DAHİLÎ BAKIŞ
2015 Genel Seçimleri hızla yaklaşmakta, partiler canhıraş hamlelerle başarılı olma yollarını zorlamakta. Yarış kulvarlarından birinde partim, daha doğrusu davam dediğim ve Türklüğün ilelebet payidar olması yolunda içerisinde yer aldığım Milliyetçi Hareket Partisi bulunmaktadır. Bizler, 12 Eylül 1980 Darbesi’ni yirmili yaşlarda yaşamış Ülkücü nesiller için “dava” ve “parti” kavramları ferdî ve millî varoluşun manalandırılması bakımından ilk iki temel taşı mesabesindedir. Tıpkı Hz. Mevlana’nın “Bir ayağım İslam’da, diğeri bir pergel gibi cihanı dolaşıyor.” buyuruşu gibi, biz Ülkücülerin temel nirengi noktası daima bu “dava-parti” olagelmiştir. Ülkücü, Batı felsefesinde uzmanlaşsa da Uzak Doğu inançlarının uzmanı olup memleket irfanına aktarsa da hep o sabit ayak bu sözünü ettiğim “dava”da ve faaliyet MHP’de olagelmiştir. MHP’nin 40 yıllık uzun sayılabilecek bir süreç içerisinde tek başına iktidara gelememiş olmasının sebeplerini de hep bu “dava partisi” olmasında aramak zorunluluktur. 1977’de algılayabildiğim ilk seçimden bu yana Milliyetçi Hareket Partisinin ve Türk milliyetçiliği davasının gelişimi aynı hizada bir yürüyüşle gerçekleşmiştir. 1999 Seçimlerinde yaklaşık %18 oya ulaşma ya da bir seçim sonra %10’un altında kalış, olağanüstü dünya ve ülke şartlarının zorlamalarıyla gerçekleşmiştir. Yine de %15’lik oy dilimine yerleşmiş bir MHP ve Türk milliyetçiliği, dikkatle incelenmesi gereken bir husustur.
Ben bu durumu, yükselen Stalinist Kürt ırkçılığı ya da beynelmilel İslamcı olan Millî Görüşçü unsurların İslam kardeşliğini yüceltilmelerine, daha doğrusu bu ümmetçilik kisvesi altında Türk düşmanlığı yapmalarına gösterilen bir aksülamel olarak değerlendirmiyorum. Türk milliyetçiliğinin yükselişi, millî kültür unsurlarımızın sözlü ve kitabi olarak kendisini Türk hisseden bütün insanlara anlatılmasıyla gerçekleşmeye başlamıştır. İsmail Gaspıralı’nın, Ziya Gökalp’in, Yahya Kemal’in açtığı çığırın 1944’lerde Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal gibi Türkçüler tarafından geliştirilmesi sonucunda Türk milliyetçiliği lise ve üniversite eğitimine girmiştir. Bunda 1965’lerde Alparslan Türkeş tarafından başlatılan, “dava”nın partileşme vetiresi de çok etkili bir husustur.
İttihat ve Terakki döneminde başlayan imparatorluktan millî devlete geçiş süreci yüz yıllık bir yolculuk sonucunda insanların gönül ve kafalarında yer edebilmiştir. Bu bağlamda MHP’yi bir aysbergin su yüzünde görünen yüzü olarak değerlendirebiliriz. Suyun altındaki 1/3’lik kısım Türk milliyetçiliği biçiminde gerçekleşmiş bulunmaktadır. Anketçilerin “Kendi partiniz dışında ikinci olarak hangi partiyi desteklersiniz? sorusuna deneklerin MHP cevabını vermeleri Türk milliyetçiliğinin %70’lerde bir tabanda yaşıyor olduğunun göstergesidir. Yani “dava” bünyede oğul vermiştir, üstü küllü kor ateş hâlinde yaşamaktadır.
12 Eylül MHP ve Türk milliyetçiliğinde bir kırılma noktası oldu. Faşist diktatörlüğün gücü zayıflayıp MHP ve Ülkücü kuruluşlar yeniden ortaya çıkmaya başlayınca o zamana kadar pek ön planda olmayan bir husus “dava”ya katıldı: Tarikat…
1979 yılında Ahmet Yesevi Hazretleriyle, Yunus Emre’yle başlayan tasavvufi cereyanlara dikkati çekmek lazımdır. Bu dönemde tarihî tasavvufa dair doğru bir tespitle mutasavvıf Türk büyüklerinin ahlak halkalarının Türk’ü yeniden oluşturduğu ortaya konulmaktaydı. O dönemde tıpkı Fuat Köprülü merhum gibi Türklüğü tasavvufta arama niyetleri halisti ve o mütefekkirler Türk milliyetçilerinin kamyonlara doluşarak tarikatların önünde mürit olma eylemlerini hiçbir zaman savunmamışlardı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Fuat Köprülü tarafından yazılan “Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar” adlı çalışma Ülkücüleri derinden etkiledi. Bilhassa hapisten çıkan Ülkücüler bu muhteşem kitabı yanlış anlamışlar, sokak sokak kendilerine “şeyh” aramaya başlamışlardı. Bu süreçte otobüsler dolusu Ülkücünün Türkçeye dahi yeterli derecede hâkim olmayan şeyhlere götürüldüğü herkesin malumudur. 1984 yılında Ankara İlahiyat Fakültesinin kantininde bu Türkçesi bile olmayan şeyhlerden birine mürit toplama faaliyetleri başlamış, benim gibi duruma karşı çıkan Ülkücüler, dergâhçı Ülkücüler tarafından boykota tabi tutulmuşlardı.
1970’li yıllarda ilk defa Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu tarafından dillendirilen Türk-İslam sentezi kavramı âdeta Gökalp’in din anlayışıyla Köprülü’nün tarihî tasavvuf yaklaşımının sentezlenmesi biçimindeydi. Fikrin ortaya koyucuları sentezi, “bir teori değil, 1200 senelik yaşanmış, büyük bir tarihin geliştirdiği ve ispatladığı bir vakıa” (Yalçın, 1988, 22) olarak ifade etmişler ve en geniş manasıyla, “Türk’ün İslam’da, İslam’ın Türk’te bütünleşmesi” olarak tanımlamışlardır (Kafesoğlu, 1985, XII). Bir başka deyişle “Türk fiziği ile İslam ruhunun birleşmesi”dir. Fikir Ülkücü kadroların içerisinde derin bir akis bulmuş, Türkçülerin kendilerini ifade anlayışı olmuştur. Bu anlayış yukarıda zikrettiğimiz içi boş, sadece şeklî yaklaşımlardan ibaret tarikatçılığın aksine ilmî ve derinlikli bir yaklaşım olarak tarihteki yerini almıştır.
Bugün hâlâ tasavvufun ahlakının gerekli; onun kurumlaşmış, çoğu kezse menfaat halkası hâline gelmiş tarikatların lüzumsuz bir kölelik müessesi oldukları pek çok Türkçü tarafından düşünülmektedir. Onlara göre tasavvufun ahlakı Ahmed Yesevi’nin Yunus’un, Yusuf Has Hacip’in irfan yüklü eserlerinin okutulması ve hayata geçirilmesiyle temin edilmelidir.
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli ile hiç yakından tanışmadım ancak yukarıda zikrettiğim unsurlara parti kapısını kapatmasını son derece doğru bulmaktayım. Çünkü bir şeyh tarafından kontrol edilen müritlerin siyasette başarılı olamayacakları düşüncesindeyim. Siyaset, lider tarafından yürütülen bir faaliyettir, lider-şeyh ikileminin her zaman gündeminde bulunacağı bir mürit-partili tipi -dergâhını bilmem ama- partisine zarar verecektir. İsteyen bir dergâha kapılanabilir, bu durum onun bileceği iştir ancak MHP gibi inanışların her türünün mevcut olduğu bir partiye ihvanını (tarikat kardeşlerini) ve şeyhinin düsturlarını taşımaya kalkmamalıdır. MHP’de ana akım Türklüğün temel yolu olan Hanefi-Maturidi esasları etkindir. Caferi ve Alevi unsurlar da parti bünyesinde yer alırlar. Ancak bu yollar partilinin kendi gönlünde bulunmak durumunda kalmışlardır. Son on yılın uygulamasında ise “MHP ne medresedir ne de tekke, sadece Türk milliyetçiliği yolunda siyaset yapan bir partidir.” anlayışı hâkim olmuştur.
HARİCÎ BAKIŞ
Milliyetçi Hareket Partisi, bir fikir ve ülkü partisi olduğu için tezat ideolojilere sahip parti ve kişilerce peşin hükümlerle örgütlenmiş bir tavır alışla itham edilmektedir. Özellikle beynelmilel sol ve İslamcı hareketler MHP’ye tamamen kendi düşünce pencerelerinden bakmaktadırlar. Mesela Batılı değerlerle işlenip geliştirilmiş sol, tarafsızlık ve evrensellik iddialarının altında gizlenilen fakat gerçekte Avrupa kapitalizminin yönlendirdiği hümanizm fikriyatıyla “millî MHP”yi modası geçmiş bir birliktelik olarak değerlendirmektedirler. Diğer kendisini uluslar dışı kütle olarak gören İslamcılar da MHP’yi Türkçülüğünden dolayı ucu İslam dışı ilan etmeye kadar varan ithamlarla suçlamaktadırlar. Oysa bu kendisini evrensel ve uluslar dışı kabul eden bu iki ideoloji de sadece Türklük dışı oluşlarıyla ön cephede yer almaktadırlar. Örnek vermek gerekirse Batılı liselerde ve üniversitelerde okumuş olan ve bildikleri yabancı lisanlar sayesinde Türkiye’nin seçkin televizyonlarında programcı, sunucu ve yönetmen olarak boy gösteren sosyoliberaller, Milliyetçi Hareket Partisinin “millîlik” anlayışını tahrif ederek ele almaktadırlar. Onlar için bir evrensel bir de mahallî kültürel ürünler bulunmaktadır. Kadim Batı felsefesi, Batı musikisinden tutun da Batı’nın yemek yiyiş tarzı ve damak zevkine kadar her şey evrensel kabul edildiği hâlde Türk’e ait her unsur yerel addedilmektedir. Oysa bir imparatorluk geleneğinden gelen Türklüğün yerel kültürleri yanında millî bir sanat ve mimari yapısı da bulunmaktadır. Bu sosyoliberaller aldıkları Avrupai eğitim sonucu bu farklı tasnifi göz ardı etmenin ötesinde algılayamamaktadırlar. MHP’yi doğru değerlendirememelerinin temelinde çoğu kez bu bilinç yanılması mevcuttur. Türk şiirini basit ve zevksiz bir yerel dizeler topluluğu sayanlar karşılarına çıkan Yunus Emre’nin derinliği karşısında şaşırmakta ama ona millî de diyememektedirler. Hele Fuzuli, Ali Şir Nevai, Yusuf Has Hacip onların sadece “saray şairleri” küçümsemesiyle bakabildikleri millî değerlerimiz olmaktadırlar.
Bütün bu şartlanmışlıklarından dolayı yaptıkları televizyon programlarına “MHP, PKK karşıtlığı dışında hiçbir programı bulunmayan bir partidir.” peşin hükmüyle başlamaktadırlar. Zaten bu programlarda tartışmacı olarak PKK taraftarı bir gazeteci, bir liberal, bir sosyalist ve bir İslamcıdan gayrı kimse bulunmamaktadır ve televizyon yapımcısı ülkenin bütün çağdaş eğilimlerini ekrana çıkardıkları iddiasıyla övünmektedir.
Bu tip programlarda bir Kürt, bir Çerkez, bir Abhaz, bir Yörük yerel kültürü bunların tamamının “millî kültürleri” olan Türk kültür ve medeniyetiyle aynı kategoride ele alınmaktadır. Israrla “Türk kültür ve medeniyeti”nin mevcudiyetini vurgulayan Milliyetçi Hareket Partisi bu tavrından dolayı bu Batılı kalemşörlere yabancı ve anlaşılmaz gelmektedir.
Bu durum İslamcılar nezdinde de aynıdır. Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğini aynı sınıfta değerlendiren sabık başbakanımız “Kürt milliyetçiliği de Türk milliyetçiliği de ayaklarımın altındadır.” diyebilmektedir. Oysa ilmî bir tavır alışla Kürt ve Yörük bölgeciliğinden söz edebilirken Türk milliyetçiliğinden bahsedebiliriz. Türklük ilk elde Osmanlı İslam’ının, Asya Türklüğünün hatta İslam kültürünün millî çatısıdır. Osmanlı Arşivi’nde çalışırken iç hizmet dersleri için Türkiye’ye davet edilen Kosovalı Prof. Dr İskender Rıza bir sohbetinde Kosova bölgesinde şehirlerde Türk olsun Arnavut olsun herkesin Türkçe konuştuğunu, Türkçe konuşmanın bir asalet alameti olarak görüldüğünü, köylerdeki Arnavutların da köylü küçümsemesiyle karşılaşmamak için Türkçe öğrendiklerini söylemişti. Bunu söylediği 1990’lı yıllarda bu bölgede Türk kökenine sahip sadece %10 nüfus bulunmaktaydı.
PKK MESELESİ
İslamcı ve liberal basın, PKK’nın Meclisteki uzantısı olan partiyle yatıp onunla kalkmaktadır. Cemaatin televizyonları dâhil pek çok yayın organı bu dağlarda silahlı beş bin militanı bulunan partiyi “Türkiye partisi” olarak allayıp pullayıp takdim etme yarışına girmiş bulunmaktadırlar. Bu basın mensuplarından bazıları PKK’nın savaşçı beyanatlarını bile “Aslında şöyle demek istedi.” yorumlarıyla vermektedirler. Milliyetçi Hareket Partisinin Stalinist PKK’yı Türk devletinin mağlup etme zorunluluğu görüşü, “Zaten Türk ordusu PKK’yı yenemedi o zaman oturup silah bırakalım.” saçmalığıyla güya çürütülerek kamuoyuna verilmektedir.
Milliyetçi Hareket Patisinin ısrarı sayesinde kendisini Türk hisseden bütün vatandaşlar durumun vahametini fark etmeye başlamış bulunmaktadır. Çünkü bunu fark edebilen tek siyasi unsur MHP’dir. Bu da onun imparatorluktan tevarüs ettiği çeşitli kültürlerin Türk dili ve İslam diniyle devlet çatısı altında ifade edilme anlayışını kabullenmiş olmalarından dolayıdır. Özellikle Rumeli’nin muhtelif bölgelerinden “gâvur zulmünden” kaçıp Anadolu’ya sığınan yerel lisanı Türkçe olmayan topluluklar, Müslüman oluşlarının etkisiyle de hızla Türkçe medeniyet çevresinde erimişlerdir. Bu duruma direnen tek topluluk Kürtler ve özellikle de tehcir döneminde Kürtleşmiş görünen Ermeni unsurlardır. Bu topluluğun farklı bir devlet yapısı kurmak ya da çevre devletler içindeki Kürt unsurlara katılmak amacı yüz yıllık süreçte hep devam edegelmiştir. Her ne kadar burada istikbali Türk dilinin ilim ve medeniyet çevresine katılmakta gören Kürtler kahhar ekseriyetteyseler de elinde silah bulunup Türkiye’nin hemen burnunun dibinde diş güçlerle ayakta tutulan silahlı militanlara umut bağlamış Kürtler de mevcuttur.
Milliyetçi Hareket Partisi, liberal, İslamcı ve karma zihniyette olan partilerin “Kürt meselesi silahlı unsurlar göz önünde bulundurulup onlarla müzakere edilmeksizin çözülemez.” anlayışının aksine tavır takınmaktadır. MHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî tarafına vurgu yapmakta, farklı lisanların yerel düzlemde konuşulmasını haklı görürken bunlarla bilim yapılmasının ülkenin bölünmesine sebep olunacağını belirtmektedir. Bugün artık çoklukla Türkiye’nin batısında Türkçenin ezici bir çoğunluk tarafından konuşulduğu bölgelerde yaşamakta olan Kürtler, eğitim ve bilim dili olarak Kürtçeyi öğrendiklerinde çevreyle uyumu sağlayamayacaklardır. Doğu ve güneydoğuda çoğunlukta bulundukları bölgelerde ise Türkçe öğrenmezlerse sanayinin ağırlıklı biçimde var olduğu batıda iş bulma imkânından mahrum kalacaklardır. İşte MHP ısrarla bu duruma dikkat çekmektedir. Bunu en azından Orta Anadolu, Batı Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde yaşayan Türkçe temelli kültür ve uygarlıkta bütünleşmiş kitlelere anlatarak mühim ölçüde fikirlerini duyurup benimsetebilmiştir. Artık bu bağlama Milliyetçi Hareket Partisi bugün Türkiye’nin Akdeniz ve İç Ege bölgelerinde yerleşmiş görünmektedir. Beynelmilel İslamcıların kuvvetli şekilde tesirinde kalan dış dünyaya nispi olarak kapalı göreceli biçimde daha mütedeyyin Orta Anadolu ve İç Doğu Anadolu İslam kardeşliğini tesis edeceklerine inandıkları AKP’ye desteklerini azalarak sürdürmektedirler. Milliyetçi Hareket Partisinin de oy alma sahası olan bu bölgeler Türkçe kültür çevresine dâhil olukları için, yöresel Kürt diyalektlerini zaten anlamamaktadırlar. Üstelik Stalinist PKK ideolojisine bağlanmaları da mümkün görünmemektedir. MHP’nin dikkatli ve yoğunluklu faaliyetleri buraları kendi etrafında kümelendirecektir.
ALEVİ MESELESİ
Aleviler ülkemizde üç temel grup ve bunların alt şubeleri altında varlıklarını sürdürmektedirler. Toplam sayıları 8-10 milyon civarında olarak tahmin edilen bu kitlenin en büyük kısmını Osmanlı Devleti döneminde Kızılbaşlar ya da Ocaklar olarak tabir olunan Aleviler oluşturmaktadır. Bunların tamamı Asya’nın içlerinden göç eden Türk topluluklarının mensuplarıdır. Türklüğün Oğuz boylarına mensupturlar ve Emevi zulmünden kaçarak Türk topraklarına yerleşen ehlibeyit mensuplarının tesiriyle Hz. Ali ve ehlibeyit muhabbeti doğrultusunda inançlar geliştirmişlerdir. Vaktiyle Kızılbaşlık, günümüzde Alevilik olarak adlandırılan bu inanış biçimi Kök Tanrı inancından da bazı motifler taşıyagelmiştir. İnancın ana yapısını ise Hz. Ali temelli tasavvuf oluşturur. Bu inancın en temel kaynağı kabul edilen “İmam Cafer buyruğu” bilim dünyasınca bir fakih olarak bilinen ve İmamıazam’ın hocası olan ehlibeyt İmamlarından İmam Cafer’in ismini taşımasına rağmen bir tasavvuf kitabıdır.
İkinci grup nispi olarak daha az sayıda olmalarına rağmen sosyokültürel yapıları daha gelişmiş olan Bektaşilerdir. Bilhassa İstanbul, Trakya, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu’da yaşayan bu grupların sosyolojik yapılanmaları dışında Ocaklardan fazla farklılıkları bulunmamaktadır. Temel ayırım dinî unvanların ve vazifelerin isimlendirilmesinde görülmektedir. Mesela birinin “dede” dediğine diğeri “baba” ya da “halife baba” diyebilmektedir.
Bu iki grup temellerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkçülük anlayışı bulunduğundan dolayı Türklükle ilgili her hususa sıcaklıkla yaklaşmaktadırlar. Son on yıla kadar MHP’den uzak durmaları iki sebebe dayanmaktadır. Birincisi, kendileri inançsız olmakla birlikte Aleviliği istismar amacıyla dernekler kuran Stalinist ve Maocu gençlerin tezviratıdır. İkincisi yine bu çerçevede değerlendirilebilecek Maraş Olayları meselesidir. Maraş Olayları aslında Milliyetçi Hareket Partisinin tamamen dışında gelişmiştir. Bugün doku uyuşmazlığından dolayı parti dışında bulunan, bu olaylara karışmış bazı kişiler mevcutsa da bu MHP’nin planlı bir eylemi asla değildir. Ancak bu durumu Alevilerin anlayabilmesi Stalinist ve Maocu çocuklarının etkisinden kurtulmalarıyla mümkün olabilmiştir. Şu an bu Stalinist kol, PKK’nın partisiyle ittifak yapmış bulunmaktadır fakat cemevlerinde örgütlenen inançlı Aleviler bu yapılanmanın içerisinde olmadıklarını defalarca beyan etmiş bulunmaktadırlar.
Milliyetçi Hareket Partisi en az CHP kadar Alevi oyları almada potansiyele sahiptir, özellikle laiklik ve Türk kültürünün hâkim kılınması konularında çok yakın söylemlere sahiptirler.
Bir televizyon programında kalp krizi sonucu vefat eden Karacaahmet Cemevi yöneticilerinden Cemal Şener’in MHP ile yakınlığı söylenegelen hususlardandı ve bugün belirli bir Alevi-Bektaşi kitle MHP’yi desteklemektedir.
Üçüncü grup Tunceli yöresinde temerküz eden Alevi Zazalardır. Bunların Türkmen boylarının dillerini unutmasıyla oluştuklarına dair bazı varsayımlar mevcutsa da Zazalar, MHP’ye en uzak ve MHP’yi en şiddetli biçimde karşıt bilen grupturlar. Zazalar Farsçanın en yakın diyalektlerinden birini kullanırlar. Bu topluluğun sonradan Alevileştiğine dair hipotezler de vardır. Yukarıda belirttiğimiz PKK’nın Meclisteki uzantısıyla iş birliği yapan Alevi çocuklarının çoğu da bu Zazalardan meydana gelmektedir.
MHP ile Aleviler en az Sünniler kadar ortak değere sahiptir. Bu husus göz önünde bulundurularak parti çevresinde stratejiler geliştirilmelidir.