GÜNEY SINIRLARIMIZDAN ÜLKEMİZE YÖNELEN BÜYÜK TEHDİT-1 ABD-PKK/KCK/PYD-YPG Stratejik Ortaklığı ve Bölgenin Yeniden Şekillendirilmesi

26 Mart 2018 15:29 Dr.Veli Fatih GÜVEN
Okunma
4233
GÜNEY SINIRLARIMIZDAN ÜLKEMİZE YÖNELEN BÜYÜK TEHDİT-1  ABD-PKK/KCK/PYD-YPG Stratejik Ortaklığı ve Bölgenin Yeniden Şekillendirilmesi

GÜNEY SINIRLARIMIZDAN ÜLKEMİZE YÖNELEN BÜYÜK TEHDİT-1

ABD-PKK/KCK/PYD-YPG Stratejik Ortaklığı ve Bölgenin Yeniden Şekillendirilmesi

 

Dr. Veli Fatih GÜVEN

 

GİRİŞ

Suriye coğrafyası, yüzyıl önce İngiliz ve Fransız sömürge yönetimleri tarafından OrtaDoğu’yu paylaşım planları çerçevesinde sınırlarımızdan koparıldıktan sonra Türkiye aleyhinde kullanılmak üzere terör örgütlerine kucak açan, destekleyen, örgütleyen ve terörizmin dış politika aracı olarak kullanıldığı bir ülke hâline getirilmiştir. Sömürgeci Batılı ülkeler tarafından Suriye yönetimlerine yüklenen bu misyon kesintisiz olarak sürdürülmüş ve son olarak 2012 yılında 911 km’lik Kuzey Suriye sınırı ABD’nin kontrolündeki PKK/KCK/PYD-YPG[1]terör örgütüne teslim edilmiştir. PKK/PYD kendisine teslim edilen bu sınırlarda ABD ve Batılı ülkeler adına “vekâleten savaş” yürütmektedir. Dolayısıyla Türkiye güney sınırlarından Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altında faaliyet gösteren PKK/PYD ile DAEŞ[2]terör örgütünün stratejik tehdidiyle karşı karşıyadır. Suriye’de terör koridoru oluşmasına yol açan ve birbirlerine zıt, iki düşman örgüt olarak gösterilen PKK/PYDve DAEŞ terör örgütü ABD ve Batılı güçler tarafından sofistike bir kurguyla birbirlerini tamamlayan “mütemmim cüz” terör örgütleri olarak kullanılmışlardır. DAEŞ terörörgütü kendisine verilen terörist rolünü oynayarak PKK/PYD terör örgütünün silahlı ve siyasi bir güç hâline getirilmesinin yolunu açmıştır. Günümüz itibarıyla Suriye sınırının %65’ini, topraklarının %37’sini, doğal kaynaklarının yaklaşık %80’ini işgal etmiş bulunan yaklaşık 30 bin kişilik terör ordusunun teorisyeni ve mimarı maalesef stratejik ortağımız ABD yönetimidir. ABD ve Batılı güçler söz konusu iş birlikçi terör örgütleri vasıtasıyla, sınırlarımızda jeopolitik ve demografik düzenlemeler yaparak, kantonlar oluşturarak ülkemizi güneyden kuşatmak istemektedir. Körfez krizinin yaşandığı 1990’lı yıllardan itibaren Çekiç Güç’ün korumasıyla oluşturulan Kuzey Irak yapılanmasının ardından güney sınırlarımızda kurduğu askerî üslerle Kuzey Suriye yapılanmasını hayata geçirerek oluşturacağı terör koridoru ile kuşatmayı tamamlamaya çalışmaktadır.Böylece Kuzey Suriye ile Kuzey Irak’ı birleştirdikten sonra İran ve Türkiye hedefini de gerçekleştirmek suretiyle sözde büyük Kürdistan hayaline kavuşmak istenmektedir. Başlangıcından itibaren Birleşik Bağımsız Kürdistan ideali için mücadele eden PKK/PYD terör örgütünü destekleyen ABD yönetiminin Türkiye’yi güneyden kuşatma stratejisinin amacı; PKK/PYD ve DAEŞ gibi yerli iş birlikçi örgüt ve terörist unsurları kullanarak Basra Körfezi’nden İskenderun Körfezi’ne kadar uzanan alanı işgal ederek, bölgeye kalıcı olarak yerleşmek, bölge ülkelerinin sınırlarını yeniden çizmek, enerji dâhil yer altı,yer üstü ve beşerî kaynakları kontrol etmek ve sömürmek, İsrail’i büyütmek ve güvenliğini sağlayacak güdümlü siyasi, silahlı tehdit unsurları ve yapılar oluşturmaktır.

     Bu stratejiyle öncelikli olarak Türkiye’nin Irak ve Suriye ile tarihî, coğrafi, siyasi, ekonomik ve kültürel bağlarını kesmek,ülke ve millet bütünlüklerini parçalamak ve kontrol edilebilir bir konuma getirmektir.ABD ve destekçisi ülkeler hâlen bu büyük hedefi gerçekleştirebilmek için içeride ve dışarıda çok sayıda değişik isimler altında ve toplumun tüm alanlarına hitap eden ( siyasi, silahlı, ekonomik ve medya vb.) yapılarla faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürmektedir. Bölgede iş birlikçi unsurların başında IKDP ve IKYB’nin yönettiği Kuzey Irak yapılanması gelmektedir. Kuzey Irak yapılanması Batı’nın stratejik desteğiyle onlarca yıldır sürdürdüğü faaliyetlerle bölgeyi bölücü terörün merkezi hâline getirmiştir. Günümüzde Suriye dâhil bölücülüğe ilişkin bölgede ortaya çıkan tüm sorunların temelinde bu yapının bağlantılı örgütleri ve ürettiği sorunlar bulunmaktadır. Batılı ülkeler, ABD, Rusya, İsrail ve İran dâhil üzerine çok yatırım yapılmış olan Kuzey Irak yapılanması son olarak ABD’nin kontrolünde hareket etmiş ancak ABD’yi bölgede nihai hedefine ulaştıramamıştır. Bu nedenle ABD ve destekçisi Batılı ülkeler, ikinci bir yapı olarak Suriye’de PKK/PYD ve DAEŞ terör örgütlerini üreterek sahaya sürmüşlerdir. Adı geçen iş birlikçi teröristlerle birlikte âdeta ülkemize savaş açan ABD, daha da pervasızlaşarak söz konusu terör örgütünü eğit donat sistemi içerisinde modern bir orduya dönüştürebilecek düzeyde 5 bin TIR dolusu modern silah vermiştir. Verilen bu silahların namlusu Türkiye’ye çevrilmiştir. Sağlanan bu askerî desteğin psikolojik etkisini artırmak için ABD’li bazı askerî yetkililer “enformatik savaş” ve yönlendirme tekniklerini de kullanmaktadır. Zamanla en üst düzeyde makul yaklaşımlar dile getirilse de ABD Başkanı Trump’ın örgüte destek vermeyeceklerine dair sözlerinde olduğu gibi, ancak bu sözler işleyen sistemi durdurmamış ve örgüte her türlü maddi ve moral destek verilmeye devam edilmiştir. Üstelik ABD yönetimi önümüzdeki dönemde örgüte yardım için 550 milyon dolara para ayırmıştır. Örgüte bu ölçüde verilen silah, para ve politik desteğin ABD yönetimi ile PKK/PYD terör örgütü arasındaki ilişkinin uzun vadeli bölgenin jeopolitik olarak düzenlenmesini yani işgali hedefleyen stratejik bir ilişki olduğu açıkça görülmektedir.

 

1.PKK/PYD Terör Örgütü kullanılarak Coğrafyamızı İşgal Girişimleri

     ABD yönetimi Türkiye ve Orta Doğu’yu hedefleri doğrultusunda değiştirmek ve dönüştürmek için her türlü strateji ve araçların yanı sıra bir terör aygıtı olan PKK/PYD-YPG terör örgütüne her türlü desteği sağlamaktadır. ABD yönetimi, bu hukuk dışı ve müttefikliğe sığmayan hasmane tutumunu kurgulanmış enformatik yöntemlerle maskelemeye ve meşru göstermeye çalışmaktadır. Oysa Batılı küresel güçler günümüzde olduğu gibi geçmişte de sömürü ve işgal politikalarını sürekli olarak maske kavramlarla ve iş birlikçi unsurlarla yürütmüşlerdir. On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı topraklarını paylaşma politikasının kod adı olarak “Şark Meselesi’ni” kullanmışlardır.Bu politika çerçevesinde kullandıkları iş birlikçiler azınlık gruplar olmuştur.Günümüzün maske kavramı ise Soğuk Savaş’ın ardından değişen dünya sistemi ve jeopolitik düzenleme kapsamında üretilen Genişletilmiş Orta Doğu GOP Projesidir.[3]ABD öncülüğünde 11 Eylül saldırısı sonrasında terörizmle mücadele adıyla başlatılan söz konusu proje ile teröre kaynaklık eden anti demokratik Orta Doğu ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirileceği ilan edilmiştir. Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 2003 yılında projenin sınırlarını ve amacını;[4] “Fas’tan Çin sınırına kadar 22 ülkenin siyasi, sosyal, yönetim ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesi olarak tanıtmıştır. Mevcut rejimlerin yıkılması ve petrol kaynaklarının el değiştirmesi amaçlarını da içeren projenin uygulanmasında farklı isimlerle kullanılan tüm etnik, dinî ve mezhepsel nitelikli iş birlikçi unsurlar aynı amaca hizmet etmektedir. Bu çerçevede Türkiye, Suriye, Irak ve İran için iş birlikçilik rolünü PKK/PYD ve DAEŞ ile bağlantılı terör örgütleri üstlenmişlerdir.

     Bölgeye demokrasi getirme ve bölgeyi kalkındırma söylemleriyle tanıtılan Genişletilmiş Orta Doğu Projesi gerçekte, terör örgütleri vasıtasıyla ABD ve Batı hedefleri doğrultusunda sınırların yeniden çizilmesi, İsrail’in korunması, büyütülmesi ve bölgenin yer altı ve üstü tüm değerlerinin kalıcı olarak sömürülmesidir. Dolayısıyla bölgemizde terör örgütleri kullanılarak üretilen kargaşa ve çatışmanın nedeni ABD öncülüğünde yürütülen GOP ve buna bağlı alt projelerdir. Geçmişte Şark politikasıyla Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve stratejik coğrafyalara hâkim olabilmek için Ermeni,Arap, Kürt, Süryani ve Nesturiler otonomi ve toprak vaatleriyle devlete karşı kışkırtılmışlardır. Böylece sonuçları günümüze kadar uzanan mensubu olduğu devlete ve topluma başkaldırma gibi tehlikeli bir gelenek oluşturulmuştur.Böylece altyapısı ve dinamikleri oluşturulan başkaldırma bilinci hedef toplumda yaygınlaştırılarak iş birlikçi unsurlar yetiştirilmiştir. Böylece yabancı ağına düşürülen iş birlikçi kadrolar kendilerinden sonraki yeni bölücü grupları üretmeye devam etmiştir. Bu yöntem 19. yüzyıldan itibaren yaygın biçimde kullanılarak devşirilen iş birlikçi kadroların sayıları giderek artmıştır. Bu şekilde devşirilmiş malum ailelerin çocukları yabancı istihbarat örgütlerinin hizmetinde yürütülen siyasi ve silahlı bölücü örgütlerin elebaşları olarak hizmetlerini sürdürmüşlerdir. Bu süreç PKK/PYD terör örgütünde daha aleni biçimde devam etmektedir.

     Ülkemize yönelik bölücü tehdidin büyümesinde ciddi etkileri bulunan söz konusu yabancı ağına düşürülmüş bölücü unsurlar, geçmişte Sykes-Picot gibi diğer paylaşım anlaşmalarına figüran olmuşlar,askerî ve politik nitelikli tüm saldırılarda da yardımcı unsurlar olarak kullanılmışlardır. Benzer şekilde 1917’de, İngiliz ajan provokatör Albay Maunsell’in1919 yılında ve Binbaşı Covbertin Neol ile Yüzbaşı Woolley’in ve diğer tüm yıkıcı bölücü,ajan provokatörlerin iş birlikçileri yine söz konusu devşirilmiş bölücü unsurlar olmuştur. İngilizlerin desteğiyle bölücülük faaliyetlerinde kilit roloynayan Kürdistan Teali Cemiyeti de aynı unsurlar tarafından kurulmuş ve faaliyette bulunmuştur. Ayrıca kendisini Kürtlerin temsilcisi gibi göstermeye çalışan ancak Kürtler tarafından sevilmeyen ve yıllarca Osmanlı Devleti’nin görevlisi olarak yurt dışında yaşamış Şerif Paşa da yabancı ağına düşmüş ve Ermeni Bogos Nubar Paşa birlikte hareket ederek İngiliz ve Fransızları ülkemiz aleyhine tahrik etmişlerdir. Batı kontrolüne girmiş söz konusu Kürtçü bölücü unsurların düşman lehine tutumları Lozan’da, İngilizlerin Musul Kerkük konusunda, Fransa’nın da Hatay konusunda direnmelerine ve ısrarlı bir tavır sergilemelerine neden olmuştur. İş birlikçi unsurlardan aldıkları destekle hasım tavırlarını daha da ileri götürerek ülkemizde Şeyh Sait ve Ağrı İsyanlarını tezgâhlamış ve desteklemişlerdir. Bu şekilde bölücü unsurların ülkemiz düşmanlarıyla kurdukları asimetrik ilişkiler Kürtçü bölücü örgütlerin gerçek durumlarını ve tüm geçmişlerinin doğrudan emperyalistlerle iş birliği tarihi olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır.

     Sonuç olarak ülke ve bölge tarihimize yönelik bölücü ve sömürgeci niyetlerin ve bu amaçla kullanılan iş birlikçi unsurların değişmediği görülmektedir. Bu durumda yüzyıl önce çizilen güney sınırlarımız günümüzde ABD ve Batılı güçler PKK/PYD ve DAEŞ gibi terörörgütlerini kullanarak yeniden çizmek istemektedir. Suriye ve Irak eksenli olarak ülkemizi bölmeyi hedef alan bu kalleş tuzağa karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti tepkisiz kalmayacağını Fırat Kalkanı Harekâtı’yla Azez- Cerablus ve Elbab’ı teröristleri temizleyerek ve oraya konuşlanarak göstermiştir. Son olarak da terör örgütünün merkez üs hâline getirdiği Afrin’e de Zeytin Dalı Harekâtı adıyla büyük çaplı harekât düzenleyerek ortaya koymuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahadaki bu kararlı uygulamaları ABD ve Batılı ülkelerin terör örgütlerini kullanarak yeni bir paylaşım planını gerçekleştiremeyeceklerini anlamalarına neden olacaktır.

2.Paylaşılan Suriye’de, Türkiye’nin Tarihî Sorumluluğu

     Türkiye güneyinde kurulan bu büyük tuzak karşısında tarihî sorumluluğunun bilincinde olarak politik tavrını sahada ve diplomaside net biçimde ortaya koymaya başlamıştır. Tehlikenin yöneldiği Suriyeve Irak sınırlarını aleyhimizde çizen İngiltere ve Fransa’nın temelini attığı sorunlar henüz tam olarak ortadan kalkmamışken, aynı sınırlar üzerinde ABD de tehlikeli bir operasyon yürütmektedir. Ancak bölgede koşullar değişmiştir. Dünyada ve bölgede yeni güç merkezleri ortaya çıkmış ve Türkiye güçlenmiştir. Bu koşullarda ABD’nin Türkiyesiz yeni bir Suriye, Irak ve bölge tasavvuru yapması artık mümkün görülmemektedir. Zira ABD yönetiminin Kuzey Irak denemeleri ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma girişimleri, Türkiye’nin uluslararası alanda yapmış olduğu diplomatik girişimler ve sahadaki güç uygulamalarıyla engellenmiştir.Öte yandan Suriye’de PKK/PYD ve DEAŞ terör örgütlerini kullanarak güney sınırlarımızda siyasi bir Kürtçü yapı oluşturma çabaları ise Fırat Kalkanı Harekâtı, İdlip’te gözlem noktaları oluşturması ve Zeytin Dalı Harekâtı’yla büyük ölçüde engellenmiştir. Türkiye’nin bu tür hamleleri ABD’nin bölgedeki Türkiye aleyhtarı politikalarını ciddi anlamda çıkmaza sokmuştur. Bu hamleler ABD için yeni bir durumdur. Bu durumda Türkiye’yi dikkate alan yeni bir plan yapması zorunlu hâle gelmiştir.

     Esasen sorunlar bu noktaya taşınmadan yıllar önce önlenmesinin ne kadar gerekli olduğu son hamlelerle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Birinci ve İkinci Körfez krizlerinde benzer hamleler ve harekâtlar yapılmış olsaydı, bugün Irak ve Suriye’de ülkemize karşı oluşturulan Kürtçü-bölücü yapıların isim ve esamisinin okunmayacağı ve bu denli büyük bir tehditle karşı karşıya kalmayacağımız açıktır. Türkiye’nin son dönemde hem diplomatik alanda hem de sahadaki kararlı çıkışlarından ve yapmış olduğu askerî harekâtların sonuçlarından açıkça anlaşılmaktadır. Artık bu coğrafyada giderek bağımsız kararlar üreten ve politikalar geliştiren Türk milleti yeniden tarihî misyonunu üstlenmiştir. Türkiye, hem bekası hem de sorumluluğu gereği bölgede vazgeçemeyeceği tarihî ve kültürel geçmişi olduğunu ve gelecekteki çıkarlarının tüm heybetiyle karşısında durduğunu yeniden fark etmiştir. Ayrıca ABD ve Batılı sömürgeci güçlerce desteklenen iş birlikçi terörist unsurların zulmü altında var olmaya çalışan soydaşlarımız ve dindaşlarımızın Türk milletinden yardım beklentileri her geçen gün daha da aciliyet arz eden bir duruma gelmiştir.

     Baskı ve zulümle işgal edilmeye çalışılan bu coğrafya. 7. yüzyıldan itibaren Türklerin gelip yerleştiği ve üzerinde devletler kurduğu bir vatan coğrafyasıdır. Bu coğrafyaya 8. yüzyılda Abbasi Halifesi Mutasım döneminde Türk yerleşimi devam etmiştir.[5] Bu topraklarda 9. yüzyılda Tolunoğlu Türk Devleti ve 10. yüzyılda İhşidiler Türk Devleti hâkimiyeti yaşanmıştır. [6]Bu hâkimiyet Karahanlıların batı kolu hükümdarı I. Tabgaç Han’ın (1058-1068) oğlu Harun tarafından sürdürülmüştür. Önce bugünkü Kuzey Suriye’de hâkim olan Harun, Ağustos 1065 tarihinde Halep’i de ele geçirmiştir.[7].11.yüzyıldan itibaren ise kitleler hâlinde bölgeye Türk göçleri olmuştur.Özellikle Büyük Selçuklular tarafından buraya yerleştirilen Türklerin yanı sıra Moğolların saldırılarının önünden kaçan 100.000 Türk’ün, daha sonra Osmanlılar zamanında Bağdat yolunu korumak için bölgeye yerleştirilen Türkler ile Şahİsmail’in Meraga’dan, Nadir Şah’ın Azerbaycan’dan getirdiği Türkler bölgeye yerleştirilmiştir. Dolayısıyla bölgede Osmanlı idaresinden çok önce yerleşmiş Türkler ve Türkler tarafından kurulmuş devletler bulunmaktadır. Bu coğrafyada son bin yıldan beri bölgede Türklerden başka hâkim, yönetici güç yoktur.

     9 ve 10. yüzyıllarda Mısır ve Suriye’ye hâkim olan güçler ise Tulunoğulları ve İhşidî Türk hanedanlıklarıdır. 11.yüzyıldan itibaren Anadolu’nun fethinden önce Irak, Suriye ve Filistin’den Yemen’e kadar olan bölgenin hâkimi, Selçuklulardır. Ardından Mısır’dan Irak’a kadar hâkim olan Eyyübîlerdir. Mısır merkez olmak üzere, Kuzey Afrika’nın ortaları,Filistin, Suriye ve Güney Anadolu, Hicaz, Doğu Akdeniz ile Kızıldeniz’e kadar bölgenin hâkimi Türk hanedanı olan Memluklu Türk devletidir.

     Bölgedeki Tulunoğulları, İhşidleri ve Eyyübîlerden sonra Türk hâkimiyeti, Osmanlı Devleti ile daha da genişleyerek devam etmiştir. 1516 yılından itibaren Arap ülkelerine yayılan Osmanlı hâkimiyeti yüzyılın ilk yarısında Trablusgarp ve Yemen’in Osmanlı himayesine girmesi ile Osmanlı Devleti’nin güney sınırları Basra Körfezi’nden Fas’a, Yemen ve Habeş’e kadar uzanmıştır. Böylece Asya, Avrupa ve Afrika olmak üzere üç kıta üzerinde geniş bir coğrafyaya hâkim olan Osmanlı Devleti, yönetimi altında bulundurduğu yerleşim alanlarında merkezle ilişkisine ve konumuna göre yönetim sistemi uygulamıştır. Bu bölgeler için “tımar sistemi”ni uygulamak suretiyle merkezî bir yapı kurmuştur. Bu sistem Misakı millî’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “üniter/merkezî” yapılanmasını da şekillendirmiştir. Çünkü Misakımillî ile hedeflenen millî vatan sınırları da Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaştığı sınırlar da Osmanlı mirî rejimi ile yönetilen bölgelerdir.

      Irak’ta Musul vilayeti, Deyr-i Zor Müstakil Sancağı ve Suriye’de Halep vilayeti Osmanlı miri arazî rejimi ile yönetilmiştir. Kudüs ve çevresi ise 1564-1578 yıllarında Şam Beylerbeyliğine bağlıdır.  Osmanlı idari ve iktisadi yönetimi de esas itibarıyla mirî rejimdir. Mirî rejim; devletin fiilen tam anlamıyla hâkim olduğu bölgelerdir. Bir bölgede devlet hâkimiyetinin varlığını gösteren en önemli unsurlar da devletin o bölgeden asker çıkarması, vergi alması ve oraya merkezî hâkim kültürünü ikame etmesidir.

     Mirî rejiminin sınırlarını belirleyen en önemli faktör, tabii coğrafyadır. Anadolu’nun tabii coğrafyasının uzandığı sınırları, Osmanlı mirî rejiminin sınırlarıdır. Bu sınırlar; güneyde Şam’dan başlayarak Suriye Çölü’nü hariçte bırakarak Rakka üzerinden güneydoğuya doğru uzanarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alıp, kuzeye doğru Tebriz’den Kafkas Dağları’nın batısından Revan üzerinden Batum’a ulaşır. Bağdat, bazen mirî rejime dâhil edilmiş, bazen de salyaneli olmuştur, Rumeli tarafında ise Tuna Nehri tabii sınırdır. Tuna’nın güney vilayetleri, bugünkü Bulgaristan, Makedonya,Kosova, Sancak ve Arnavutluk üzerinden Adriyatik Denizi’ne ulaşır. Kuzey Yunanistan dâhil, Saros Körfezi’nden Oniki Adalar, Rodos ve Kıbrıs üzerinden tekrar Şam’a ulaşır. Osmanlı Devleti’nin gerçek hâkimiyetinin uzandığı sınırlar bu sınırlardır. Çünkü hâkimiyetin en önemli göstergesi olan tımar rejimi bu bölgelerde uygulanmıştır. Yani bubölgelerden asker çıkarılmıştır, vergi alınmıştır, bu bölgelere merkezî hâkim kültür ikame edilmiştir.

     Coğrafî bütünlüğün bir neticesi olarak,tarih boyunca Şam-Bağdat hattının kuzeyinde kalan bölgenin kaderi daima Anadolu’nun kaderiyle birlikte olmuştur. Bu vilayetlerin Anadolu’daki vilayetlerden hiçbir farkı olmayan yerleşim alanlarıdır. Şam’a kadar olan bölgede Lübnan’ın dağlık kesimi hariç, tımar sistemi uygulanmıştır. Tımara dâhil olan Kuzey Suriye ve Kuzey Irak halkı, Anadolu ile bütünleşmiştir. Yıllar boyunca ya askerlik yapmış veya resmî bir görevde bulunmuştur. Aynı zamanda bu bölgeler Türkçenin yoğun olarak konuşulduğu yerlerdir. Mirî rejime dâhil bu bölgeler tam anlamıyla merkezî idarenin kontrolündedir. Suriye’nin çeşitli kazalarından,Halep, Süleymaniye ve Musul’dan, tarihî süreçte devletin yaptığı savaşlara pekçok asker katılmıştır. Nihayet, Türk Millî Mücadele’si, Osmanlı mirî rejiminin sınırları içinde gelişmiş, yoğunlaşmış ve kazanılmıştır. [8] Kudüs ve Ürdün’de de tımar görülmekte ise de bu tımarlar daha çok hizmet tımarları olup askerî nitelikli değildir.

     Türklerin yaşadığı vatanın sınırlarını belirleyen Misakı millî ile ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa 3 Kasım 1918 tarihinde 2 ve 7. Ordulara gönderdiği emirde “Suriye hududu Suriye vilayetinin kuzey hududu telakki edilmelidir. Bu hudut Lazkiye kuzeyinden Hanşeyhun güneyinden geçerek doğuya doğru uzanır.”, “İskenderun,Antakya, Cebel Seman, Kilis havalisinin Türklerle meskûn olduğu ve Halep havalisinin ¾’ünün Arapça konuşan Türkler olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu esas ittihaz edilmelidir.”[9] Sözleriyle  bölgenin Türk vatanının bir parçası olması gerektiğini vurgulamıştır.[10]Ayrıca,Misakımillî ile şu hususları vurgulamıştır: “Mütareke akdolunduğu (imzalandığı)gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu hudut İskenderun Körfezi cenubundan (güneyinden) Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Carablus Köprüsü cenubundan (güneyinden) Fırat Nehri’ne mülaki olur (kavuşur).Oradan Deyr-i Zor’a iner; badehu şarka temdit edilerek (ondan sonra doğuya uzatılarak) Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtiva eder (içine alır). Bu hudut ordumuz tarafından silahla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürtanasırıyla meskûn aksam-ı vatanımızı tahdit eder (Türk ve Kürt unsurlarının yerleşik olduğu vatanımızın parçalarını sınırlandırır). Bunun cenup aksamında(güney kısımlarında) Arapça mütekellim (konuşan) dindaşlarımız vardır. Bu hudut dâhilinde kalan aksam-ı memalikimiz (ülkemizin parçaları) camiya-yı Osmaniye’den (Osmanlı topluluğundan) lâyenfek bir kül (ayrılmaz bir bütün)olarak kabul edilmiştir… İtilaf Devletleri’nden ihtimal bazısı henüz menafi-i hususiyesini (özel menfaatlerini) temin etmek için milletten başka bir yerde nokta-i istinat (dayanak noktası) arıyor. Millet vahdet (birlik) ve azmindesebat ettikçe bu gibilerin de hakikati kabul edeceklerinde şüphe yoktur. Şimdilazım olan milletimizin sebatkârane bir surette azminde devam etmesi ve İstanbul’da kariben (yakında) toplanacak mebuslarımızın vazife-yi teşriiyelerini(yasama görevlerini) bi hakkın ifa edebilmesidir… ”[11] Belirtilen sınırlar Misakımillî Osmanlı Meclis-i Mebusanının 28 Ocak 1920 tarihli oturumunda kabul edilmiştir.[12]Bu sınırlar 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı zamanki“fiilî” sınırlarımızdır. Mustafa Kemal Paşa, Musul ve Halep vilayetlerini de içerisine alan bu sınırlarla ilgili olarak; Osmanlı (Türk) İslam çoğunluğunun yaşadığı ve Osmanlı topluluğundan ayrılmaz bir bütün olarak ifade etmiştir. Mirîrejimle yani tam hâkimiyetle yönetilen Bağdat, Basra ve Musul vilayetlerinden oluşan Irak, Halep, Suriye ve Beyrut vilayetlerinden oluşan Suriye Misakı millîsınırları içerisinde yer alan bölgelerdir. Bölgenin tarihî geçmişini, kültürel ve siyasi yapısını dikkate almadan bölgeyi paylaşan İngiltere Irak’ta,Fransa’da Suriye’de manda yönetimleri oluşturmuşlardır.[13] Dolayısıyla zorla ülkemizden koparılan Misakımillî sınırlarımızın unutulması ve vazgeçilmesi mümkün değildir. Geçmişte bu sınırlardan yöneltilen İngiliz ve Fransız saldırılarına nasıl kaşı konuldu ise, günümüzde de ABD ve Batılı ülkelerin birlikte PKK/PYD ve uzantısı terör örgütlerini kullanarak yaptığı saldırılara daha büyük dirençle karşı koymaktadır. Bölgemizi demografik ve jeopolitik olarak yeniden düzenlemeyi hedef alan butür stratejik saldırılar karşısında Türkiye tarihî sorumluluğunu hatırlayarak, yeniden tüm gücüyle bölgeye yönelmek zorunda kalmıştır.

3.Manda Yönetimin Demografik ve Jeopolitik Düzenlemelerle Örgütlediği Bölücü Tehdit

     Sevr Antlaşması’nın mimarlarından İngiltere,Fransa ve İtalya sınırlarımızdan çıkarılmış ancak sınırlarımızın hemen bitişiğinde İngiltere Irak’a ve Fransa da Suriye’ye, mandacı devlet olarak yerleşmiştir. İtalya’da Oniki Ada ve Rodos’ta komşumuz olmuştur.[14]Sevr hevesleri henüz bitmemiş olan söz konusu ülkelerden Fransa bu coğrafyada manda sisteminin devamını sağlayacak ve Türkiye’yi hedef alan manda sistemi/sömürgeci yapılar oluşturmuştur. Öncelikle Türkiye’den kaçan bölücü gruplara uygun üsalanları oluşturduktan sonra bu yapıları örgütleyerek Türkiye yönelik bölücü faaliyetlerde ve isyanlarda kullanmıştır. Bu şekilde temeli Fransız manda yönetimi tarafından atılan Kürtçü-bölücü terörist yapıların uzantıları hâlen terör üretmeye devam etmektedir.

     Fransız manda yönetimi ve oluşturduğu bölücü unsurların saldırıları sadece Türkiye ile kalmamış ve Suriye’de yaşayan Türklere de ağır baskılar uygulanmıştır. Fransızların baskılarına karşı Suriye’deki Türkmenler 1918-1922 yılları arasında Şam, Halep, Humus, Lazkiye,Trablusşam, Kuneytra, Baalbek illeri Kilis Kuvayı milliye’sine bağlı olarak,Hassa, Reyhaniye, Beylan ve Menbiç kasabalarında Kuvayı milliye adına teşkilatlanarak mücadele etmişlerdir. Ancak Fransız emperyalizminin ağır baskıları nedeniyle,bu mücadele başarısız olmuş ve manda yönetiminin oluşmasıyla birlikte Türkmenlerin üzerindeki baskılar daha da artmıştır.

      Anadolu’da Millî Mücadele hareketinin fiilen başlamasıyla birlikte, sömürgeci Fransız ve İngiliz güçleri tarafında kullanılan iş birlikçi bölücü unsurlar Suriye ve Irak’a kaçarak manda yönetimlerin emirleri altında bölücü faaliyetlerini Suriye ve Irak’ta sürdürmüşlerdir. 1919 yılından itibaren ve Kürtçü-bölücü unsurların merkezi hâline gelen Suriye,Nisan 1920’de San Remo’da Fransa mandasına bırakılmasıyla[15]Türkiye için daha çok tehdit olamaya başlamıştır. Bu arada 1921 yılında Türkiyeve Fransa arasında yapılan Ankara Anlaşması’yla Türkiye-Suriye sınırı belirlenmişve bu anlaşmayla birlikte Osmanlı vatandaşı olan Türkmenler ve Kürtler ile diğer unsurlar Suriye sınırları içerisinde kalmıştır. Anlaşmanın yapıldığı dönemde Kürt ve Türkmenler çoğunlukla sınırlarımız ve sınırlarımıza yakın bölgelerde yaşamaktaydılar. Bu demografik yapı nedeniyle sınırlarımızdaki akrabalık bağları hâlen devam etmektedir.

     Kürt ve Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı köy ve ilçelerin Suriye sınırında yer almasının en önemli nedeni, Gaziantep’ten Nusaybin’e uzanan demir yolunun sınır olarak tespit edilmiş olmasıdır. Sınırın belirlenmesi sırasında Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır savaş koşulları, sınır düzenlemelerinin Fransa lehine olabilecek şekilde çizilmesine neden olmuştur.Sınırların oluşturulmasında; tarihî, kültürel ve demografik yapıdan ziyade Fransa’nın hâkimiyet sahasını genişletme isteği etkili olmuştur. Ayrıca bu konuda Kamışlı yakınındaki Ramelan petrol yatakları da önemli rol oynamıştır.

Syria Ethnic Map; Turkmen population density in Syria. (Map)

 

     Suriye’de Türkmen yerleşim merkezleri harita[16]üzerinde de görüldüğü gibi genelde Suriye’nin kuzeybatı kısmında, Kürt yerleşim birimleri ise kuzeydoğu kısmında yoğunluk göstermektedirler. Halep ve Lazkiye başta olmak üzere iki ana bölgede yaşayan Türkmenler ve Kürtler 1945’ten sonra Türkiye’ye toplu olarak göç etmişlerdir. Hâlen Lazkiye merkezi ve civarında toplam 265 Türk köyü bulunmaktadır.[17]“Suriye Türkmenlerinin çoğunluğunu Akçakoyunlu, Baraklar ve Bayır-Bucak Türkleri oluşturmaktadır. Suriye'nin Akdeniz kıyılarında, başta Lazkiye şehir merkezi olmak üzere Basit, Bayır, Behlüliye, Kesap nahiye ve köylerinde; Halep şehir merkezi, Kürtdağı, Cerablus, Mümbiç, Musabeyli, Azez nahiyeleri ve yörelerinde,ayrıca Humus merkezinde Türkmenler yaşamaktadır. Suriye hükûmeti, Türkçe yer adlarını Arapçaya çevirmiştir. İsabeğli "İseviye", Kabamazı"Belutiye", Tırınca "ümitüyur",Karınca "Behlüliye" olmuştur.

     Manda yönetimi altında bulunan Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerler Halep iline bağlı Afrin ve Mürşitpınar/Aynel Arap/Kobani[18]ilçeleri ile Haseke iline bağlı (Cezire bölgesi), Amude, Dırbesiye, Tırbesipi, Kamışlı ve Malikiye (Derik) ilçeleridir. Belirtilen üç bölgede yoğunlaşan Kürt nüfus oranı ile ilgili Kürtçü sitelerde gerçekle ilgisi olmayan abartılı rakamlar verilmektedir. Suriye’de Kürtlerin sayısıyla ilgili genel kanaat bir buçuk milyon civarında olduğu yönündedir. Kürtler Suriye’de yerleşik olanlarla sonradan yerleşenler olmak üzere iki grupta değerlendirilmektedir. İkinci grup,Türkiye’de Ağrı ve Dersim Ayaklanmalarından sonra Türkiye’den Suriye’ye göceden ayrılıkçı unsurlardan oluşmaktadır. Bu unsurların büyük çoğunluğu Halep, Rakkave Haseke vilayetine yerleşmişlerdir. Türkiye’den göç edenlerinde tamamının Kürt olmadığı bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla Kürt nüfusuna ilişkin verilen rakamlar tartışmalı rakamlardır. Bu rakamlar yeniden değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.

     Öte yandan bölücü unsurların yerleştirildiği alanlarda yaşayan Türkmenler yapılan baskılar nedeniyle ya Türkiye’ye ya da Suriye içinde değişik yerleşim bölgelerine göçe zorlanarak, bu bölgelerde Türkmen nüfus yoğunluğu azaltılırken, Kürtçü-bölücü nüfus ile Arap nüfusu artırılmıştır. Bu tür uygulamalar toplumları yönlendirmeye ve yönetmeye yönelikbilinen bilinçli demografik düzenlemelerdir. Bu nedenle Fransız, İngiliz ve diğer batılı güçler ile onların güdümünde yapılan nüfus istatistikleriyle Arap ve Kürt nüfusu yüksek gösteren; buna karşılık Türk nüfusu hep az gösteren politikalar izlenerek, Suriye’de Türklerin az olduğu algısı oluşturulmuştur. Bu algı inşası sadece Suriye için değil, Irak, İran ve Türklerin yaşadığı her yer için hatta ebedî yurdumuz Türkiye içinde benzer hezeyanlar dile getirilmiştir. Dolayısıyla yabancı kaynak ve bağlantılı merkezlerce algı oluşturmaya yönelik verilen nüfus istatistiklerine karşı daima temkinli yaklaşılması gerekmektedir. Ayrıca, Suriye’de Esat rejiminin Türk kimliğini reddetmesi ve onları Arap kabul etmesinden dolayı Türk nüfusunun az gösterildiği de bir hakikattir. Kırsalda yaşayan Türkmenler mensubiyet bilincini korurken şehirli Türkmenlerin Araplaştığını da unutmamak gerekmektedir. Esasen Suriye’deki Türk nüfusuna ilişkin veriler rakamlar, bin yıldan daha uzun bir zaman bu coğrafyada yaşamış ve asırlarca hâkimiyet kurmuş Türklerin gerçek varlığı ile çelişmektedir.

     Orta Doğu Araştırmalar Merkezi-ORSAM raporlarına göre Suriye’de 1.5 milyon Türkçe konuşan, 2 milyon da asimile olmuş yani Türkçe konuşmak yerine Arapça konuşan ancak Türk olduğunun farkında olan 3,5 milyon civarında Türk yaşamaktadır. Neredeyse bu nüfus yok sayılmaktadır. Türk nüfusunu her yerde az gösterme yaklaşımı Batı’nın ve Batı güdümünde çalışanların çok bilinen taktiklerinden biridir. Diğer taraftan Türkler, Arap,Kürt ve Şialar olmak üzere üç etnik-mezhepsel grubun kuşatması ve çok boyutlu baskısı altındadır.[19]Arap kaynaklarına göre Kürt nüfusu %5 olarak belirtilmektedir. CIA kaynakları ise Araplar dışında Suriye nüfusunun %9.7’sini Kürtler, Türkmenler, Çerkezler,Ermeniler ve Süryanilerin oluşturduğu ifade edilmektedir.[20] Bu demografik dağılımda Müslümanlar %90’lık bir oranla büyük çoğunluğu oluşturmaktadır.Bunun % 68’i Sünni Müslüman [21]ve %12-13’ü Nusayridir. Bu oran, Dürzîler ve İsmailiyye gibi Şii gruplarla birlikte %20’lere yaklaşmaktadır. Rum Ortodokslar, Rum Katolikler, Katolikler Ermeniler, Süryani Ortodokslar, Süryani Katolikler, Marunîler, Keldaniler ve Protestanlardan oluşan Hristiyanların oranı ise %10 civarındadır.[22]

     Suriye'de yaşayan Türkmenlerin nüfusu hakkında Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Semir Hafız’ın verdiği rakamlara göre Halep’in kuzeyinde yer alan bölgede yaklaşık1.000.000, Humus çevresinde 700.000, Lazkiye çevresinde 270.000, Rakka ve çevresinde 40.000, Haseki’de 40.000, Golan Tepelerinde 150.000 ve Şam’da 50.000 civarında Türkmen yaşamaktadır.[23]Verilen bu rakamların dışında yapılan başka çalışmalarda elde edilen rakamlarda bulunmaktadır. Belirtilen kaynaklardan ve saha çalışmalarından elde edilen bilgilere göre günümüzde Suriye Türkmenleri nüfusunun vilayetlere göre dağılımı şu şekildedir: Şam(460.000), Halep (975.000),Hama (350.000), Humus (835.000), Lazkiye (385.000), Tartus (50.000), Rakka(120.000), İdlip (25000), Deraa (75.000), Kuneytra (50.000) ve diğeryerleşim yerlerinde (175.000) olmak üzere 3.500.000 Türkmen yaşamaktadır. Bu rakamlara Araplaşmış ancak Türk olduklarının bilincinde olan nüfus da dâhildir.

     Büyük bir nüfusa sahip olan Suriye Türklerinin dezavantajlarından biri dağınık bir coğrafyada yaşamalarıdır. Ayrıca Suriye Türkleri Fransa’nın işgali ve sonraki dönemlerde Türkiye’nin uzantısı olarak görülmeleri nedeniyle sistemli olarak baskıya tabi tutulmuşlar ve siyasallaşmalarına izin verilmemiştir. Suriye Türklerinin kimliğini ve hafızasını yaşatacak sadece1922’de başlayıp 1937 yılına kadar Türkçe olarak yayımlanan "Doğru Yol" ve "Vahdet" isimli dergiden başka herhangi bir yayın faaliyetine izin verilmemiştir. Ayrıca Suriye’de Türkmenleri bir arada tutan herhangi bir teşkilatları da bulunmamaktadır. Suriye’deki Türklerin tümünü temsil edecek bir teşkilatın kurulmasına Esad rejimi izin vermemiştir. Diğer taraftan kültürel hakların verilmemesi, dernek kurma veya sosyal faaliyetler organize etme, millî günlerini kutlama ve kendi düğünlerinde Türkçe türkü söylemeleri gibi Türk varlığını ayakta tutacak etkinlikler, çoğu bölgelerde yasaklanmıştır. Okula giden ve Arap eğitim sistemine giren bir gencin Araplaşması kaçınılmaz hâle gelmiştir. Şehirli Türkmenler sistemle bütünleşmiş ve dillerini unutmuşlardır. Türkmenler arasında siyasal milliyetçilik gelişmemiştir. Çoğunlukla hem gelir durumları ve hem de eğitim durumları düşük sayılabilecek düzeydedir. Şehirde ve kırsalda yaşayan Türkmenlerin ortak noktası eğitim seviyeleri ve okuma-yazma oranının düşük olmasıdır. Suriye’de son halk ayaklanması ile birlikte uyanışa geçen Türkmen milliyetçiliği görülmektedir. Bu süreçte haklarını aramak, Suriye toplumu içinde benliklerini bulma ve varlıklarını ispat etme mücadelesi içerisine girmişlerdir. Arap Baharı olayları ile başlayan Suriye iç savaşının ardından Türkmenler, Suriye Demokratik Türkmen Hareketini ve Suriye Türkmen ordusunu tek bir çatı altında toplamışlardır. Böylece Halep, Humus, Hama, Lazkiye, Golan Tepeleri, Şam, Darave İdlib gibi önemli şehirlerde ve bu şehirlere bağlı köylerde yaşayan Türkmenler varlıklarını ortaya koyan yeni bir mücadele dönemine girmişlerdir.[24]Yeni gelişen bu mücadele Suriye’den ülkemize yönelen bölücü tehdidin kaynağında yok edilmesini sağlayacak bir sürece ve oluşuma evrilmesi güney sınırlarımızın güvenliği açısında hayati derecede önem taşımaktadır.

4.Suriye’de Türkiye’ye Yönelik Kurulan İlk Kürtçü Örgütlenme Hoybun

     Lozan Antlaşması sonrasında mandater devlet statüsü ile Suriye’ye yerleşen Fransa, bu coğrafyayı ülkemiz aleyhine bölücü faaliyetlerin örgütlendiği, desteklendiği ve eylemlere yöneltildiği bir tehdit merkezi hâline getirmiştir. Fransa mandater olduğu 1921-1946 yılları arasında yerleşik Kürtçü unsurlarla birlikte, Türkiye’de yasadışı faaliyetlerine deniyle Suriye’ye kaçan asilere yerleşim imkânı sağlamış ve bu grupları örgütleyerek Türkiye aleyhinde kullanmıştır.

     Manda yönetimi tarafından ülkemiz aleyhinde örgütlenen gruplar arasında; Ali Galip olayına katılanlar, Milli aşireti ayaklanmasının elebaşları, Millî Mücadele Dönemi’nde düşmanla iş birliği yapanlar,Şeyh Said İsyanı’na katılanlar, İngilizlerin yönlendirmesiyle yasadışı bölücü faaliyetlerde bulunanlar, bölücü Azadi örgütü kadroları ve 150’likler olarak bilinen gruplar yer almaktadır. Ayrıca İngilizlerle iş birliği yapan Kürt Teali Cemiyeti mensupları, bölücü faaliyetlerin yönlendiricisi Mehmet Emin Ali Bedirhan ve İngiliz Ajanı Neol ile birlikte önde gelen asi elebaşları Suriye’de ülkemiz aleyhinde bölücü faaliyetlerde kullanılmışlardır.

     Bölgede varlığının devamını böl yönet ve kaosa sürükle taktiği üzerine kuran Fransız manda yönetimi bir taraftan söz konusu bölücü unsurları ülkemiz aleyhinde kullanırken diğer taraftan, Suriye’deki hâkimiyetini güçlendirmek ve Suriye toplumunu oluşturan unsurları bölerek yönetmek için etnik ve mezhepsel ayırımcılık politikası izlemiştir. Bu politikayla çoğunluğu oluşturan Sünni Arapların gücünü kırmak ve etkisizleştirebilmek için Nusayrilere, Marunîlere ve Dürzîlere özerklik vermiştir.[25]Kürtlere ise özerklik vermezken Kürtçü unsurları Türkiye’ye karşı kullanmak için sınırsız destek sağlamıştır. Ayrıca bölücü faaliyetlere ivme kazandırmak ve güçlendirmek için Kürtçü unsurları Taşnak Ermenileriyle iş birliği yapmaya teşvik etmiştir.

     Böylece ilk defa Kürtçü unsurların düşmanları olarak değerlendirdikleri unsurlarla bir araya gelerek örgütlü bir gücü hayata geçirmesi, günümüz Kürtçülüğünün altyapısı oluşturan Hoybun adıyla silahlı ve siyasal tehdit organizasyonun kuruluşunu sağlamıştır. Dönemin en büyük terör örgütlerinden biri olan Hoybun örgütü fikri, Fransız ve İngiliz yetkililerin işbirliğiyle şekillenmiştir.

     Ağrı İsyanlarını kurgulayacak, örgütleyecek ve destekleyecek kadar tehlikeli bir güce ulaşan Hoybun örgütünün kuruluşu; Fransızve İngilizlerin zorlamaları sonucu 1927 yılında Suriye’de, “Kürt Teali Cemiyeti”,“Kürt Teşkilatı İçtimaiye”, “Kürt Millet Fırkası” ve “Kürt Millî Birliği”adlarını taşıyan Kürtçü örgüt temsilcilerinin “Kürt Kurultayı” adıyla yapmış olduğu toplantıda kararlaştırılmıştır. Kürt-Ermeni iş birliğine dayalı Hoybun çatı örgütünün fikirsel temelinin atıldığı ve kuruluş kararı alındığı toplantının akabinde Celadet ve Kamuran Bedirhan kardeşler ile Taşnak mensubu Ermeni VahanPapazyan’ın öncülüğünde[26]1927 yılında Lübnan’ın Bihamedun kasabasında Hoybun isimli örgütün kuruluşu gerçekleştirilmiştir.

     Birinci Dünya savaşı sonrasında İngilizlerle iş birliği yapan asi Kürtçülerle, Ermeni Taşnak mensuplarının birlikte kurduğu Hoybun isimli örgüt,[27]Kürtçe“benlik” anlamına, Hoybon kelimesiyle, Ermenice “Ermeni yurdu” anlamına gelen.Haypun kelimesinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Böylece sömürge gücü birbirlerine zıt iki ayrı düşman bölücü grubu kendi değerleriyle birleştirerek emperyalizme hizmet eden “mütemmim cüz” hâline getirmiştir. Bu yönüyle de Suriye’de PKK/PYD ile DAEŞ terörörgütlerine örnek olmuştur.

     Kuruluşu gerçekleştirilen Hoybun örgütünün amacının; “Türk Kürdistan’ının bağımsızlığı” ve Türklerin dışında hiçbir millet ve devlet aleyhinde çalışılmaması” olduğu açıklanmıştır. Doğrudan Türkiye’yi hedef alan ve tüm Kürtçü unsurların bileşenleri ile Taşnak Ermenilerinin katılımıyla oluşturulan ilk büyük bölücü tehdit ortaya çıkmıştır. Örgütünün kuruluş fikri dâhil, tüm aşamaları İngiliz görevliler tarafından takip edilmiş ve desteklenmiştir. İngiliz Irak Olağanüstü Komiser Yardımcısı Edmonds’un organize ettiği ilk toplantı Şubat 1927’de İngilizler tarafından Revandiz Kaymakamlığına getirilen İngiliz iş birlikçisi Seyyit Taha’nın evinde yapılmıştır. Üçüncü toplantıya Yüzbaşı Modfold da katılmıştır. İngiltere ve Fransa Taşnak Ermenileri ile Hoybun Kürtçülerini bir araya getirerek Lozan’dan sonra Sevr’i yeniden hayata geçirme hayaliyle Türkiye’ye karşı âdeta savaş kararı almıştır.

     Alınan kararlar arasında; Türkiye’de çıkarılacak bir isyanda: İngilizlerin, Kürtçü asilere para ve silah yardımı yapması, Nasturilerin, Kürt kıyafetleri giyerek isyana katılması ve hazırlıklar tamamlandıktan sonra harekete geçilerek isyanın Şemdinli ve Yüksekova’dan başlaması ve Van’ın ele geçirilmesi hususları yer almıştır.[28]Anlaşmayı Ermeni Taşnak örgütü adına tam yetkili olarak Vahan Papazyan ile Kürtçü unsurlar adına örgütün merkez komitesi üyeleri imzalamıştır.[29]

 

     Örgüt bir taraftan isyan hazırlıkları yaparken diğer taraftan propaganda faaliyetlerini yürütmek için Fransız ve Ermenilerin yardımıyla bölücü örgüt elebaşlarından Kamuran ve Celadet Bedirhan kardeşler Şam ve Beyrut’ta Havar/Feryat, Ronahi/Aydınlık, Roja Nu/Yenigün isimli dergileri yayımlamış ve bir Fransız akademisyen tarafından Latince Kürtçe alfabe hazırlanmıştır. Fransız manda yöneticilerinin desteğiyle yapılan yayınlar ve yürütülen siyasi faaliyetler başta ülkemiz olmak üzere Suriye, Irakve İran’da Kürtçülük faaliyetlerinin yaygınlık kazanmasına ve siyasallaşmasına zemin hazırlamıştır. İngiliz ve Fransız bölge görevlileri ile Ermeni Taşnak örgütünün her türlü desteği verdiği Hoybun örgütü yaptığı yayın ve propaganda faaliyetlerinin yanı sıra eylem faaliyetlerine yönelmiş ve bu kapsamda Ağrı İsyanı’nı kurgulamış, yönetmiş ve isyana her türlü desteği sağlamıştır. Örgüt ayrıca Atatürk’e suikast yapmayı planlayacak kadar tehdit seviyesini yükseltmiştir.[30]

     Fransa manda yönetimi Türkiye’ye yönelik bölücü tehdidini sadece Hoybun örgütü ile sınırlı tutmamış çok sayıda farklı grubu örgütleyerek ülkemiz aleyhinde kullanmıştır. Fransa’nın Suriye’den yönelttiği tehditle ilgili olarak Başbakan İsmet İnönü, Atatürk’e Sunduğu “Şark Seyahati Raporu-1935” başlıklı raporunda; Suriye hududunda Fransa bizimle mücadele hâlindedir. Suriye hududunda Kürtçü-bölücü, Ermeni, Nasturi ve diğer bölücü haydut çetelerinden “Düşman Anasır Perdesi” oluşturulmuştur. Suriye kaçakçılığı siyasi bir silah olarak kullanmakta ve ”Fransız istihbarat subayları her yerde istedikleri anda Kürtçü-bölücü unsurları çeteler hâlinde memleketimize saldırtma gücündedir”[31] şeklinde tespitlerde bulunmuştur. Çok manidardır ki günümüzde ABD benzer yönetimi kullanmaktadır. Dolayısıyla bu rapor terör örgütleri kullanılarak geliştirilen saldırı modelinin geçmişte uygulamaya konulduğunu ortaya koyan önemli bir bilgiyi bizlere sunmaktadır.

     Suriye’den yönelen tehditlerle ilgili olarak Diyarbakır’da birinci genel müfettiş olarak görev yapan Abidin Özmen,1936 yılında hükûmete sunduğu raporda da önemli bilgiler yer almaktadır. Söz konusu raporda; Suriye’de gerek yerleşik, gerekse Türkiye’den kaçan asilerin ortak amaçları açıklanmış ve Türkiye aleyhinde kurulmuş olan Kürtçü-bölücü örgütler şu şekilde sıralanmıştır: “Hoybun”, “Kürt İttihat”, “Halaskaranı Kürt”, “Kürtçe Konuşan  İslam ve Hristiyan”, “Kürt Teavün”, “Kürt Fukara perver”, “Kürt Dilini Tamim” ve “Kürt-Nasturi Birliği”adlı Kürtçü örgütlerin yanında Taşnak ve Hoybunculara müzahir Süryani isimli örgütlerin bulunduğunu ve adı geçen örgütlerin Türkiye’nin başka bir ülke ile savaşa girmesi durumunda, Türkiye’ye saldırmak ve içeride ayaklanma başlatmak amacıyla hazır beklediklerini belirtmiştir.[32]

 

     Raporda açıkça işaret edildiği gibi Ağrı İsyanı Suriye’de planlanmış ve merkezi Şam’da bulunan Hoybun örgütü tarafından yürütülmüş ve desteklenmiştir. Suriye’deki bölücü örgütlerin tehdit durumunun artmasıyla ilgili olarak İsmet İnönü Tunceli Olaylarının ardından 1937 yılında yapmış olduğu bir değerlendirmede; doğudaki siyasi şekavetlerin ve kargaşanın önemli kaynağının Suriye hududu olduğunu ifade etmiştir.[33] Fransa’nın mandası altında bulunan Suriye’deki bölücü örgütlerin ülkemize yönelik oluşturduğu tehdit, 17 Mayıs 1937 tarihli İngiliz raporlarına da yansımış veTürk hükûmetinin Suriye sınırından ve Dersim’den kaygı duyduğunu, eşkıyaların Suriye’den ve Irak’tan gelmiş olabileceğini, ayrıca çetelerin Dersim Olayları nedeniyle Suriye tarafından kışkırtılmış olabileceğini ve Hatay sorunu halledilinceye kadar bu tehdidin devam edeceği değerlendirmesi yapılmıştır.[34] Belirtildiği gibi Fransa mandası altında bulundurduğu Suriye’yi günümüze kadar uzanan bölücülük faaliyetlerinin ve örgütlerin merkezi hâline getirmiştir. Hoybun terör örgütü Suriye’den ülkemize yönelik olarak faaliyete geçirilen ilk Kürtçü-bölücü örgütlerinden birisidir. Kurgusu Batılı güçlerin emperyalist zihniyetleriyle yapılmış,paraları ve maddi ve moral destekleriyle hayata geçirilmiş bu proje örgütün temeliderinlere dayanmaktadır. Günümüzde güney sınırlarımızdan terörist saldırılar şeklinde yürümeye devam eden bu proje, ABD ve Batılı güçlerin Suriye’den ülkemize yönelttikleri saldırıların gündelik değil, iş birlikçi unsurların kullanıldığı yüzyıllara uzanan bir hedef olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle Suriye bölücü örgütlerin hayat bulduğu laboratuvar özelliği taşımaktadır. ABD ve Batılı güçler tarafından günümüzde Türkiye’yi ve bölgeyi düzenlemek için kullanılan ve Hoybun’un devamı niteliğinde olan iş birlikçi PKK/PYD terör örgütü ve destekçilerine verilecek en doğru ve sonuç alıcı cevap “Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtı” gibi Afrin’den Kandil’e kadar uzanacak harekâtlar şeklinde olmalıdır. Türk milletinin beklentisi bu yöndedir.

 



[1]Burada PKK’nın farklı isim kullanma taktiklerini açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Bilindiği üzere PKK terör örgütü taktik bir yaklaşımla dönemlere göre terörist kimliğini gizlemek ve olumlu bir imaj oluşturmak için farklı isimler kullanmaktadır.Başlangıçta “Apocular” ve “Kürdistan Devrimcileri” adını kullandıktan sonra1978’de PKK olarak kuruluşunu ilan eden örgüt 1999 yılında teröristbaşı A.Öcalan yakalanmasından ve strateji değişikliğine gitmesinden bir süre sonra 2002 yılında ismini ‘KADEK’ (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) olarak değiştirmiştir. Bir yıl sonra 2003 yılında da “KONGRA-GEL” (Kürdistan HalkKongresi), ismini almıştır. 2005 yılında ise “KKK” (Kürdistan Demokratik Konfederalizmi)  adıyla yeniden yapılanmıştır. Bu yapı 25 Mayıs2007 tarihinde yeni bir üst/çatıya evrilerek “KCK” (Kürdistan Topluluklar Birliği)adıyla daha kapsamlı bir örgütlenmeye gitmiştir. Sözde Birleşik Bağımsız Kürdistan hedefine ulaşabilmek için “KCK/TM”(KCK Türkiye Meclisi) adıyla Türkiye’de,“PYD” (Demokratik Birlik Partisi) adıyla Suriye’de örgütlenmiştir.Bu terörist yapının silahlı gücü YPG’dir (Demokratik Halk Birlikleri). AyrıcaPKK Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) adıyla İran’da ise,“PJAK”(Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) adıyla örgütlenmiştir. PKK’nın adı geçen örgütlerin yanında çok sayıda yan oluşumları da bulunmaktadır. Pentagon tarafından PYD’nin terörist kimliğini gizlemek için “SDG”(Suriye DemokratikGüçleri) ismi üretilmiştir. Bir yabancı uzmanın dediği gibi farklı isimlerin kullanılması “Bul karayı al parayı.” taktiğidir.  Sonuç olarak PKK terör örgütü farklı isimlerle hayata geçirdiği yapılarla bölgede bir terör ağı oluşturmuştur. PKKterör örgütü Marksist -Leninist ideolojik donanımı, “uzun sureli halka savaşı” stratejisini,hazırlamış olduğu plan ve projeleri Türkiye’yi ve bölge ülkelerine düşman ve emperyalizme hizmet edecek şekilde düzenlenmiştir. Farklı isimler kullanması örgütün hedef değiştirdiği anlamına gelmemektedir. Kürtçü-bölücü söz konusu örgütler gerçekte ABD ve Batılı ülkelerin bölgedeki tarihî çıkarlarına hizmet eden iş birlikçi terör örgütleridir.  Farklı isimler taşıyan PKK’nın uzantısı olan örgütleri anlaşılmayı kolaylaştırmak açısından makalede PKK/KCK/PYD-YPG yerine kısaltılmış olarak PKK/PYD isimleri kullanılacaktır. PKK terör örgütü ve faaliyetleri için bk. Veli Fatih Güven “Yeniden İsim Değiştiren PKK terör Örgütünün Artan Tehditleri” Stratejik Analiz Dergisi,  Aralık, Ekim, 2003, Cilt:4, Sayı:44, s, 55-62. Ayrıca Aynı derginin Ocak, Ağustos 2004 ve 2005 sayılarında ilgili bölümler.

[2]Irak ve Şam İslamDevleti –IŞİD’in Arapçadaki kısaltmasının telaffuzu DA’İŞ tir. Latin alfabesine göre DAEŞ ya da DEAŞ olarak söylenmektedir. DAEŞ terör örgütü Irak’ta 2004yılında El-Kaide’ye bağlılığını ilan ettikten bir süre sonra Irak El Kaidesi ismini almış, ancak El-Kaide 2014’te DAEŞ ile bağlantısını kestiğini açıklamıştır. DAEŞ terör örgütü Irak ve Suriye’de halife devleti kurma iddiasıyla bölgenin maddi ve manevi değerlerini tahrip etmiş, Irak ve Suriye’de on binlerce insanı katletmiş, ABD ve batının Irak ve Suriye’ye müdahalesine zemin hazırlamıştır. Örgüt ülkemizde de kanlı eylemler gerçekleştirmiştir.  ABD Başkanı Trump, DAEŞ’i  Eski ABD Başkanı Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un kurduğunu açıklamıştır. ABD, İsrail ve Batılı ülkelerin amaçları doğrultusunda eylemler yapan DAEŞ, Suriye’de PKK/PYD alan açarak ülkemize karşı büyük bir tehdidin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

[3]Hakan Akyol,“Büyük Ortadoğu Projesi ve Projenin Demokratikleşme Yaklaşımları Açısından Değerlendirilmesi”, Bahçeşehir Üniversitesi, Küresel Siyaset ve Uluslarası İlişkiler Programı, İstanbul, 2008 s.38

[4]Washington Post gazetesinde yayınlanan"TransformingThe Middle East"[1] isimli yazısında Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar Orta Doğu'da bulunan 22 devletin rejim-sınır-haritalarının değişeceğini söylemişti. http://orsam.org.tr/orsam/gencorsam/10889?dil=tr

[5]Ali  Güler, Güney: Türklüğün Kanayan Yarası (Irakve Suriye Türkleri), İstanbul, 2016 S. Saatçi, Irak’ta Türk Varlığı ,İstanbul,1996, s. 39.

[6] Geniş bilgi içinbakınız: K. Y. Kopraman, “Tolunoğulları”, ve “İhşidiler”, Makaleler,Editör: S. Yalçın, Berikan Yayınevi, Ankara, 2005.

[7] A. Sevim,Suriye-Filistin Selçuklu Devleti Tarihi, Ankara, 1989, s. 18-20.

[8] M. Öztürk, “ArapÜlkelerinde Osmanlı İdaresi”, İnternational History Studies Dergisi, OrtaDoğu Özel Sayısı (e-dergi), 2010, s. 2420-2425. http://www.historystudies.net/?sayfa=dergiayrinti&no=181&icerik=arap-ulkelerinde-osmanli-idaresi& kategori=tarih

[9]S. Duman, MillîMücadele Dönemi Dış Etkiler ve Mustafa Kemal’in Tepkisi, Ankara, 2005, s. 88.

[10]S. Duman, S.Duman, “Irak Ve Suriye’de TürkmenGerçeği ve Değişen Jeopolitik Koşullar”, Devlet Dergisi, Yıl: 14,Sayı: 469 (Ocak-Şubat 2017).

[11] Atatürk’ün Söylevve Demeçleri, C: II.,(1906-1938), 5.Baskı,  Atatürk Araştırma MerkeziYayınları, Ankara, 2006, s. 12-13.

[12] M.Kemâl Öke, II. Abdülhamit Siyonistler v eFilistinMeselesi, Ankara, 1981, s. 133vd.

[13]Bu konudakigelişmeler için bakınız: İ. Ş. Kaymaz, MusulSorunu: Petrol ve Kürt Sorunları ile Bağlantılı Tarihsel ve Siyasal Birİnceleme, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2003, s. 26 vd. Mustafa Kafalı,“Kerkük Türkleri”, Makaleler, C: I., s.467.

[14]Bilal N Şimşir,Kürtçülük II 1924-1999, Ankara, 3. Basım, Bilgi Yayınevi, 2011, s. 152.

[15]Sabit Duman,“Suriye’de BAAS Partisi’nin İdeolojik Temelleri” Türkiye’nin GüvenliğiSempozyumu 17-19 Ekim 2001 Elâzığ, s.  273-282.

[16]Suriye’de Türkmen Nüfus Yoğunluğu (Turkmen population densitymap; Turkmens, with a population of 3,5 million, are Syria’s second largestethnic group after Arabs.)

http://www.turkomania.org/tr/suriye-turkmenleri-suriyede-turkmen-nufusu.html

[17] Gaytancıoğlu, age.,s. 27.

[18]Mürşitpınar/ Aynel Arab/Kobani (İngilizce Company kelimesinden üretilmiştir. Teröristbaşı A.Öcalan, Temmuz 1979'da Suriye’ye bu yerleşim alanından geçmiştir.)

[19]Meryem AybikeSinan “Suriye’de Türk Nüfüsu Ne Kadar? haber7.com

[20]Suriye Kürtleri,Suriye’nin Kuzeyinde Etnik Yapı ve Kürt Nüfusu21 yyte.org

[21]Ebubekir ErtuğrulSuriye Kürtleri ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) Yüksek Lisans Tezi UfukÜniversitesi SBE Ankara, 2014, s. 27. Kaan Gaytancıoğlu, Soğuk Savaş SonrasıDönemde Türkiye-Suriye İlişkilerinin Ortadoğu Politikalarına Etkisi, YüksekLisans Tezi, Trakya Üniversitesi SBE, 2008, s. 23.

[22]Ebubekir Ertuğrul,age., s. 27. Osman Bahadır Dinçer ve Gamze Coşkun, “Mayınlı Arazide yürümeninAdı:Suriye’de Değişimi Zorlamak” USAK raporları 11-04, Ankara, 2011, s. 5.

[23]Turkomania.comİnternet Sitesi, “Suriye’de Türkmen Nüfusu”,http://www.turkomania.org/tr/suriyeturkmenleri-suriyede-turkmen-nufusu.html,Bağlantı: 22.01.2013.

[24]Turkomania.comİnternet Sitesi, a.g.b

[25]Mehmet Akif Okur, “Emperyalizmin Ortadoğu Tecrübesinden Bir Kesit:Suriye’de Fransız Mandası”, Gazi Üniversitesi İİBF Bilig, Kış / 2009 sayı48: s.144.

[26]Kürtçülükfaaliyetlerinde bulunan Kamuran ve Süreyya kardeşler, İngiliz ve Fransızistihbaratına hizmet etmiş ve “casus maaşı” almıştır. bk. Bilal N Şimşir,Kürtçülük II 1924-1999, Ankara, 3. Basım, Bilgi Yayınevi, 2011, s.74.

Yusuf Sarınay, “Hoybun Cemiyeti ve Türkiye’yeKarşı Faaliyetleri”, Makale http://atam.gov.tr/hoybuncemiyeti-ve-turkiyeye-karsi-faaliyetleri/Bağlantı: 16.12.2013.

[27]“Taşnak-Hoybun”I.Belgelerle Türk Tarih Dergisi, sayı:14, Nisan 1996, s, 75. Yusuf Sarınay,agm.,s. 213.

[28] bk. Yusuf Sarınay, agm.,214.

[28]Taşnaklar ileHoybuncular arasında imzalanan anlaşmanın tam metni için bk. Taşnak Hoybun, İleriYayınları, İstanbul, 2005, s. 81-84.

[29]Taşnak-Hoybun”, s.81-84.

[30]Bilal N Şimşir, age.,s. 99.

[31]Bilal N Şimşir, age.,s. 83-87.

[32]Bilal N Şimşir, age.,s. 81-82.

[33]İsmet İnönü,Hatıralar, Bilgi yayınevi, Ankara, 2006, s. 421-422.

[34]Bilal N Şimşir, age.,s. 399-400.