Turgut ÖZBAY
Giriş:
10 Kasım 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmiş olan, yöneten siyasi iktidarların, Türk milletini yönlendirmek, kendi görüşleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmak için propaganda yapan bazı kişilerin, bir kısım kurum ve kuruluşun gündeme getirip kamuoyunda tartıştıkları, tartıştırdıkları konular, Sevr ve Lozan Barış Antlaşmaları hükümleri ile ilgilidir.
Evet, Türk milleti propaganda ve psikolojik savaş altında tutulmaktadır. Propaganda çalışmaların temeli beyin yıkamadır. Beyin yıkamadan amaç, zihinlerin algılama ve düşünme bölümlerinin dumura uğratılmasıdır. Zihinlerde bulunan bilgilerin unutturulmasıdır. Toplumun tarih bilincinin zayıflatılmasıdır, yakın tarihinin dahi unutturulmasıdır. Lakin tarih; unutulmuş olaylar zinciri değildir, ibret alınacak bir bilimdir, toplumların belleğidir. Tarihini bilmeyen milletlerin içinde bulundukları durumu, yaşadıkları olayları derinliğine değerlendirebilmeleri, gelecekleriyle ilgili doğru olan kararı vermeleri mümkün değildir.
Unutmayalım, hatırlayalım;
1. Dünya Savaşı sonucunda dünyanın en büyük ve tek Türk İmparatorluğu olan Osmanlı Devleti Başlıca Müttefik Devletler adına İngiltere ile 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi (Ateşkes Antlaşması)ni, kayıtsız şartsız teslim belgesini imzalamıştı. 13 Kasım 1918’de Müttefik Devletler Donanması başkent İstanbul’a girmiş, İstanbul Boğazına demir atmış, imparatorluğun başkenti işgal edilmişti. Türk ordusu terhis edilmiş; İngiliz, Fransız İtalyan ve Yunan birlikleri yer yer Türkiye’yi işgale başlamış, azınlıkların siyasi amaçlı olarak kurdukları çeteler Türk halkına baskı ve katliam yapmakta, Osmanlı hükûmeti Türk halkının can ve mal güvenliğini sağlayamamaktaydı.
10 Ağustos 1920’de İstanbul’da toplanan Saltanat Şûrası, Müttefik Devletler tarafından savaş dönemini sona erdirip sürekli bir barış dönemine kavuşmak için hazırlanıp imzalanmak için Osmanlı hükûmetine verilen Sevr Antlaşması’nı imzalamış, mütareke dönemi sona ermişti. Sevr Antlaşması’nın felsefesi, sadece Osmanlı Devleti’nin parçalanması, topraklarının batılı emperyalist devletler tarafından paylaşılması; devletin adli, idari, askerî ve ekonomik bağımsızlığının tamamen elinden alınması değildi. Türk varlığının Türkiye coğrafyasından soy ve millet olarak dağıtılmak, yok edilmek istenmesiydi.
Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla beraber 1815’te Avrupa’da “Doğu Sorunu”nun çözümü olarak ortaya konulan, Türklerin önce Avrupa’dan, daha sonra da Türkiye’den atılması, 1853’ten itibaren “hasta adam” olarak tanımlanan Osmanlı Devleti’nin varlığına son verilerek mirasının paylaşılması düşüncesinin Sevr Antlaşması ile gerçekleştirilmek istenilmesiydi. Ancak 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Sevr Antlaşması’nı kabul etmemiş, vatanın kurtuluşu için bir İstiklal Savaşı başlatmıştır. 7 Ekim 1920’de Sevr Antlaşması’nı Türkiye Büyük Millet Meclisinin müsaadesi olmaksızın düşmanlarla müzakere ve imza edenler hakkında Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından gıyaben idam kararı alınmıştır.( 1 )
Kurtuluş Savaşı’nın başlamış olması Sevr Antlaşması hükümlerinin uygulanmasına mani olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla da Sevr Antlaşması hükümleri hukuken ortadan kalkmıştır. Ardından Müttefik Devletler donanması İstanbul’u boşaltmaya başlamış, 2 Ekim 1923’te son işgal kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmıştır.
Lozan Barış Antlaşması, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır. Lozan Barış Antlaşması, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş bir suikastın yıkılışını ifade eden belgedir.(2) Lozan Barış Antlaşması’nın felsefesi budur.
Sevr ve Lozan Barış Antlaşmalarını Niçin Hatırladık?
Türk aydınlarının görevi, Türk milletini aydınlatmaktır. Sevr Antlaşması’nın felsefesini, Lozan Barış Antlaşması’nın felsefesini bilmeyen bir aydın, Türk milletinin aydını olamaz, Türk milletini aydınlatamaz. Bu husus unutulmamalıdır.
10 Kasım 1938’de M. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesinden, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip olan millî bir devlet olarak kurulmuş olmak özelliğinden; yavaş başlayan, hızlanarak artan bir şekilde uzaklaşılmıştır.
Batılılaşmak, küçük Amerika olmak, Avrupa Birliği’ne üye olmak, demokrasi, insan hakları gibi sanal kavramlara sığınılarak yapılan propagandalarla Sevr Antlaşması hükümlerini hukuken ortadan kaldıran Lozan Barış Antlaşması hükümleri unutulmaya başlanmıştır. Sevr Antlaşması hükümlerini çağrıştıran hususlar önce yazılmaya, sonra tartışmaya / tartıştırılmaya başlanmış, bu tür beyin yıkama programları sonrası Türk hukuk sistemine dâhil edilerek hukuki koruma altına alınır bir hâle getirilmiştir.
Lozan’ dan Sevr’e Türkiye
Sevr Antlaşması’nın 62, 63 ve 64. maddeleri ‘’Kürdistan’’ konusudur. Özeti şudur:
Fırat’ın doğusunda, Ermenistan’a verilecek toprakların güneyinde Gaziantep, Birecik, Urfa ve Mardin illeri Suriye’ye bırakılmak üzere Türk-İran sınırına kadar olan bölgede İngiliz Fransız, İtalyan devletlerinin himayesinde, önce yerel özelliğe sahip olan bir Kürt devleti kurulacaktır. Daha sonra Milletler Cemiyetine müracaat etmeleri ve konseyin uygun görmesi hâlinde bağımsız olacaklardır.
Irak’ın kuzeyindeki Kürtler bu devlete katılmak isterlerse, bu istekleri başlıca Müttefik Devletlerce kabul edilecektir. Türkiye bu bölgeler üzerindeki haklarından ve sıfatlarından peşin olarak vazgeçecektir.
Sevr Antlaşması’nın:
140-151. maddeleri azınlıkların korunması,
145. maddesi seçimlerin soy azınlıklarının orantılı temsil ilkesine dayalı bir seçim kanununa göre yapılacağı,
147. maddesi Osmanlı halkının soy, dil, din olarak azınlıklara ayrılacağını; azınlıklara ayrılan her bir toplumun devletin denetleyemeyeceği din ve eğitim müesseseleri kurabileceği,
148. maddesi devletin insan (halk) unsurunun ayrıştırılmasıyla ortaya çıkarılan azınlıkların kurduğu din, toplum ve eğitim kurumlarına devlet ya da belediye bütçesinden pay verileceği hükümlerini taşımaktaydı.
Lozan Barış Antlaşması hükümleri Sevr Antlaşması hükümlerini hukuken ortadan kaldırmıştır. Lakin Eski Almanya Başbakanı Helmut Schmidt’in “Sevr Antlaşması’nın imzalanmış olmasına karşın Türkiye’nin bölünmemiş olması da bir hatadır.”(3) ifadesi, günümüzde Sevr Antlaşması’nın hükümlerinin hukuken ortadan kalkmasından üzgün olanların var olduğunu göstermektedir.
Lozan Barış Antlaşması’yla millî/ulusal (üniter) bir devlet kurulmuştur. Kurulan devletin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, halkı Türk milleti, bayrağı Türk bayrağı, ülkesi Türkiye coğrafyası (Trakya + Anadolu), başkenti Ankara’dır. Resmî dil Türkçedir. Devletin unsurlarında ve organlarında teklik özelliği vardır.
Tek bir egemenlik vardır. Egemenliğin alanı ülkenin tamamıdır.
Tek bir ülke vardır. Ülke bölünmez bir bütündür. Devletin ülkesi üzerindeki hakimiyeti hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk açısından tekel olmak özelliğini ifade eder
Tek bir millet vardır. Millet bölünmez bir bütündür.
Lozan Barış Antlaşması’nın 30-36. maddeleri vatandaşlık konusudur. 30, 31, 32 ve 33. maddelerine göre Lozan Barış Antlaşması’nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylandığı 23 Ağustos 1923 tarihinden itibaren iki yıllık bir süre içinde (23 Ağustos 1925’e kadar) Türkiye sınırları içinde kalan kişilerle Türkiye’den ayrılan topraklarda kalan kişiler, Türk vatandaşlığını seçmek veya başka bir devletin vatandaşlığını seçmek konusunda serbest bırakılmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş döneminde Türk vatandaşlığını kabul etmek veya Türk vatandaşlığını kabul etmemek, kişilerin isteğine bırakılmıştır. İki yıllık bir süre için gönüllü vatandaşlık esası uygulanmıştır.
Lozan Barış Antlaşması’nın 37-44. maddeleri azınlıkların korunmasına dairdir. Müslüman olmayan (gayrimüslim) Türk vatandaşları azınlık olarak kabul edilmiştir. Antlaşmanın 41. maddesi gayrimüslim Türk vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda kendi dilleri ile öğrenim görmeleri için kolaylık gösterileceği hükmünü taşır. Lozan Barış Antlaşması’nda bu hüküm dışında ana dilde eğitim diye bir konu yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş senedi ve uluslararası bir antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması hükümleri arasında ‘’Kürdistan’’ diye bir konu, devletin halk unsurunun soy, dil ve din azınlıklarına ayrılması gibi bir husus da yoktur.
Çözüm süreci:
Çok iyi bilinmektedir ki bir devlette millî kimlik olmadan millî birlik olamaz, millî birlik sağlanamaz. Ülkemizde bilmem şu kadar etnik kimlik var denilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde millî kimlik zedelenmekte, ayrıştırılmaktadır. Lozan Barış Antlaşması hükümleri dışında yeni azınlıklar ortaya çıkarılmak istenilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bilmem şu kadar etnik kimlik var propagandası, devlet-millet kaynaşması, millî birlik ve kardeşlik projesi olarak takdim edilebilmektedir.
1970’lerin başında “halklara özgürlük”, 1980lerin ortalarında “Federasyon dâhil her şey tartışılabilir.’’, 1990’larda “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir.’’ şeklindeki propagandalara sözde “Kürt sorunu” eklenmiştir. Sözde “Kürt sorunu”nun evrile evrile “mütareke dönemi”, “ana dilde eğitim”, “barış süreci”, “İmralı süreci” ve sonunda “çözüm süreci” olarak gündeme getirildiğini görüyoruz. Peki çözüm süreci nedir? Çözüm süreci konusunda Türk milleti bilgilendirilmemiştir.
Cevaplandırılması gereken sorular şunlardır:
Çözüm süreci devamınca hangi olaylar tekrarlanacaktır? Çözüm süreci ne zaman sona erecektir? Çözüm süreci sonunda nasıl bir sonuç alınacaktır? Çözüm süreci sonunda ne gibi bir olayla veya nasıl bir durumla karşılaşacağız? Kısaca çözüm süreci tamamlandığında nasıl bir siyasi sonuçla, ne gibi bir hukuki sonuçla karşılaşacağız? Açıklanması gerekir.
Çözüm süreci ile ilgili dikkat çekici bir husus da çözüm sürecinin kimler arasında yürütüldüğü hususudur. Şöyle ki çözüm sürecinde taraflardan biri bölücübaşı Abdullah Öcalan’dır. Öcalan kimdir? Hatırlayalım.
İmralı canisi Öcalan; 29.06.1999 tarihli mahkeme duruşmasında, hakkında “Kurduğu silahlı terör örgütü PKK’yı (Kürdistan İşçi Patisi) aldığı kararlar, verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet iradesinden ayırmaya matuf eylemleri gerçekleştirdiği sabit görüldüğünden, eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesine göre ölüm cezası ile cezalandırılmasına, sanığın eylemlerinin yoğunluğu ve sürekliliği; bebek, çocuk, kadın, ihtiyar ayrımı gözetilmeden binlerce masum insanın öldürülmüş olması; amaç, suç için işlenen vasıta ve suçlardan yüzlercesinin ölüm cezasını gerektirmesi, bu eylemlerin ülke için ciddi yakın ve büyük tehlike teşkil etmesi; ceza adaletinin sağlanması, hak ve nesafet kuralları göz önünde tutularak sanık hakkında takdiren Türk Ceza Kanunu’nun 59. maddesi uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir”
Şimdi düşünelim;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eline silah alan, silahlı terör örgütü kuran, devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemler gerçekleştiren terör örgütü lideriyle neyin çözümünü görüşmektedir?
Abdullah Öcalan bir sorunu çözecek ise niçin yargılanmış, niçin cezalandırılmıştır?
Sonuç:
Benim bu yazıyı yazmaktaki amacım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmiş olan, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten siyasi iktidarı, Türk milletini yönlendirmek, kendi görüşleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmak isteyen kişi, kurum ve kuruluşları hedef almak değildir. Siyasi iktidarların icraatlarında, kişi kurum ve kuruluşların yaptıkları propagandalarda, uluslararası bir antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması hükümlerini yok sayamayacaklarını ifade ediyorum.
Kaynaklar:
1. Türkiye Cumhuriyeti 80.Yıl Kronolojisi, Anadolu Ajansı, 2. Baskı, Ankara, 2004, s. 21.
2. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Cilt III, TTK Basımevi, Ankara, 1961, s. 91.
3. Avrupa’nın Birliği mi? Türkiye’nin Birliği mi? , ATO, Kasım 2002 / Ankara, s. 13.