TÜRKİYE, TÜRKİYE’DEN BÜYÜKTÜR (Ülkemiz için “millî servet” Özdemir BAYRAKTAR’a (1949-2021) saygı ve dualarımla)

25 Kasım 2021 10:44 Mehmet DUMANOĞLU
Okunma
5286
TÜRKİYE, TÜRKİYEDEN BÜYÜKTÜR (Ülkemiz için “millî servet” Özdemir BAYRAKTARa (1949-2021) saygı ve dualarımla)

TÜRKİYE, TÜRKİYE’DEN BÜYÜKTÜR
(Ülkemiz için “millî servet” Özdemir BAYRAKTAR’a (1949-2021) saygı ve dualarımla)
Mehmet DUMANOĞLU
Yazı başlığının Türkiye ile ilgili hedefleri, politikaları olan devletler açısından açık ifadesi şudur: Türkiye çeşitli nedenlerle Türklere bırakılamayacak kadar stratejik bir ülkedir.  Bu nedenle sürekli kontrol altında tutulmalı, farklı yöntemlerle müdahale edilerek “gelişme ve kalkınma hızı” yavaşlatılmalıdır.
Türkiye (Anadolu) niçin “Türklere bırakılamayacak kadar” önemli bir coğrafyadır?
- Meryem Ana Evi Selçuk Bülbül Dağı’nda bulunur. İnanışa göre Roma’dan Kudüs’e giderken Hz. Meryem burada dinlenmek istemiş Aziz Pavlos’ta onun için burada bir ev yaptırmıştır. Elbette iki bin yıl sonra çok önemli bir ziyaret yeri olan Meryem Ana Evi günümüzde orijinal hâlinde değildir. Ancak bu cümlede asıl önemli olan bu evin “dinî anlamda” sembolik değeridir. Şunu açıkça söyleyebilirim; Eğer Mondros Ateşkes Antlaşması görüşmelerinde Osmanlı, Bülbül Dağı bölgesini Yunanistan’a verseydi Yunanistan başka hiç bir şey istemezdi.
- İstanbul sadece Boğazlar nedeniyle değil Ortodoks Hristiyanların dinî merkezi olması nedeniyle de önemlidir. Ortodoksların sayı bakımından çoğunluğunun yönü İstanbul’dur. Bu nedenle Lozan görüşmelerinin önemli konularından birisi olmuştu. Özellikle İngiltere, Ortodoks Kilisesi’nin İstanbul’da kalmasında ısrar etmiştir. Niçin? Bunun yanıtı açıktır: Gerektiğinde kiliseyi kullanarak Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmeyi planlıyordu. Nitekim “ekümenlik” konusu sürekli Türkiye’nin önüne getirilen bir konudur. Ekümenliği sürekli sıcak tutanların asıl dertleri Ortodoks Kilisesi değildir. .
Mardin, Hatay, Trabzon şehirleri de Hristiyan dünyası için “dinî manada” önemlidir. Bu konu ile ilgili olarak Abdurrahman Küçük Hoca’mızın Berikan Yayıncılık’tan çıkan “İnanç Turizmi Açısından Türkiye’deki Dinî Mekânlar” kitabı çok önemli bir çalışmadır.
- Boğazlar iç deniz olan Karadeniz’in Akdeniz’e bağlandığı tek deniz yoludur. Savunma veya savaş anlamında eski stratejik konumu azalmış olsa bile değeri devam etmektedir.
- Doğal gazın, Rusya’dan Avrupa’ya taşınması bakımından en önemli nakliye yolu Anadolu’dur. Kovid döneminde değeri ve satış fiyatı daha da artan doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması hem mesafe anlamında hem de maliyet bakımından çok önemlidir.
- Türkiye gelişen teknolojilerin ihtiyaç duyduğu madenler ve petrolün yerini alacak yeni enerji kaynakları konusunda çok değerli bir ülkedir. Kaya tuzu, bor, uranyum, vd.
- Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi bir devlettir. Bilinen binlerce yıllık millet olma bilincine sahip ve devlet geleneği bulunan bir devlettir. Tarihin değişik zamanlarında sadece dış etki değil “kendisinden de kaynaklanan” sıkıntılı zamanlar yaşamış her defasında “yeniden ayağa kalkmayı” başarmıştır. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Bütün ülke işgal edilse dahi, Çukurova’da bir Yörük çadırından duman tütüyorsa istiklalden ümit kesmeye gerek yoktur.” demesinin nedeni budur. Çok daha öncesi bulunmakla birlikte 1071 Malazgirt Savaşı’nı başlangıç kabul etsek bile Türkler bin yıllık Orta Asya’dan Avrupa’ya geçiş ve yaşayış süreci sonunda; Türkiye çok geniş bir HİNTERLAND’a sahiptir.  Hinterland kavramı Almanca bir sözcüktür ve “arkasındaki toprak parçası” şeklinde tanımlanabilir. Siyasi anlamı ise “bir devletin; politik, ekonomik, dinî veya kültürel etki alanı” olarak açıklanır.  Politik olarak düşünüldüğünde Uygur Özerk Bölgesi’nden başlayıp, Kafkasya, İran’ın kuzeyi, Balkanlar, Kuzey Afrika, Orta Doğu coğrafyası Türkiye’nin “etki alanlarıdır” Yani hinterlandı.
Günümüzde emperyalist devletler bu nedenle Türkiye’yi daima takip edilmesi hatta sıkı kontrol altında tutulması gerektiğini düşünmektedirler ki, Türkiye yukarıda adlarını sıraladığımız coğrafyada BEKLENEN’DİR... Türkiye sürekli çıkartılan sorunlarla meşgul edilmeli, zamanı, enerjisi, insanı, kaynakları, maliyesi, ekonomisi “her anlamda” kalkınması engellenmeli bu hamle başarılı olamıyorsa yavaşlatılmalıdır. Terör, ekonomik müdahaleler, gizli ambargo, ortaya çıkartılan sorunlarda politik tavsiyeler (müdahaleler), STK’lar, kökü dışarıda siyasi kuruluşlar hatta mezhep sosyolojisi incelenecek hatta cemaat ve tarikatlar değerlendirilecektir...  Abdullah Ağar’ın 23.08.2016 günü CNN-TÜRK’te verdiği bilgiye göre Türkiye’de 123 (yüz yirmi üç) terör örgütü bulunmakta. Sol (!) politik çizgide söylemleri olan fakat hepsinin de ABD tarafından finanse edildiği bilinen 13 (on üç) terör örgütü 12 Mart 2016 tarihinde birlikte yaptıkları açıklama ile Türkiye’ye karşı eylem birlikteliği kararlarını ilan ettiler (tesadüfe (!) bakın kısa süre sonra 15 Temmuz Kalkışması denenecek), PKK terör örgütüne ABD’nin açıkça verdiği mali, lojistik, istihbarı ve idari desteği, terör örgütüne AB ülkelerinin yardımları,  ASELSAN’a ABD’nin engellemeleri ile Dünya Bankası ve uluslararası kuruluş ve bankaların kredi vermemesi.  AB üyesi dokuz ve ABD’li büyükelçi toplam 10 büyükelçinin S. Demirtaş ve O. Kavala ile ilgili “hadsiz” tavır ve istekleri,  ABD ve AB bütçeli Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları (ki, en aktif faaliyetleri SOROS destekli O. Kavala’nın kuruluşunda yer aldığı STK’lardır...), ABD’nin akıl verdiği, besleyip büyüttüğü 15 Temmuz kalkışması yapmayı deneyecek kadar güçlenen FETÖ (cemaatin bu kadar güçlenip devlet içinde paralel yapı kurabilecek kadar ortam bulmasının tek nedeni ABD olarak söyleyemeyiz. Devleti yönetenler ve omuzları galaksi olacak kadar yıldızlı generaller uyumuşlardır... Oysa devlet yöneticilerinin “yanılma” hakları yoktur...).
- Türkiye şu anda Afrika’da 43 (kırk üç) büyükelçiliğe sahiptir. Bu sayı 2002 yılında 12 (on iki), 2015’de 39 (otuz dokuz) 2021 Ekim ayında 43 (kırk üç) olmuştur.  Türkiye, Afrika açılımını yaparken “daha önce Afrika’ya gelen ülkeler gibi” sömürü için gelmediğini, karşılıklı ekonomik ve mali politikayı esas aldığını açıkça beyan etmiştir. Türkiye’nin Afrika politikası kimleri rahatsız etmiştir? Cevabı açık; Sadece alan üstelik insanlarını bile köle yapan sömürgeci devletleri. Sömürü de o kadar ileri gitmişlerdir ki Avrupa devletleri mesela Belçika’da (1954 yılında kapatılan) hayvanat bahçelerinde Afrika’dan getirilen insanlar sergileniyordu.  Türkiye’nin “karşılıklı çıkar” temelli gelişi, Afrika’nın değişik yerlerinde başta su, hastane ve eğitim olmak üzere yaptıkları çalışmalarla kıtada büyük sempati ve iş birliğini başlattı. Afrika XVI. yüzyıldan günümüze böyle bir tutumu hiç yaşamamıştı...   Şimdi siz Afrika’nın geleneksel(!) sömürgecileri olan Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda vd. olsanız Türkiye için ne planlarsınız?
- 2021 yılında Türk askerinin görev yaptığı ülkeler şunlardır:  KKTC, Suriye, Irak, Azerbaycan, Somali, Katar, Afganistan, Arnavutluk, Lübnan, Bosna-Hersek, Kosova, Sudan. Ayrıca Libya’da yapılan çalışmalar.  Bu liste şunu anlatır: Türkiye “kabuğunu kırmış” Kendi güvenliğini sağlamanın, olası sorunları önlemenin en doğru yönteminin problemi kendi sınırları dışında karşılamak olduğunu anlamış olduğunu gösterir. “Mavi Vatan”la ilgili çabalar, Kuzey Irak ve Suriye’de yapılan askeri operasyonlar böyle değerlendirilmelidir.
- Türkiye öyle bir coğrafyadadır ki, Tunus’tan İran’a, Azerbaycan’dan; Afganistan’a, Çin’e kadar yaşanan, gelişen sorunlar, iç çatışmalar, savaşlar daima kendisini etkilemekte. Bu etki çoğunlukla olumsuz olmaktadır. Bunun üzerine ABD’nin BOP, Rusya Federasyonu’nun XVI. yüzyıldan bu yana süren Akdeniz’e inme hedefi, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin Kafkasya ve Orta Doğu hedefleri de eklenince sıkıntıları bitmemekte.  Kalkınmaya, ekonomik refahı yükseltmeye, sağlığa, alt yapıya, sanayileşmeye harcayacağı kaynaklarını savunmaya, silahlanmaya harcamak zorunda kalmakta insanını, zamanını, enerjisini “ironi olarak yazıyorum” Irak’ın kuzeyinde, Suriye’nin güneyinde, İran’ın batısında dağa, taşa, ovalara harcamaktadır.
- AFGANİSTAN coğrafi açıdan Türkiye kadar değerli, önemli bir ülkedir. Kuzey- Güney, Doğu-Batı her yönü stratejiktir. Afganistan tarihine bakarsak başı beladan kurtulmamıştır.    ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararı almasından sonra ülkedeki karışıklıklar, Taliban yönetiminin ülkeyi yönetecek insan kaynağına sahip olmaması, uluslararası kredi kuruluşları ile AB ve ABD’nin bu ülkeye yaptığı mali yardımları kesmesi Afganistan’ı daha da zor durumda bıraktı. Çin ve Pakistan hariç yeni rejimin “tanınma çabaları”na girmesi en azından şimdilik istenilen sonucu vermemiştir.  Oluşan kaos, yüzbinlerce Afganlının ülkelerinden İran’a göç etmesiyle sonuçlandı. İran, göçmenleri Türkiye sınırına yakın bölgede toplayıp Türkiye’ye yönlendirdi. Türkiye, İran sınırında geç kalınmış (!) tedbirlerle “yeni göçmenleri” sınırlarının içine almamışsa da “geçen geçti”...   Suriyeli göçmenlerin ortaya çıkardığı sorunlarla baş etmekte zorlanan Türkiye ilgili ülkeler bazında çalışmalar başlatmışsa da henüz istediği sonucu alamamış, Türkiye’nin “nur topu gibi” yeni bir sorunu daha doğmuştur.
- BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ABD’ye ait bir siyasettir. Adına “Arap Baharı” denilerek hedef ülkelere projeyi sevimli gösterme hedefli psikolojik harp taktiği uygulanmış olsa bile gerçekte “Arap Yangını”dır. Hedefleri; Hedefindeki ülkelerde dini inançları mezheplere ayrıştırmak, birden fazla mezhep varsa ülkeyi cemaatler ve tarikatlara bölmek. Hedef ülkede ulusçuluğu kabileciliğe indirgemek. Kabilecilik duygusunu da radikalleştirerek toplumun bölünmesini sağlamak. Rusya Federasyonu’nu güney, batı ve Akdeniz’den çevirmek, Irak ve Suriye petrol kaynaklarını eline geçirmek, Tunus’tan başlayarak İran’a kadar ABD çıkarları ve gelecek planları doğrultusunda Türkiye ve İran’ı da kapsayacak biçimde siyasi coğrafyayı yeniden oluşturmak, İsrail’in güvenliğini sağlamak, ABD henüz İran ve Türkiye’yi bölme hedefine ulaşamamıştır. İran’da “Gezi Parkı” benzeri deneme yapmışsa da binlerce yıllık devlet geleneği ile İran gereğini anında yaparak ABD’nin İran’ı kaosa sürükleme planını boşa çıkarmıştır. ABD, İran hedefinden vaz geçer mi? Elbette hayır. ABD, Türkiye’yi de uzun zamandır besleyip, büyütüp, koordine ettiği FETÖ eliyle kaosa sürüklemek istedi. 15 Temmuz FETÖ kalkışması bunun çok ciddi bir denemesiydi. Ancak TSK ve Polis Teşkilatı’nın vatanperver mensupları ile Türk Ulusunun “birlikte verdikleri” destansı mücadelesi ABD’nin başarısız olmasını sağladı. Aynı soruyu tekrarlayalım: ABD, Türkiye ile ilgili projeleri ve planlarından vaz geçer mi? Yanıtı da aynı: Elbette hayır. Irak’ın kuzeyinde kurduğu gibi Suriye’yi üçe bölerek doğusunda “özerk Kürdistan yönetimi”ni kurarak İran ve Türkiye için “kalıcı” bir tehdit oluşturmak. Daha önce Mısır, Lübnan ve Irak, İsrail’in varlık ve güvenliği için büyük tehditlerdi ve bu tehlike ABD tarafından bitirilmişti.  BOP’la Suriye bölünerek İsrail için Suriye tehdidi de bitirilecekti. Günümüzde bu hedefe ulaşıldı. İsrail’in güvenliği bakımından tek tehdit kalmıştır: İran. İran’ın resmî söyleminin temelleri şunlardır: ABD büyük şeytan, İngiltere küçük şeytandır, İsrail; İran ve Müslümanlar için büyük tehlikedir, İslam dünyasında Şiilik etkin olmalı, Suudi Arabistan baskı altında tutulmalıdır, İran en yakın zamanda karadan Akdeniz’e ulaşmalıdır (XVI. yüzyıldan günümüze İran’ın denizlere ulaşmak hedefinde en önemli rota Türkiye toprakları olmuştur.) ABD’nin BOP’la en stratejik hedefi; Türkiye’nin on altı şehrini kapsayacak şekilde Irak ve Suriye’deki gibi “özerk Kürdistan” kurmaktır. Hatay’ın güneyinden Akdeniz’e ulaşması hedeflenen bu özerk yapı projesi başarılı olursa Kürdistan özerk yönetimi Akdeniz’e ulaşmış olur. Denizler ulaşmış Kürdistan’ın hiçbir devlete ihtiyacı kalmaz, dünyanın her tarafına gidebilir. Kürdistan özerk yönetiminin Akdeniz’e ulaşması aynı zamanda İsrail’inde Akdeniz’e ulaşması anlamına gelir. Kimse açıkça söylemese de resmî hiçbir ifade, ima, açıklama olmasa bile herkesin bildiği gerçek şudur: ABD’nin destek ve kontrolünde Suriye’nin doğusunda “Suriye’de Kürdistan Özerk Yönetimi” kurulmuştur. Bunu nereden anlıyoruz? PKK/PYD şu anda adı geçen bölgede; belediye hizmetleri yapmakta, adalet teşkilatını kurmuş bulunmakta, vergi toplamakta, polis yani güvenlik teşkilatını kurmuş hâlde, tapu işlemleri yapmaktadır. ABD’nin S. Demirtaş’ı ve O. Kavala’yı sürekli gündemde tutmasının, HDP’yi “anahtar parti” hâline dönüştürme çabalarının, ABD büyükelçisi ile dokuz Avrupa ülkesi büyükelçisinin O. Kavala’nın serbest bırakılması çabalarının “hedefi” zannederim daha iyi anlaşıldı. Türkiye’deki O. Kavala konusu Finlandiya büyükelçisini niçin gersin? ABD, Fransa istedi Finlandiya’da onlara destek verdi.
SONUÇ
Cumhuriyet’imizi kurduğumuzdan bugüne devletimizi yıkmak en azından bölmek isteyenler her zaman olmuştur. Şu anda yaşadığımız sorunların temelleri 1921 ve 1923 yıllarında atılmıştır. Türkiye’nin dış politikada ana çizgisi; Türkiye’nin sınırları ve ulusal güvenliği, çıkarları tehlikeye düşürülmemek koşuluyla “Yurtta Barış, Dünyada Barıştır.”
Bu temel dış politika 1951’de Türkiye’nin NATO’ya girmesinden itibaren “âdeta beynimizin içine kazınarak” kendi sınırları dışındaki hiçbir gelişmeye- NATO istekleri hariç- ilgi göstermemesi biçimine dönüştürüldü. ABD’nin NATO eliyle Türkiye’yi böyle bir çizgiye sınırlandırmasının nedeni; Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi ve her anlamda mirasçısı olan Türkiye’nin bir gün mutlaka “genetik şifresi” ve devraldığı miras nedeniyle “dış Türklerle” temasa geçeceği tahminiydi. Şu bilginin mutlaka yazılması gerekir:  Gelecekte “Yeni Türk devletine Türkiye içinde ve sınırlarında sorunlar yaşatmak ve yakından-uzağa diğer Türk devletleri ve toplulukları ile ilişkisini koparmak projesi” 1921 yılında Türkiye ile Rusya Sovyet Federatif Cumhuriyeti arasında imzalanan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile başladı.  Azerbaycan’la ona bağlı özerk cumhuriyet olan Nahçivan arasına Rusların desteği ile “bıçak gibi” Ermenistan Cumhuriyeti kurduruldu (1921). Böylece Azerbaycan’la ona bağlı Nahcivan’ın birbirlerine toprak sınırı kalmadı, birbirlerinden koparıldılar. Türkiye’nin Nahçivan’la on yedi (17) kilometrelik sınırı vardır ve Azerbaycan, Türkiye üzerinden Nahçivan Özerk Cumhuriyeti ile kara bağlantısı kurabilmektedir. Sovyet Federatif Devleti’nin amacı da buydu zaten.  Türkiye ile Suriye sınırı önce 1921’de TBMM-Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması sonra Lozan Antlaşması’nda çizilmiş son hali 1939’da kesinleşmiştir. Tesadüfe bakın ki, Hatay Sorunu sırasında 1937 yılında Türkiye’de Dersim İsyanı çıktı... Fransa; Türkiye’nin, Suriye’deki Bayır Bucak Türkmenleri ile bağını kopartmak hiç olmazsa en alt seviyede kalması amacıyla Suriye’nin Türkiye’ye yakın sınırlarına Arap ve Kürt aşiretleri yerleştirmiş, bu yerleşim politikası Beşir Esad döneminde dahi devam ettirilmiştir. Böylece Türkiye ile Bayır bucak Türkmenleri arasına adeta “tampon bölge” kurulmuştur. İngiltere, Lozan Antlaşması ile Musul, Kerkük, Süleymaniye, Telafer, Erbil gibi Türklerin çok yoğun nüfusa sahip olan yerleşim yerlerinin Misakımillî sınırları içinde olmasına rağmen Irak’a verilmesini sağladı.  İki devlet arasındaki sınırlar 1926 yılında imzalanan Ankara Antlaşması ile kesinleşti. Tesadüfe bakın(!)  iki devlet arasında 1925’de Musul ve Kerkük görüşmeleri yapılırken Şeyh Sait Ayaklanması çıkıvermişti.  Beş yıl önce Sovyet Federatif Cumhuriyeti’nin Azerbaycan’la Nahçivan bağını kopartması, gelecekte Fransa’nın Türkiye ile Suriye’deki Bayır Bucak Türkmenlerinin bağını kopartmak için Suriye’nin Türkiye sınırına Arap ve Kürt aşiretleri yerleştirmesi gibi İngiltere’de Türkiye ile Irak Türklerinin bağlarını koparmak amacıyla Irak’ın Türkiye sınırına Arap ve Kürt aşiretleri yerleştirdi. Elbette Suriye’de Arapları ve Kürt aşiretleri, Irak ve Suriye’de de Kürt aşiretlerini Türkiye konusunda değerlendireceklerdir. Türkiye’nin “dış Türklerle” bağının kopartılması politikası Sovyetler Birliği açısından 1976 yılına kadar başarılı olmuştur. Daha sonra Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin devlet başkanı olacak Mustafa CEMİLOĞLU’nun çabaları Türkiye’nin Kafkasya Türklerini hatırlamasında çok etkili ve değerlidir.  Irak Türkleri ile ilgili resmen temasa geçen, Irak Türkmenlerini “örgütlenme çabalarına başlatan 1995 yılında hükümet kuran Tansu ÇİLLER’dir. Türkiye ile Türk devletleri ve akraba toplulukların koordinasyonu için ilk defa Mustafa Bülent ECEVİT’in kurduğu 57. Hükûmet’te Devlet Bakanlığı kuruldu. İlk bakan Prof. Mehmet Abdulhalik ÇAY olmuştur.  Bugün 1921’de başlatılan Türkiye ile Türk devlet ve topluluklarının bağının kopartılması politikasının başarısız olduğu kolaylıkla söylenebilir. Özellikle 1989’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasından sonra Türkiye ve Türk Devletleri ve Türki topluluklar arasındaki bağlar ve “her anlamda” ilişkiler çok gelişmiştir. Ancak “Türkiye içinde ve Türkiye-Irak, Türkiye-Suriye sınırlarında ve Türkiye-Ermenistan arasında ekonomik ve politik sorunlar yaşatma hedeflerinde” Fransa, İngiltere, 1971’den itibaren ABD, 1984’ten itibaren İran devletleri günümüze kadar başarılı olmuşlardır.  Daha önce yazdığımız gibi adı konulmamış, hiç kimse bahsetmemiş olsa bile Suriye’de var olan gerçek şudur: Suriye üçe bölünmüş ve Kuzey doğusunda özerk Kürdistan Bölgesi kurulmuştur. Bundan sonra ABD (ve elbette İsrail’in) hedefi; Suriye’de Türkiye ve SMO (diğer adıyla Özgür Suriye Ordusu) kontrolündeki Afrin ve Resulayn’ı ele geçirerek PKK/PYD kontrolünde ki Tel Rıfat, Ayn İsa, Rakka, Haseke, Ayn Divar’la;  İdlib’i birleştirerek Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında PKK-PYD koridoru oluşturmaktır. Suriye’nin doğusu ABD kontrolünde yani terör örgütünün sayılır. Böylece Şırnak’tan Kilis’e kadar terör örgütü koridoru gerçekleşmiş olur. Eğer ABD desteği ile İdlib’de ele geçirilirse Reyhanlı’nın güneydoğusu ve Hatay’ın güney dibinden Akdeniz’e Kürt koridoru gerçekleşir. ABD’nin telkinleri ile Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve Suriye özerk Kürt yönetimi elbette “her alan ve anlamda” iş birliği yapacaklardır. Bunun sonucunda İran hariç Büyük Kürdistan devleti kurulmuş olur.  İdlib bu nedenle ABD ve Türkiye bakımından çok stratejiktir ve iki devlet “bilek güreşi” yapmaktadırlar.  Suriye’nin doğusunda hava koridoru kontrolü ABD’dedir. Suriye’nin batısının hava kontrolü de Rusya Federasyonu’nda.  ABD, Türkiye’ye terör örgütüne karşı hava operasyonun izin verir mi? Hayır.  Rusya Federasyonu batıdan hava operasyonuna izin verir mi? Daha önce elbette pazarlıklar sonunda Türkiye’ye hava koridorunu açmıştı? Pazarlıklar sürüyor; batı koridorunu -yeni tavizler sonunda- açacaktır.  Hafızamızı yoklarsak; Musul ve Kerkük için İngiltere’nin destekleyip başlattığı Şeyh Sait İsyanı (1924), Türkiye ile Fransa arasında Hatay konusu görüşülürken çıkıveren (!) Dersim İsyanı (1937), arkasında ABD ve bazı Avrupa devletlerinin olduğu 1977-1980 yılları arasındaki anarşi dönemi, ilk eyleminden bu yana (1984) otuz yedi yıl geçen PKK terör örgütünü destekleyen ABD, Fransa, Almanya, Yunanistan, Ermenistan, İran’ın çabaları, kökü dışarıda adına sivil toplum kuruluşları denilen örgütlenmeler, kiralık kalemler ve yazılı-görüntülü basın, vs. Adları geçen devletler Türkiye’mize ekonomik, mali, psikolojik, sosyal yaşantı alanlarında çok ciddi zararlar verdiler. Şu ana kadar Türk milleti, Türk genci canı pahasına vatanlarına sahip çıktı.  Unutulmamalıdır ki, Dış tehditlerde, içimizdeki kiralıklar, satın alınmışlar da hiç bitmeyecektir. Türk ulusuna yani hepimize düşen görev; Atatürk’e ve ATATÜRKÇÜLÜĞE sahip çıkmak, bilim (bilmek) ve ilim yani araştırmalara yönelmek, millî değerleri korumak ve geliştirmek, Türkiye aleyhinde çalışan toplum mühendislerinin propagandasını ve faaliyetlerini boşa çıkarmak, devletimizi ve ulusumuzu layık olduğu yüksek medeniyet ve laik anlayış seviyesine yükseltmek, hangi meslek veya işle uğraşıyorsak “elimizden gelenin en iyisini” yapmaktır.
Çok güzel bir tesadüfle bu yazı ile Cumhuriyet Bayramı’mız aynı zamana denk geldi.
Kurtuluş Savaşı’mızı yapıp, istiklalimiz gerçekleştiren Mustafa Kemal ATATÜRK ve en küçük rütbeli askerinden en yüksek rütbeli komutanına kadar bütün silah arkadaşlarına, geçmişten bugüne bütün şehitlerimize rahmet diliyor, gazilerimize saygılarımı arz ediyorum.
CUMHURİYETİMİZİN 98. YILI KUTLU OLSUN