabildik mi? Nerdeee... Kim hatırlatıp kim soracak? Bugün de sanki millet okuyacakmış vaatler yerine getirilecekmiş gibi neredeyse kitap hacminde bildirgeler/beyannameler sunuluyor. Haydaa “Yaparsın, yapamazsın.” diye bir kavga. Sonra? Sonra unutuyoruz. Hatırlayın bakalım. Bize üç yıl içinde derdinizi çözeceğim diyen bugünki iktidarından da “acil eylem planları” vardı. Hatırladınız mı? 3 Kasım 2002 Seçimlerinin hemen ardından en yetkili ağzından size hatırlatayım:
“Değerli basın mensupları, sizlerin şahsında milletimizi saygıyla selamlıyorum. Bu iktidar Ak Partinin, yani milletimizin iktidarıdır. Şimdi, Ak Parti iktidarında ülkemize yapacağımız hizmetlerin ilk bir yılı için hükûmetimin acil eylem planı hazırlanmış bulunmakta olup elimizin altındadır.
Planımızın periyodu önceliklerimize göre bir ay, üç ay, altı ay ve bir yıl olarak belirlenmiştir. Geçtiğimiz on yıllık dönemde iktidara gelen partiler vadettiklerini yerine getirmedikleri ve halkın yararına çalışmadıkları için kısa bir sürede yıpranmış ve halkın desteğini kaybetmişlerdir. Halkı temsil ettiğini unutan, halkın taleplerini ihmal eden bu iradesiz iktidarlar siyaset kurumuna zarar verdikleri gibi, devlet ile toplum arasında güven bunalımı doğmasına da sebep olmuşlardır.
Hükûmetimiz kurulur kurulmaz kapsamlı bir vergi reformu için çalışmalar başlatılacak, bu çerçevede ilk bir ay içinde mali milat kaldırılacaktır. İlk üç ay içinde ise
· Vergi yükünü tabana yayan tedbirler alınacak,
· Vergi mevzuatı basitleştirilecek,
· Vergi barışı projesi hayata geçirilecektir.
TBMM adına denetim yapan Sayıştayın denetim yetkisinin kapsamı, cumhurbaşkanlığı, TBMM ve üst kurullar dâhil olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşların hesaplarını içine alacak şekilde genişletilecektir.
· İlk altı ay içinde ise ekonomik krizin ve sermaye yetersizliğinin yol açtığı nedenlerle kapanan veya düşük kapasite ile çalışan tesislerin ekonomiye kazandırılması ve yeni yatırımların gerçekleştirilmesi yönünde tedbirler alınacaktır.
· Küçük ve orta ölçekli işletmeleri destekleyecek tedbirler alınacak ve düzenlemeler yapılacaktır.
· Çok ortaklı şirketlerin ortaklarının hak ve çıkarlarının korunmasına yönelik düzenlemeler yapılacaktır.
…Seçim sisteminden siyasi partiler kanununa, yönetimde katılım ve şeffaflıktan, yerel yönetimler reformuna; temel hak ve özgürlükler önündeki tüm engellerin kaldırılmasına kadar temel sorun alanlarında çözümler üretmek bu misyonun gereği olarak önümüzdeki dönemde hayata geçirilecektir.
İlk üç ay içinde enerji piyasasının rekabete açılması sağlanacaktır. Elektrik fiyatlarının ucuzlatılmasına yönelik olarak elektrik faturalarındaki TRT payı kaldırılacaktır. Enerji fiyatı üzerindeki yükler azaltılacak, ayrıca bir yıllık süre içinde işletme haklarının devri tamamlanacak ve enerji kayıp ve kaçakları azaltılacaktır. Ak Parti iktidarında özel hukuki statüye sahip turizm kentleri projeleri hayata geçirilecektir. Bu kapsamda özellikle yabancılara da satış imkânı getirecek hukuki düzenlemeler yapılacaktır.
İzleyeceğimiz tarım politikalarının temel hedefleri; ülkemizin temel gıda ürünleri açısından kendi kendine yeterli olması, verimli tarım arazilerinin sürekli işlenir hâlde tutulması, tarımsal üretimde verimliliğin artırılması ve hayvancılığın desteklenmesi unsurlarından oluşmaktadır. Son dönemlerde mülkiyete dayalı olarak uygulanan doğrudan gelir desteği sistemindeki aksaklıklar giderilecek; dar gelirli çiftçileri hedefleyen bir yapı oluşturulacaktır.
İlk üç ay içinde hayvancılık sektörünün geliştirilmesi için acil tedbirler alınacaktır.
Altı ay içinde Çerçeve Tarım Kanunu çıkarılacaktır. Sosyal politikalar kapsamında çiftçimizin rahatlamasını sağlamak için tedbirler alınacak; güven ortamı, bütçe disiplini ve harcama reformuyla sağlanacak tasarrufların öncelikli olarak mazot gibi kalemlerdeki ağır vergilerin azaltılmasıyla çiftçinin üzerindeki tahammül edilemez yük hafifletilecektir.
·Bir yıl içinde yolsuzlukla mücadele konusu başlı başına bir alan olarak ele alınacak, şeffaflık temelinde, liyakat sistemi bazında yeni bir yasal ve kurumsal yapı içinde kamu yönetiminde yolsuzluğun üzerine net bir şekilde gidilecektir.
-Türkiye acilen hukuk devleti zeminine oturacaktır. Bunun için her türlü yasal düzenlemeler yapılacak olup uygulamalarda sıkı sıkıya takip edilecektir. Bu bağlamda öncelikle işkenceyi önleyecek tedbirler derhâl alınacak ve infaz sistemi iyileştirilecektir. Bir ay içinde, temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemeler evrensel düzeyde kabul edilmiş standart ve normlar ile AB kriterleri çerçevesinde süratle yapılacaktır. Gelir dağılımında adaletin sağlanması için gerekli her türlü tedbirler alınarak acilen açlık sınırı altındaki aileler belirlenecek ve üç ay içinde bu ailelere dönük etkin yardım programları başlatılacak, yoksul aile çocuklarına temel eğitim ve sağlık yardımları yapılacaktır.
Bir yıllık takvim içinde ise sosyal politikalar alanında yapılacak her türlü düzenlemede özellikle gelir dağılımını düzeltici ve yoksul kesimleri gözetici unsurlar göz önünde bulundurulacaktır. Sağlıklı bir toplum kurmanın en etkin yolunun eğitimden geçtiğinin bilincinde olarak bir yıl içinde ilk ve ortaöğretimde rehberlik etkin hâle getirilerek mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilecek, eğitimin önündeki her türlü engeller kaldırılacak, üniversitelerin idari ve akademik özerkliğe kavuşmaları sağlanacak ve Yükseköğretim Kurulu yeniden yapılandırılacaktır.
İlk altı ay içinde ise ekonomik krizin ve sermaye yetersizliğinin yol açtığı nedenlerle kapanan veya düşük kapasite ile çalışan tesislerin ekonomiye kazandırılması ve yeni yatırımların gerçekleştirilmesi yönünde tedbirler alınacaktır.
Etkin ve kaliteli bir sağlık sistemi oluşturma, herkesin temel sağlık ihtiyacını özel sektörle işbirliği yaparak yerine getirme, ülkemizde sağlık hizmetlerinin yurt düzeyinde dağılımını dengeli hâle getirme hedefleri çerçevesinde;
Bir yıl içinde devlet hastanesi, sigorta hastanesi, kurum hastanesi ayırımını kaldırılmaya dönük çalışmalar başlatılacak, hastanelerin idari ve mali yönden özerkliğinin sağlanması çalışmaları başlatılacaktır. Genel sağlık sigortası sistemi kurulacak, aile hekimliği uygulamasına geçilecek ve sağlam bir sevk zinciri oluşturulacak, koruyucu hekimlik yaygınlaştırılacak, insanların ayrım gözetilmeksizin, ekonomik ve sosyal bakımdan güvencede yaşamaları ilkesi çerçevesinde yine bir yıl içinde sosyal güvenlik kuruluşlarında norm ve standart birliği sağlanacak, bütünleştirilmiş bir sosyal güvenlik ağı kurulacaktır. Bütünleştirilmiş bir sosyal hizmet ve yardım ağının oluşturulabilmesi için dağınık durumdaki sosyal hizmet faaliyetleri tek çatı altında toplanacak, Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun kaynakları artırılacak, harcama usul ve esasları yeniden belirlenecek ve yönetim yapısı güçlendirilecektir.
Türkiye’nin en acil meselesinin işsizlik olduğunu hepimiz biliyoruz. Kurulacak 58. hükûmetimizin en öncelikli meselesinin işsizliğe çözüm bulmak olacağını meydanlarda haykırdığımız gibi bugün de aynı kararlıklıkla bu gerçeğin altını bir kez daha çiziyorum. Bu cümleden olarak hükûmetin kurulmasından sonraki ilk altı ay içinde konut seferberliğini de başlatmış olacağımızı bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Değerli basın mensupları;
Sizlere ve sizlerin şahsında milletime konuşmamı bağlarken şunları söylemek istiyorum:
Bu yayımladığımız metni bütün sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları ve tek tek her vatandaşımız partimizin İnternet sitesinden indirerek bir dosyaya koyabilir, bundan sonraki vaatlerimizi de aynı dosya içerisinde toplayarak böylece bizi, taahütlerimizi, süresi içinde yerine getirip getirmediğimizi sürekli izleyebilirsiniz. Bu vaatlerimizi takip edebilirsiniz. Bu metni yayımlayarak kendimizi bağladığımızı, yasama ve yürütmeyi oluşturacak bütün arkadaşlarımızı tek tek taahhüt altında tuttuğumuzu biliyorum. Bu tavrın siyaseten ne kadar riskli olduğunun da farkındayım.”
Vallahi, ben büyüklerime saygılıyım ve denileni yaparım. Aldım sakladım, bugün de hatırlıyorum. Tabii benim hatırladığım başka şeyler de var. Siz de inşallah hatırlarsınız.
Rakamlarla hayatın gerçekleri ve “Neerdeeen nereyeee gelmişiz.”:
Dış ticaret açığımız 2002'de 15,5 milyar dolar iken bugün 42 milyar 866 milyon dolara çıkmıştır.
İhracatın ithalatı karşılama oranı 2003’te %71 iken 2014’te %64,6’ya düşmüştür.
İmalat sanayinin millî gelirdeki payı %18 iken 2014’te millî gelirdeki payı %15’e düşmüştür. Demek ki üretmemiz gerektiği yerde imalatımız %8 küçülmüş. İmalat artmadıysa o zaman tarım artmıştır diyoruz. Keşke artsaydı. 2002 yılında 239 milyon dönüm tarımsal alan ekilirken 2014 yılında 206 milyon dönüm tarımsal alana düşmüştür. Verdiği emeğin karșılığını alamayan çiftçi ve köylü geçinemez hâle geldiği için ve tarım ișlerini bırakıp şehre göçenlerin ve dolayısıyla niteliksiz vergi dışı ve sosyal güvenliksiz işgücü sayısı giderek artmıștır.
İşssiz sayısı 2002’de 2 milyon kişiyken 2014’te 3 milyon 259 bine çıkmıştır. 2002’de 267 bin üniversite mezunumuz işsizken bugün 600 bin üniversite mezunumuz işsizdir. Üstüne üstlük üniversite sayımız da iki misline çıkmıştır. Eskiden gençler üniversiteye giriş kapısında beklerken şimdi çıkış kapısında beklemeye başlamışlardır. Ayrıca resmî rakamlara göre de 2 milyon Suriyelimiz var. İş bulamayanlarını her şehrin her sokağında görmek mümkün... Peki ya iş bulanları kaçak göçek nerede çalışıyorlar?
Halk geçinemediği için borçlarını banka kredileriyle kapatmaya çalıșmıș ve bu batağa saplananların sayısı 2014’te maksimuma ulașmıștır. 2002’de 4,3 milyar lira olan kredi borcu 2014’te 83,8 milyar lira olmuştur.
Kişi başı dış borç 2002’de 1,963 dolar iken 2014’te 4,900 dolar olmuştur.
Her mahalleye AVM mantığı esnafı borcunu ödeyemez hâle getirmiş, kepenkler kapanmıştır. Protestolu senet sayısı 2002’de 498.748 iken, 2014’te 1.091.906’ya çıkmıştır.
İç borcumuz elli yılda, 95 milyar dolar iken son on iki yılda, 212 milyar dolar; dış borcumuz ise 50 yılda, 130 milyar dolar iken son on iki yılda, 372 milyar dolar omuştur. Bu hesaba özelleştirmeden gelen milyarlarca doları dâhil bile etmiyoruz.
Türkiye bu politika ile bugüne kadar yüksek cari açık verip sıcak para girişi durunca, cari açığın finansmanı için, MB döviz rezervleri erimeye başladı. Aramalı ve ham madde üretimi durdu. İthalat başladı. İşsizlik arttı. İktisadi faaliyetlerde yavaşlama başladı ve 2013 yılı ve sonrasında bildiğiniz gibi büyüme oranı düştü ve enflasyon %8’i geçti. Bu hesabın Türk lirası maliyeti çok yüksektir. 2003 yılı sonunda bir dolar 1.40 lira idi, bugün 2.72’dir. 2003-2014 yıllarını kapsayan 11 yıllık dönemde toplam 36 milyar dolarlık kayıt dışı para girmiştir. Para nereye mi gitti. Bunlar hesap kitapta şeffaf olacaklardı ama devletin kayıtları elimizde yok. Acaba, Akköşk’e gitmediyse hesabını soramadığımız son 10 yılda 20,5 kat fazlalaşan ve 6 milyar 424 milyon 190 bin lira lirayı bulan örtülü ödenege mi gitti acaba? Açıklarlarsa tabii ki seviniriz.
Bu rakamları çeşitlendirip bir felaket tablosu çizmek mümkündür. Ama nereden nereye gitmişiz onu görmek lazımdır.
Ve halkın gerçekleri: Bu kadar teknik bilgiden sonra biraz popülizm koksa da bu vatandaş herkes gibi bu dünyada yaşıyor ve elbette yaşadığı sürece namerde ihtiyaç duymadan başı rahat karnı tok yaşamak istiyor. Çocuklarının gelecek kaygısı olmasın istiyor. Ama gerçekler ne yazık ki öyle değil.
Her şeyi etkileyen ve %70’ini vergi olarak ödediğimiz benzinden başlayalım. 2002'de 1 litre benzinin fiyatı 1 dolar değildi. 2002 Seçimlerinden hemen sonra 1 litre kurşunsuz benzin 1 milyon 641 bin lira yani 1,64 liradan satılıyordu.1 yıldır petrol düşüyor, dolar artıyor ama benzin 5 lira. Peki, mutfaktaki tüpümüz 2002’de 21 milyon 500 bin yani 21,50 lira iken bugün 65,50 lira.
Bunlar gelmeden peynir 2 lira, patates 0,3 lira, domates 0,5 lira, elma 0,2 lira, kemikli koyun eti 4 lira, ekmek 0,2 lira, yumurta 0,9 liraydı. Ceviz 60 lira, kabak çekirdeği 25 lira oldu. Bugün kaça katladığını siz düşünün! Neden tarlada 1 lira olan sebze meyve pazarda 5 lira? Daha basit bir hesap vereyim. Ortalama bir memur sayılan öğretmen dün maaşıyla 6 tane Cumhuriyet altını alabiliyordu. Bugün altın 690 lira, yani 4 tane alabilirse iyi. Bu Ankaradakiler bir akşamüstü pazar yerine gidip insanların yemek için çürük çarık sebze ve meyveleri aldığını, ısınmak için kasa ve karton koli topladığını görmezler mi ve Hz. Ömer’in devlet yönetimi anlayışını özetleyen "Diyarıdicle’de kurt kapsa koyunu yarın adliilahî sorar Ömer'den onu.” sözünü hatırlamazlar mı?
TÜRK-İŞ’ in Mart 2015 hesaplamasına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1,301,14 TL’dir. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 4,238,23 TL olarak hesaplandı. Asgari ücretin 949 TL olduğu günümüzde, bir çalışan için hesaplanan 1,587 TL geçim maliyeti yoksulluğu gözler önüne koymuyor mu? 949 lira alan asgari ücretliye bu reva mı?
Ya sağlık nasıl derseniz GSS gereğince kamu hastanelerine giderseniz 8 lira, özel hastanelere giderseniz 15 lira muayene ücreti ödüyorsunuz. Eskiden özel hastanelerde ilave ücret yoktu şimdi yüzde 200 oranında olup en az 60 liradır. Yani özel hastaneye giden hiç tetkik-tahlil yaptırmazsa 60 lira ilave ücret, 15 lira muayene ücreti ile en az 75 lira ödeyecektir. Eskiden eczaneden ilaç alırken çalışanlar %20, emekliler yüzde 10 katkı payı öderdi. Şimdi de aynısı. Ancak şimdi reçete başına 3 lira, reçetede 3’den fazla ilaç yazılı ise her ilave ilaç için 1 lira ödeyeceksiniz. Muayene ücreti 20 lirayı ve rapor ücreti 20 lirayı da eczaneye ödemek zorundasınız. Yani hayaldi gerçek oldu.
Eğitim ise rezalet… Her yıl sınav sisteminin değiştirilmesinden kafamız karıştı. Osmanlıca dersi İngilizce dersi koyuyoruz ama üniversite giriş sınavında 50 matematik sorusunda doğru ortalaması 9,72; geometride 30 soruda, 5,47; fizikte 30 soruda, ortalama 5,28; kimyada 30 soruda, ortalama 7,54. Ben bu satırları yazarken Ankara’da Beşevler’le Gazi Mahallesi arası miting meydanı gibiydi. Bir bankanın müfettiş yardımcılığı sınavı vardı. İİBF’nin bütün bölümlerinden ve mühendislik fakültelerinin elektronik ve bilgisayar bölümlerinden mezun binlerce genç iş için çabalıyor. Fen, edebiyat mezunları polis olmak için uğraşıyor. Hani atanamayan öğretmenimiz kalmayacaktı? Daha dün 7 yeni üniversitenin daha açılması kanunlaştı. Devletin 5 yıl sonra şu meslekten 10 yıl sonra bu meslekten insan gücüne ihtiyacım var diye bir hesabı kitabı olmaz mı acaba!
Nerde emeklilerin taban aylıklarının yükseltilmesi, gerçekçi intibak yasaları, millî gelir artışından hakları olan paylarının verilmesi, sağlıktaki katkı paylarının kaldırılması, devlet kurumlarında bile uygulanmayan %3 engelli çalıştırılmasına ilişkin yasal zorunluluklar, kölelik denilen taşeronlaşmanın kaldırılması. Göreniniz var mı?
Düşündükçe ruh sağlığımız bozuluyor. Bırakın düşünmeyi her sabah kadın ve işçi ölümlerinden, trafik kazalarından, bize örnek olması gereken siyasetçilerin kavgalarından, yargıdaki krizden, maden kazalarından haber almaktan canınız sıkılmıyor mu? Sabahları rahat ve dinlenmiş bir şekilde kalkıp akşamları huzurlu bir şekilde yatabiliyor musunuz?
Tablo belli, iktidar vadetmiş ama gerçekleştirememiş; gariban halk da sırf inanç bağı nedeniyle aşından ve işinden korkarak hırsızlıkların yolsuzlukların üzerine gidip bu tablonun hesabını soramamıştır. Anayasa’mız bu yükü çekemiyor ama devlet başkanlığına geçince bu sıkıntılarımız bitecek mi? Ben şahsen bu iktidarın önceki vaatleri gibi bu vaatleri de gerçekleştirmemesinin hayırlı olacağı düşüncesindeyim. Çünkü bu iktidarın Anayasa değişikliği dolayısıyla başkanlık sistemi ve açılımın nasıl olacağı konusunda açık ve net bilgiler vererek halkı aydınlatmadığı düşüncesindeyim. Gördüğünüz gibi halkın önemli bir kesiminin gündemi, özellikle ekonomik ve sosyal konularda belirttiğim benzeri konulardır. Halkın cebini ve geleceğini ilgilendiren bu sıkıntılara eğilen ve inandırıcı önerilerle gündem oluşturan siyasi partiler, her türlü iletişim aracını çok iyi kullanmaları koşuluyla 7 Haziran Seçimlerinden büyük başarıyla çıkacak gibi görünüyor. Bunun da iki şartı var. Birincisi halkın sandığa gitmesi, ikincisi ise muhalefetin iktidarın gündem değiştirme operasyonlarına kapılmadan ayağı yere değen, kaynağı belli, milletin refahını ve huzurunu sağlayacak projeler sunmalarıdır.